Gazze ekseninde dekolonizasyon kavgası
Düşünce ve sanat dünyası Gazze savaşı ekseninde modern zamanların en şiddetli kıtalararası çatışmalarından birini yaşıyor, Filistin’in bağımsızlığını savunan Anglosakson ağırlıklı akademik sol ve progresif cephe, İsrail’e eleştirisinden ötürü antisemitizmle ve Batı değerlerine düşmanlıkla suçlanıyor. Atlantik aşırı karşılıklı açık mektuplar, zehir zemberek eleştiri yazıları yayınlanıyor. Kavganın koptuğu nokta; Hamas nedir ve İsrail’e Holokost’tan beri en ağır kayıpları verdiren saldırısını hangi kavramla anlamlandırmak gerekir?
Solcuların verdiği yanıt: Hamas bir “sömürgesizleştirme” hareketidir, dolayısıyla tabiatı gereği aynı Cezayir’de olduğu gibi şiddet içerir!
Siyasetin tonu malûm. Netanyahu’ya göre Hamas eşittir DEAŞ, bu bakımdan “medeni dünyanın” aynı kafa kesenlerle savaştığı gibi Hamas’a karşı da İsrail’i desteklemesi gerektiğini öne sürüyor. Bu taktikle Batı siyasetini çıpalamayı başarıyor. Hatta ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin daha ileri giderek, Hamas’ın DEAŞ’tan beter olduğunu söylüyor. Macron, Fransa’nın aynı El Kaide ve DEAŞ’la savaşında olduğu gibi koalisyona amade olduğuna dair güvence veriyor ama hangi zaman ve zeminde savaşılacak, orası bulanık.
Siyasetin aksine düşünce alemindeki hatlar daha keskin ve net: Amerikan ve İngiliz üniversitelerinin bir kısım sol akademisyenlerine göre Hamas, Filistin’in bağımsızlığını hedefleyen bir “dekolonizasyon” hareketi. Bugün İsrail’in temsil ettiği, sosyo-kültürel, siyasal ve ekonomik Batı sömürgeciliğinden kurtuluşu hedefleyen bir “sömürgesizleştirme” atağı söz konusu. Dekolonizasyon bahsi geçince lehte ve aleyhte eleştiri yazıları, kavramın müellifi Frantz Fanon’a bolca atıf içeriyor doğal olarak.
Cezayir’in Fransa’dan bağımsızlık savaşına bizzat katılan, dönemin Fransız sömürgesi Martinikli psikiyatrist ve Marksist düşünür Frantz Fanon “Yeryüzünün Lanetlileri” (The Wretched of the World) kitabının “Şiddet üzerine” faslında şöyle açıklar: Ulusal bağımsızlık veya ulusal uyanış, adı her neyse sosyal, siyasal, kültürel ve insani bağlamda sömürgesizleştirme hareketleri kaçınılmaz olarak şiddeti barındırır.
AKADEMİDEN HAMAS TANIMLARI
Washington Post’a konuşan Ortadoğu uzmanı bazı Amerikalı akademisyenlere göre İsrail’in eşitleme ve genelleme taktiği, “Gazzelileri topyekün insanlıktan çıkmış kötücül mahluklar olarak gösterip vahşice saldırılarını meşrulaştırma girişimi.” Hayfa Üniversitesi’nden İsrailli tarihçi Yitzak Weizmann da Haaretz’e açıklamasında Hamas’ın mevcut duruma karşılık veren bir örgüt olduğunu anlatıyor: “Hamas Gazze’deki diğer inanç gruplarına toleranslı, kapsayıcı bir hareket. Buna karşılık DEAŞ, namaz vaktini şaşıran herhangi bir Müslümanı öldürecek tıynette. DEAŞ insanları katlediyor, Hamas da katlediyor, o halde ikisi aynıdır denilemez. Bu çok üstünkörü bir tanımlama olur.”
Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nden Aaron Zelin başka bir kritik noktaya parmak basıyor: “Aslında DEAŞ, Şii İran rejimiyle bağları nedeniyle Hamas'ı dinden çıkmış görüyor.”
