Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Sürprizli bir ilk film: 'Gözlerini Kırp'
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ele aldığı temaları, kafa yorduğu bazı meseleleri ve bazen de türünü uzun süre seyirciden saklamayı tercih eden sürprizli filmler vardır. Sürprizler açığa çıktıktan, hikâye yerine oturduktan sonra yaşanan olaylar kuşkusuz önemlidir. Ama böyle filmlerde benim için asıl belirleyici olan, olayların nereye doğru gideceğini bilmediğimiz anlarda olup bitenlerdir. İlk filmini yöneten Zoe Kravitz’in senaryosunu E.T. Feigenbaum ile yazdığı “Gözlerini Kırp” (Blink Twice), işte tam da bu açıdan, iyi yazılmış, iyi tasarlanmış bir film…

        Sözgelimi, filmin açılış sekansındaki tüm imgeler, detaylar, bizi ikinci yarıda açığa çıkacak temalara ve alt metni görselleştiren metaforlara doğru götürüyor. Film bittiğinde ilk karedeki yılanın, hakikati temsil ettiğini anlıyoruz mesela. Ana karakter Frida’yı (Naomie Ackie) evinin banyosunda gördüğümüz açılış sahnesi, içinde birçok ipucu ve gösterge barındırıyor. Sadece, Frida’nın zengin iş insanı Slater King’e (Channing Tatum) duyduğu özel ilgiyi fark etmiyoruz. Banyo sahnesi, Frida’nın yaşam standartlarıyla, sosyal sınıfıyla ilgili kayda değer izlenimler içeriyor. Ki ilerleyen bölümlerde sınıfsal konum ve yaşam tarzları arasındaki büyük farklılığın hikâye için ne denli önem ifade ettiği açığa çıkıyor. Bu da bizi filmin alt metinlerinden birine götürüyor: Büyük aldanmaların ardında, lüks ve konfor içeren tatlı hayata duyulan özlem yatıyor. Ayrıca Frida’nın akıllı telefonunda gördüğümüz bazı imgeler, ilk yarıda çözemediğimiz gizemlerle ilgili ipuçları içeriyor.

        Kokteyl garsonu Frida’yı mutfakta çalışırken gördüğümüz ikinci sahnede, şefi kokteyl daveti sırasında servis yaparken “görünmez” olması gerektiğini hatırlatıyor. Frida ise tam tersini arzuluyor. Sonraki sahnelerde, Slater ve diğer davetlilerle paylaştıkları mekânda görünür ve eşit olmak için ortaya koyduğu çaba, aslında hikâyeyi şekillendiriyor.

        Filmin çok büyük bölümü, Slater’ın özel adasında geçiyor. Adada geçen sahneler, hikâye örgüsündeki kritik kırılma noktasıyla ikiye ayrılıyor. İlk bölümde, adaya davet edilmenin mutluluğunu yaşayan Frida ile mesai arkadaşı Jess (Aila Shawkat) görünür ve eşit olmanın tadını alıyor, daha önce hayalini dahi kuramadıkları “tatlı hayat”ı deneyimliyor, lüks ve konfor içinde yaşadıkları şahane bir tatilin içinde buluyorlar kendilerini. Açıkçası, bizim için de tuhaf bir deneyime dönüşüyor bu ilk bölüm. Sahneler, nerdeyse çatışmasız şekilde aktıkça ve “kafası hep güzel” mutlu insanlar gördükçe, filmin nereye doğru gittiğini kestirmekte zorlanıyoruz. Çünkü hiçbir filmin çatışmasız ilerlemeyeceğini ve sadece mutluluğu anlatmayacağını biliyoruz. O yüzden detaylara daha çok odaklanıyor, çatışmanın nereden çıkacağına dair ipuçları yakalamaya çalışıyoruz. İlerleyen bölümlerde ise çatışmasızlık dediğimiz bu durumun filmin en derin çatışması olduğunu anlıyoruz.

        Film boyunca Jess’in elden ele dolaşan ucuz sarı çakmağına niye o kadar çok vurgu yapıldığını, Frida’yı her gördüğünde “Kırmızı tavşan” diyen temizlikçi kadının ne demek istediğini çözmeye çalışıyoruz. Bunlar daha sonra somut şekilde bir yerlere bağlanıyor ama asıl ipuçları aslında başka yerlerden geliyor.

        Öncelikle bir çeşit cennet fikrinin içinde olduğumuz çok belli ama gerçekliğine pek güvenemiyoruz. Hatta, içten içe böylesi bir yaşam tarzının mutluluk getirip getirmeyeceğini sorguluyoruz. Çünkü adadaki günler, alkol ve uyuşturucularla yarı rüya yarı gerçek bir ortamda bomboş geçiyor; karakterler son derece hedonist ama sığ bir hayat sürdürüyorlar. Zihnimizi sadece bu tür sorular meşgul etmiyor. Birbirlerinden hoşlandıkları çok belli olan, ilk karşılaştıklarından itibaren flört eden ve bazı anlarda çift gibi davranan Slater ile Frida’nın neden birbirlerine daha çok dokunmadıklarını ve birlikte olmadıklarını anlamakta zorluk çekiyoruz. Daha sonra, adada geçen ikinci bölümün tam da bu dokunmak - dokunmamak geriliminin nedenleri üzerine kurulu olduğunu gördüğümüzde, filmin asıl çatışmasının bize çok önceden hissettirildiği kafamıza dank ediyor.

