Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar 36 yıl sonra gelen devam filmi
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        1988 yapımı “Beterböcek” (Beetlejuice), çekildiği dönemin fantastik komedi trendlerini takip etmeyen, kendi yolunu çizen bir filmdir. Kısa sürede kült haline gelmesi bir yana, bugün çoğu eleştirmen tarafından modern klasik olarak kabul edildiğini özellikle not etmek gerekir. Gişelerdeki performansı, video kaset ve DVD satışlarında ulaştığı sayılar, yapımcılar için iştah kabartıcıdır. O yüzden devam filmi üzerindeki çalışmalar 1990 yılında başlar. Ne var ki, Tim Burton’ın kontrolünde geliştirilen fikirler, yazılan öyküler ve senaryolar, yıllar boyunca bir türlü finalize edilemez. Tim Burton’ın 2022’de duyurulan projeye katılmasıyla birlikte bugüne gelinir.

        Öyküsü Seth Grahame-Smith, Miles Miller ve Alfred Gough’un ortak imzalarını taşıyan “Beterböcek Beterböcek” (Beetlejuice Beetlejuice), daha açılış jeneriğinden itibaren ilk filmin hayranlarına selam gönderen, onlara “Merak etmeyin, tanıdık bir dünyadasınız” diyen, nostalji ve saygı duygusunu sonuna kadar kaybetmeyen bir film.

        Son dönemin “prequel”, “reboot”, “spin-off”, “origin story” gibi modalarına yüz vermeyen eski usul bir “devam filmi” seyrediyoruz. Hem de her şeyiyle… Öyle ki, iki film arasındaki geçen yıllar, hikâyede bile aynen karşımıza çıkıyor. Olaylar ilk filmin bittiği noktadan 36 yıl sonra başlıyor.

        Lydia Deetz’i (Winona Ryder) erkek arkadaşı Rory’nin (Justin Theroux) yapımcısı olduğu televizyon programında “hayalet uzmanı” olarak gördüğümüz ilk sahne ve peşinden gelen sekansta ikinci filmin daha farklı bir hikâye formatında çekildiğini düşünmemiz mümkün. Lydia’nın seyircilerin arasında Betelgeuse’ü (Beterböcek) görür gibi olduğu ve korktuğu anlarda mesela… Ölülerin dünyasında geçen, hademe (Danny De Vito) ile Delores’in (Monica Bellucci) yer aldığı ilk sahnelerde de aynısını hissediyoruz: Bizi ilkinden çok farklı bir filmin beklediğini düşünüyoruz. Hatta korku öğelerinin, komediye oranla biraz daha baskın olduğu fikrine dahi kapılıyoruz. Ama film ilerledikçe komedi öğelerinin giderek öne çıkmaya başladığını ve Tim Burton’ın alttan alta ilk filmin formatına sadık kaldığını görüyoruz. Özellikle de hikâyenin yapısı ve temalar konusunda…

        1988 yapımı filmde Lydia, 1980’lerde “goth” diye anılan alt kültürün temsilcisi bir lise öğrencisidir. Lisedeki sürüden ayrılan kara koyundur. Sanki Tim Burton’ın “alter ego”sudur. Beyaz Anglo Sakson Protestan (WASP) kültürün anti tezi gibi durur. Aslına bakarsanız, en az filme adını veren Beterböcek (Michael Keaton) kadar önemli karakterdir. Yeri gelmişken, farklı devam filmleri üzerine çalışıldığı dönemlerde Lydia’nın yer almayacağı projelerin yeterince efektif olamayacağı konusunda getirilen itirazları hatırlatmak isterim. Daha sonra televizyon dizileri ve video oyunlarıyla bir eğlence markasına dönüşen Beterböcek’in özünde, karanlık ve dehşet verici olandan her zaman korkmayan; hatta bazen daha güvenli ve dürüst bulan bir yaklaşım vardır. Tim Burton sinemasının önemli özelliklerinden biridir bu…

        İlk filmde ölüler dünyasının aydınlık ve karanlık yanlarıyla ilişkiye geçen Lydia, yeni filmde orta yaşlı bir anne karakteri olarak çıkıyor karşımıza. Jenna Ortega’nın canlandırdığı lise öğrencisi ergen Astrid ise ilk filmdeki Lydia’nın yerini dolduruyor bir anlamda. Öbür dünyayı Astrid ile birlikte keşfediyoruz.

        Yatılı okulda okuyan ve akran zorbalığı kurbanı Astrid, başlangıçta ruhlara kesinlikle inanmıyor. Politik aktivist babasını kaybetmesinin acısını hâlâ üstünden atamamış durumda ve annesinin kendisiyle daha yakından ilgilenmek yerine televizyon yıldızı olmasından çok rahatsız. Öyle ki, Lydia’yı telefonuna “Sözde Anne” olarak kaydetmiş durumda. Ruhları görebilen annesinin babasını görememesine ise isyan ediyor.

        Lydia ve Astrid’in çift ana karakter olarak yer aldığı bir film “Beterböcek Beterböcek”. Hikâye biraz da onların arasındaki sorunlu anne – kız ilişkisi üzerinden ilerliyor. Serbest girişim ruhunu kaybetmeyen Beterböcek ise bir kez daha Lydia’yı ve kızı Astrid’i kullanarak ölülerin dünyasından çıkma planları yapıyor.