Amerikalı Yahudi yazar ve eleştirmen Adam Shatz, London Review of Books’taki makalesinde Hamas’ı şöyle tarif ediyor: “İsrail, Hamas’ı DEAŞ’ın Filistin kolu gibi göstermeye çalışıyor ama Hamas her ne kadar gerici olup şiddete başvursa da, nihilist bir tarikat değil, İslami milliyetçi bir örgüttür ve Filistin siyasetinin parçasıdır; işgalin yarattığı umutsuzluktan beslenir ve aynı Netanyahu’nun kabinesindeki faşist fanatikler gibi tasfiyesi kolay değildir.”
“SÖMÜRGECİ ZOOLOJİK TERİMLERLE KONUŞUR”
Adam Shatz kapsamlı makalesinde Hamas’ın sivillere saldırısını “sömürgeleşme” öğeleriyle çözümlüyor:
“Hamas ve İslami Cihad, Aksa Tufanı operasyonun ilk aşamasındaki başarıdan tatmin olmadı, binden fazla sivili öldürdüler. Oysa operasyonun ilk ayağı işgalci güce karşı meşru, klasik bir gerilla baskınıydı. Savaşçılar, Gazze sınırındaki telleri aşarak askeri hedeflere saldırdılar. İsrailli askerlerin öldürülmesi ve yansıyan ilk görüntülerin Filistinliler arasında coşku yaratması anlaşılabilir bir durumdu. 2018-2019’daki Büyük Dönüş Yürüyüşü sırasında Gazze sınırındaki protestoda göstericilere ateş açan İsrail askerlerinin (lastik yakıp taş atan) 223 Filistinliyi öldürdüğünü Batı’da pek az kişi hatırlar. Ama Filistinliler hatırlıyor ve silahsız göstericilere ateş açılması silahlı mücadelenin cazibesini artırıyor.”
Shatz devam ediyor: “Sivillere saldırının bir nedeni, İsrail’in giderek artan baskılarıydı hiç kuşkusuz. Geçen yıl boyunca İsrail ordusu ve yerleşimciler 200’den fazla Filistinli’yi öldürdü, çoğu küçük yaşlardaydı. Fakat öfkenin, sağcı Netanyahu hükümetinin politikalarından daha derine inen kökleri var. 7 Ekim’de yaşananlar, insanların yıllarca evlerinde sistematik bir şekilde öldürülmesinin, 1982’deki Sabra ve Şatila katliamlarının acı bir taklidiydi. Hamas komutanlarının motivasyonu intikamı da içeriyordu. Askeri kanadın başındaki Muhammed Deif, 2014’deki hava saldırısında karısını ve iki çocuğunu kaybetmişti. Frantz Fanon’nun yazdığı gibi ‘Sömürgeleştirilmiş kişi, sürekli olarak zalim olmayı hayal eden, zulme uğrayan kişidir… Sömürge savaşlarında en çok acı veren şey aslında iyiliktir…’ Bu bakımdan 7 Ekim, Pearl Harbor veya 11 Eylül’den çok Cezayir’in bağımsızlık savaşında yaşananları andırır.”
“Hamas tarafından aşağılanmanın üstesinden gelmeye çalışan İsrail ordusunun Filistinlilerin hayatını, bu kadar hiçe saydığı olmamıştı. İlk altı günde altı binden fazla bomba attı, 7 Ekim’in kat kat misliyle binlerce insanı öldürdü. Bu vahşet ‘ikincil zarar’ değil, tasarım ürünü. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant adını koyuyor ‘insan görünümlü hayvanlarla savaşıyoruz’ diyor. Fanon’un dediği gibi ‘sömürgeci, sömürgeleştirilenden bahsederken zoolojik terimlerle konuşur, sürekli yaratık atıfları yapar’. İsrail’in eski stratejilerinden biri de karşıtlarını Nazileştirmektir. Şimdi de Nazilerle savaştıklarını söylüyorlar. Ve aşırı sağın imha retoriği ‘Sıfır Filistinli Gazze’ söylemiyle doruğa çıkmış bulunuyor.”