        “Gözlerini Kırp”ın senaryosuna damga vuran belki en önemli alt metin veya tartışma konusu ise Frida ile Slater’ın adadaki ilk günlerinde yaptıkları bir konuşmada açık şekilde önümüze sürülüyor. Slater, hayatının ilk 10 yılını hatırlamak için terapi gördüğünü söylüyor. Terapiye tümüyle karşı olan Frida ise Slater’ın aksine hayatının ilk 10 yılını tümüyle unutmak istediğini belirtiyor. Ve bir noktadan sonra tüm hikâyenin unutmak ve hatırlamakla ilgili olduğu ortaya çıkıyor. Sadece Frida ile Slater’ı ayıran bir nokta değil bu… Travmalarla baş etmenin iki yolu var filmde. İlki, onları hiç unutmadan yaşamak. İkincisi, travmaların oluşturduğu marazi içgüdülere boyun eğmek; içindeki karanlığa ve kötülüğe teslim olmak… Aynı zamanda, hakikati kabul etmek ve reddetmekle ilgili bir film seyrediyoruz. Finale doğru Frida ve Slater’ı ayrıştıran bir nokta bu.

        Adaya geldiklerinde birbirlerini rakip gibi gören Frida ile Sarah’nın (Adrija Arjona) ilişkisinin seyri üzerinden baktığımızda, kadın dayanışması temasının da öne çıktığını görüyoruz. Ayrıca, en zor durumlarda dahi başlarının çaresine bakmasını, erkeklere ihtiyaç duymadan kendilerini kurtarmasını bilen kadınlar var filmde.

        Filmin hikâye örgüsünden söz etmeye ve sürprizlerini açık etmeye kesinlikle niyetim yok ama az sonra sözünü edeceğim alt metinlerin finalle ilgili bazı ipuçları vereceği kesin. Dolayısıyla, sürprizler hakkında en ufak fikir sahibi olmak isteyen okurlarla burada vedalaşmak en iyisi… Çünkü son bölümü yorumlamadan “Gözlerini Kırp” üzerine yazmak bir noktadan sonra zor ve tatsız.

        Sürprizler açığa çıktığında filmdeki karakterlerin aniden ikiye ayrıldığını görüyoruz. Bir yanda, karşılıklı rızaya dayalı, şiddet ve güç kullanımı içermeyen cinsel ilişkiye itirazı olmayanlar var. Diğer yanda ise taraflardan birinin zor kullanarak hükmettiği cinsel ilişkiden, salt tacizden haz alan sapkınlar… Sapkınlığın temelinde ise travmalar, kompleksler ve özgüvensizliği görüyoruz. En önemlisi ise karşı cinse hükmetme arzusu… Kadınları cinsellikten haz alan eşiti bir insan olarak değil, sadece arzulanan ve hükmedilecek nesne olarak gören sapkın bir fantezi çıkıyor karşımıza. Yazar ve yönetmen Zoe Krawitz’in tacizi bilinçli bir tercih olarak hayatının merkezine koyan eril sapkınlığın geldiği uç noktayı tahlil etmek istediğini düşünmek olası. Tam da bu nedenle, “Gözlerini Kırp”ı bir MeToo çağı filmi olarak görebiliriz. Kaldı ki, sonlara doğru, tacizi ve sapkınlığı hayat biçimi haline getiren ünlü zengin erkeklerle ilgili gerçek hikâyeler geliyor aklımıza.

        Zoe Kravitz ilk filminde, görüntü yönetmeni Adam Newport-Berra ile görsel yanı çok iyi düşünülüp tasarlanmış şık bir filme imza atıyor. Slater’ın adasına kadar olan sekansları düşündüğümde, iç mekânlardaki koyu ton ve renklerden doğadaki daha açık tonlara ve canlı renklere doğru bir gidiş var. Frida’nın banyosu, çalıştığı mutfak ve servis yaptığı partide koyu renkler hâkim. Jess ile birlikte üniformalarını çıkarıp katıldıkları partide siyah ve beyaz öne çıkıyor. Slater’ın onları davet ettiği mekânda ise beyaz ve kırmızı… Adaya geldiğimizde Frida’nın geçmişiyle ilgili hafızamızdaki tek imge, dairesindeki banyo aslında. Aradaki muazzam görsel fark ve banyosundaki aynaya bakarak “Tatil yapmak istiyorum” demesi, Frida’nın o çılgın daveti neden kabul ettiğini çok net anlatıyor.

        Özellikle adada her şeyin çok yolunda gidermiş gibi göründüğü günlerde, yönetmen Zoe Kravitz hikâyenin “satır araları”na inkâr edilmesi güç bir tekinsizlik yerleştiriyor. Güneşli mavi gökyüzü altındaki cennet gibi bir mekânda kendini gösteren bu tekinsizlik hissi, Jordan Peele’in “Get Out” (2017) filmini akla getiriyor. Zoe Kravitz, uzun süre romantik ve gizemli bir aşk öyküsü izlenimi veren “Gözlerimi Kırp”ı, Peele filmlerini andıran şekilde giderek sertleşen ve kanlı hale gelen bir gerilim filmine dönüştürüyor. Ayrıca ırk ayrımcılığına kadar uzanan bir derinlik de yakalıyor.

        “Gözlerini Kırp” öykünün doğaüstü olaylara bağlandığı bir fantezi değil; ama açıkçası gerçekçi olduğu da söylenemez. Final dahil olup bitenleri şöyle bir düşünüp tarttığınızda, belki öyle çok inandırıcı gelmeyebilir. Buna karşılık, kendi kurduğu dünya içinde sahici ve tutarlı olmayı başarıyor. Bu sahicilikte, başrollerdeki Channing Tatum ve Naomie Ackie dahil tüm oyuncu kadrosunun önemli bir payı var. Kadroda Christian Slater, Haley Joel Osment, Kyle MacLachlan ve Geena Davis gibi eski tanıdıkların olduğunu da belirtelim.

        7/10