        Lydia ve Astrid’e, çağdaş sanattaki trendleri çok iyi takip eden büyükanne Delia Deetz’i (Catherine O’Hara) de eklediğimizde üç kuşağın hikâyesi çıkıyor karşımıza. Delia, eşini kaybetmesinin acısını yine sanatla aşmaya çalışıyor. Öbür dünyaya, hayaletlere yine sanatçı gözüyle bakıyor ve yaşadığı her şeyi sanatının parçası haline getirmeye çalışıyor. İlkinde olduğu gibi kendi gündeminden şaşmayan ve yeni koşullara adapte olmanın yolunu bulan Delia, yeni filmin de en iyi yazılmış karakterlerinden biri. Catherine O’Hara’nın yorumunun da katkısıyla filmin mizah unsuruna en çok katkı veren karakterler arasına girmekte zorlanmıyor. İlk bölümde yatılı okulun bahçesinde herkesin duyabileceği şekilde avaz avaz bağırarak Astrid’e karşı Lydia’yı savunması, durum komedisinin filmde en iyi çalıştığı sahnelerden biri.

        İlk filmin en sevdiğim yanlarından biri, öbür dünyadaki katı bürokrasidir. 21. Yüzyıl’daki en özgürlükçü toplumlar ile otoriter rejimleri birleştiren bürokrasi kurumunun öbür dünyayla yan yana getirilmesi, kuşkusuz tesadüf değil. Çünkü gerçek hayatta da bürokrasiden kurtuluş yok. Ayrıca, Beterböcek gibi bir baş belasının dahi bürokrasi karşısındaki çaresizliği dikkat çekici. O yüzden o da bütün kötülüklerini, gerçek niyetini gizlediği uzun sözleşmelerle yapıyor zaten.

        Filmin gerçek yıldızı, elbette seriye adını veren Beterböcek… Yaşayanların dünyasına girmenin yollarını ararken her tür üçkâğıdı, düzenbazlığı yapmaktan kaçınmayan Beterböcek, girdiği sahnelerin tümünde şov yapıyor. Her zaman güldürmüyor, bazen tiksindirici, iğrenç ve dehşet verici olabiliyor ama bir şekilde eğlendirmesini biliyor.

        Nasıl can verdilerse, öbür dünyaya o şekilde giden ve dolayısıyla bazen korkunç olabilen ölüler, eminim kimi seyircilere çok komik gelmeyebilir. Ama netice itibarıyla Beterböcek mizahı tam da böyle bir şey aslında. Mide bulandırıcı ve dehşet verici olana cesaretle bakma ve utanıp sıkılmadan özgürce gülebilme hakkı… Kaldı ki, dehşet verici efektlerin hiçbiri çok gerçekçi değil. Tam aksine, B filmlerinde olduğu gibi ucuz ve basit görünüyorlar yine. Tim Burton, her iki filmde de ucuzluklarıyla seyirciyi korkutmaktan ziyade güldüren B tipi korku filmlerini model alıyor kendisine. Filmde İtalyan korku filmleri yönetmeni Mario Bava’ya (1914-1980) yapılan açık referanslar bir yana, Beterböcek ile Delores’in geçmiş öyküsünü İtalyanca çekilmiş, siyah beyaz eski bir film olarak izlediğimizi de unutmayalım.

        “Beterböcek Beterböcek”te ne ölçüde CGI kullanıldığını kestiremiyorum ama grafik olarak belirlenen amacın özel efektlerde gerçekçiliği değil, tam tersine aşırılığı, abartıyı yakalayarak seyirciyi güldürmek olduğunu tahmin etmek zor değil. Dolayısıyla, bu tarz karanlık mizah anlayışını sevmeyenlerin uzak durmasını, sevenlerin de Tim Burton’ın dümende olduğu bu grafik şovun tadını çıkarmasını öneririm.

        “Beterböcek” Winter River kasabasının steril huzur verici imajıyla yeraltındaki ölüler dünyasının dehşet verici imgeleri arasındaki kontrastla ilgili görsel bir fikirdir temelde… Devam filminin de bunun hakkını verdiğine inanıyorum. Ama hikâye ve alt metinler olarak baktığımda ilk filmin bariz şekilde gerisinde kaldığını düşünüyorum.

        Tim Burton’ın senaryo üzerinde tam bir kontrole sahip olduğu ilk film, analiz ettikçe derinleşen bir başyapıttır. Kendi adıma her seyrettiğimde yeni şeyler keşfeder; Tim Burton sinemasının cevherini en iyi yansıtan filmlerden biri olduğunu düşünürüm.

        Devam filminin ise ilkinin kalibresinde olduğunu söylemem çok zor. Öbür dünya, bu kez daha kalabalık. Suçluları kovalayan detektifi (Willem Dafoe), onun ekibi ve küçük kafalı uzun boylu yan karakterleriyle bu kez daha kalabalık bir öbür dünya var karşımızda. Tüm bunlar filme renk getiriyor, şov duygusunu sağlamlaştırıyor belki ama hikâyeyi ve alt metni pek zenginleştirmiyor. Oysa ilk filmde nerdeyse hiçbir fazlalık yoktur; her şey ölçülü ve anlamlıdır.

        Öte yandan, açılıştan finale kadar seyretmekten keyif aldığım, güldüğüm eğlendiğim bir filmdi “Beterböcek Beterböcek”. Özellikle finale doğru başlayan müzikal sekansı, şarkıları, prodüksiyon tasarımı ve çekimleriyle çok eğlenceli buldum. Haris Zambarloukos’un görüntüleri, Mark Scruton’un prodüksiyon tasarımı kadar Danny Elfman’ın müzik çalışmasının da hakkını teslim etmek gerekiyor. Sonuçta, benzersiz Beterböcek dünyasına girmek ve orada iyi vakit geçirmek için ideal bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

        6.5/10