AVRUPA SÖMÜRGECİLİĞİNDEN DEVİR
Washington Post yazarı Karen Attiah ise Filistin sorununu, Avrupa sömürgeciliğinin İsrail’e görev devri olarak ele alırken, Siyah özgürlük mücadelesi ve emperyalizme karşı direnişinin tarihsel bakış açısını da gündeme taşıyor: “Malcolm X, Siyonizme sömürgecilik eleştirisi yöneltiyordu. Fransa’daki Cezayirlilerin haklarını savunan (Amerikalı siyah yazar) James Baldwin, Ortadoğu krizinin sömürgeci temelleri için şunu yazmıştı; ‘İsrail devleti, Yahudilerin kurtuluşu için değil Batı çıkarları adına kurulmuştu… İngiltere’nin ‘böl ve yönet’ stratejisine dayalı sömürgeci politikalarının bedelini Filistinliler ödüyor.’ Filistin asıllı Amerikalı akademisyen Edward Said’in oryantalizm konsepti de ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin, Avrupa’nın eski sömürge alışkanlıklarını nasıl yeniden ürettiğini gösterdi.”
Edward Said 1978’de yayınladığı “Oryantalizm”de, Avrupa’nın Ortadoğu’daki sömürgeci hakimiyetinin askeri ve politik güce dayanmadığını, sayısız akademisyen ve yazarın “Doğuyu neden Avrupa yönetmelidir” fikrini işlediği entelektüel bir proje olduğunu söylüyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD, İsrail’e olan sarsılmaz desteğiyle Avrupa’nın ırkçılığını ve kibrini yeniden üretmiş; Arapların insanlıktan uzak varlıklar olduğu şeklindeki bakış, ABD’li diplomatlar ile İsrailli müttefiklerine miras kalmıştı.
DEKOLONİZASYON SAVUNUCULARINA HÜCUM
Filistin-İsrail çatışmasının temelinde sömürgeciliğin yattığı görüşünü savunanlara karşı en sert eleştiriler Avrupa yakasından geliyor. Özellikle de Gazze’deki kıyıma karşı çıkmanın bile antisemitizm sayıldığı Almanya ve Avusturya’dan.
Binlerce sanatçının Amerikan Artforum sitesinde yayınlanan ve Gazze’deki kıyımı kınayarak acil ateşkes çağrısında bulunduğu açık mektup dekolonizasyon çatışmasının önemli mihenk taşlarından oldu. Hamas kınanmadığı için imza vermeyen bazı Alman sanatçılar, İsrail’den karşı açık mektupa katıldılar.
Dijital çağın en etkin sanatçılarından biri olarak tanımlanan enstalasyon, hareketli görüntü ve video çalışmalarıyla ünlü Hito Steyerl, mektubu neden imzalamadığını Der Spiegel’e şöyle anlatıyor: “Tek taraflıydı. Filistin’in kurtuluşunu savunuyoruz diyordu ama Filistin’in birçok şeyden kurtulması gerekiyor. Bazı sanatçılar imzasını geri çekti. Bazıları da sosyal medya dinamiğine kapılıp ana akım dışında kalma kaygısıyla imzaladı. Sanat dünyası uzun zamandır bölünmüş durumda. Şu an sanat piyasasında evrensel progresif akım hakim, bir de Slavoj Zizek’in doğru tanımıyla sözde solcular. Bunlardan bazıları Hamas’ı dekolonizasyon hareketi olarak görüyor.”
Wiener Zeitung’un feminist yazarı Beatrice Frasl, “Kendini solcu veya progresif diye tanımlayanlar nasıl olur da Hamas’ın sivil katliamını dekolonizasyon hedefli bir kurtuluş savaşı olarak görür” diye sorguluyor. Kadınlar öldürülürken, Harvard ve Stanford’daki, Berlin veya Viyana’daki hemcinlerinin sokaklarda, sosyal medyada veya açık mektuplarla empatiden yoksun kutlama yapmalarını eleştiriyor. “Hamas’ın yürüttüğü bir özgürlük savaşı değildir, bütün Yahudilerin ve İsrail’in imhasını hedeflediğini açıkça ilan etmiştir. İdeolojisi sadece Yahudi düşmanlığını değil, kadın düşmanlığı ve homofobiyi de içerir. Greta Thunberg ve Black Lives Matter’in paylaşımlarını, Amerikan kampüslerinden yazılan mektupları anlayışla karşılamak mümkün değildir” diye yazıyor Frasl ve ekliyor “Sizlerin ‘This is decolonization’ postlarınızı asla unutmayacağız. Sizlerle birlikte artık asla ‘Biz’ olamayacağız.”
İngiliz Exeter Üniversitesi’nden uluslararası güvenlik ve strateji uzmanı Doug Stokes “Dekolonizasyonun tehlikeleri” başlıklı bir yazı kaleme alıyor. Solun ünlü figürlerinden Tarık Ali’nin New Left Review’daki “Açık hava hapishanesinden nihayet çıktılar. Hamas savaşçıları sömürgecilere karşı ayaklandı” ifadelerini eleştiriyor Stokes. Gazeteci Najma Sharif’in “Dekolonizasyon hareketi devrede. Filistin halkını sömürgecilikten kurtarma yolunda en görkemli eylem. Dekolonizasyonu ne sanıyordunuz? Makale ve denemeler mi? Sizi ezikler” paylaşımına çatıyor. London School of Economics’te insan hakları çalışan Mahvish Ahmad ve Kanada’nın McMaster Üniversitesi’nden Ameil J.Joseph’in Hamas operasyonunu “dekolonizasyon” olarak tanımlamalarına karşı çıkıyor.
Doug Stokes İngiltere’deki 142 üniversitenin tamamında sol görüşün etkisiyle dekolonizasyon ajandasının kabul gördüğünü, bir takım yobaz antisemitik İslamcı grupların eylemlerinin dekolonizasyon yaftası altında meşru görüldüğünü yazıyor. Kavramın köklerine inerek 1960 ve 1970’lerin Batı ve modernite karşıtı Fransız felsefe dünyasını hedef alıyor. Michel Foucault’nun gericiliği romantikleştirip dekolonizasyon teorisinin oluşumuna katkıda bulunduğunu söylüyor, şöyle bağlıyor:
“Foucault açık eşcinsel olduğu halde, hiç de gey dostu olmayan İran İslam Devrimi’ni överek göklere çıkardı. Batı’nın rasyonalizm ve modernitesine karşı radikal bir meydan okuma olarak görüyordu. Humeyni, devrimin solcu eski müttefiklerini sistemli bir şekilde tasfiye ettiği halde Foucault, İran’ın teokratik rejimini destekleyen yazılar yazmaktan vazgeçmedi. Ona göre İran İslam Devrimi, insanlığı materyalizm ve kapitalizmin pençesinden kurtaracaktı. Frantz Fanon ise dekolonizasyon teorisinin gelişiminde merkez rolü üstlendi.”
Neticede Adam Shatz’ın deyişiyle ne İsrail şiddet kullanarak Filistin direnişini sona erdirebilir, ne de Filistin, Cezayir tarzı bir bağımsızlık savaşını kazanabilir, yolları karşılıklı tıkanmış durumda. Tek çıkış yolu Filistin ve İsraillilerin tek demokratik devlet, iki devlet veya federasyon dahilinde eşit haklara sahip yurttaşlar olarak barış içinde özgürce yaşayacakları siyasi çözümü bulmak.
- 13'üncü devrik heykel48 dakika önce
- Tehlikeli ilişkiler1 gün önce
- Savaş suçunun tanıkları ve kanıtları4 gün önce
- Dijital yerlileri yersiz bırakmak1 hafta önce
- Bir atını aday göstermediği kaldı1 hafta önce
- Scholz kazanamayacak aday2 hafta önce
- Bakü'de ne var – trilyon doları kim ne için istiyor2 hafta önce
- Bezos uyarıyor: Musk'ın uzay çöpleri düşerse ellemeyin3 hafta önce
- Senaryo: Trump, Putin ve Zelenski İstanbul'da buluşur…4 hafta önce
- "Drill baby, drill" hoş ama boş1 ay önce