Yazarken hakkını vermekte zorlanacağınız filmler vardır. Francis Ford Coppola’nın yazıp yönettiği “Megalopolis” de onlardan biri. Yorumlamak isteyenler için çok fazla çıkış noktası içeriyor. Sadece filmdeki bir sürü alıntı ve “Hamlet” gibi açık göndermelerin dahi bizi farklı okumalara yönlendireceği kesin.
Filmin türü veya iç içe geçirdiği anlatımsal özellikler, başlı başına bir yazı konusu olmaya aday. Fabldan Shakespeare trajedilerine, bilimkurgunun alt türlerinden eski usul epik Roma İmparatorluğu filmlerine kadar uzanan bir anlatı zincirinden söz edilebilir. “Metropolis” (1927), “Things to Come” (1936) gibi etkilendiği ve selam gönderdiği filmlerin, kitapların, metinlerin tam listesini çıkarmak zor. Ayrıca distopya / ütopya arasındaki gidiş gelişleriyle de ilgiye değer yanları var. Coppola’nın M.Ö. 63 yılında Eski Roma’da geçen olaylardan, Lucius Sergius Catiline, Marcus Tullius Cicero gibi gerçek karakterlerden nasıl esinlendiği ise belki ayrı bir yazı konusu…
New York’u alıp New Rome’a (Yeni Roma) çeviren Coppola’nın Roma İmparatorluğu ile çağdaş ABD arasında kurduğu bağ ve bu bağın anlamını yorumlayan politik ağırlıklı yaklaşım da filmin alt metinlerine giden başka bir yol olabilir. Filmde bir imparatorluğun asıl olarak insanların artık ona inanmadığı zaman çökeceği söyleniyor. ABD’nin de aslında bir çeşit imparatorluk olduğu fikrinden hareket edersek, kendi adıma filmin kalbindeki asıl meselenin tam da burada yattığını düşünüyorum. O yüzden “Megalopolis”i ABD’nin geleceği üzerine endişelenen Coppola’nın bir tür iyimser vasiyet filmi olarak okumak olası.
“Megalopolis” herkesin bir ucundan tutabileceği, farklı şekilde yorumlayacağı filmlerden. Öte yandan, adresi çok belli noktalar da var. Sözgelimi, öykünün ana karakteri olarak görebileceğimiz mimar Cesar Catilina’nın (Adam Driver) Yeni Roma şehrinin geleceğini inşa etme çabası, “şehir-okul” kurma hayali, tüm filme yön veren, ana temayı şekillendiren güçlü bir arzu… Coppola’nın Catilina’yı yazarken Ayn Rand ve yeni bir New York hayal eden şehir planlamacısı mimar Robert Moses gibi gerçek kişileri model aldığını bir yere not etmek gerek.
85 yaşına gelen Coppola’nın, “Megalopolis”teki asıl derdi, belli ki Cesar Catilina’nın daha iyi bir geleceğe duyduğu inanç, dünyayı olumlu yönde değiştirme isteği... Naif bir iyimserlik ve umut tacirliğinden ziyade Rönesans sanatçılarını hatırlatan bir yanı var Catilina’nın. Yozlaşan, çürüyen şehri aydınlık bir geleceğe taşımak istiyor. Tam da burada hikâyeyi bilimkurgu veya fantezi türüne bağlayan Megalon adlı maddeden söz edebiliriz. Fizik kurallarını devre dışı bırakan Megalon, sadece geleceğin sınırsız imkânlarını değil, aynı zamanda hayal gücünü temsil ediyor. Catilina, Megalon’u kullanarak uzay ve zamanı kontrol edebiliyor, geleceği kuruyor. Zamanı durdurmak, Cesar’ın zaman boyutundan bağımsız hareket edebilmesi, filmin önemli motiflerinden biri. Cesar, zamanı bir engel olarak görüyor, düşüncelerinin zaman tarafından kontrol edilmesini istemediğini defalarca tekrar ediyor. Ressamların, müzisyenlerin ve sinemacıların aslında zamanı kontrol edebilen insanlar olduğunu söyleyen Julia’yı dinlerken Coppola’nın sesini duyuyoruz adeta. Dolayısıyla, her şeyi Cesar’ın zamana karşı verdiği bir mücadele olarak okumak mümkün. Bu arada, Megalon’un Cesar’ı bir süper kahramana çevirmediğini söylemek gerek. Adam Driver’ın yorumuyla zaafları, zayıflıkları, hayal kırıklıklarıyla tasvir edilen kırılgan bir karakter Cesar Catilina…
Belediye Başkanı Franklyn Cicero (Giancarlo Esposito) ile Cesar Catilina, karşı karşıya geliyorlar ama Cicero, kötü adam değil. Sadece statükoyu ve yeni olana duyulan endişeyi temsil ediyor. Filmin asıl antagonisti, Catilina’nın güç tutkunu ve kıskanç kuzeni Clodio Pulcher (Shia LaBeouf)… Sosyal yozlaşmayı, ahlaki çöküşü aşırılıklarla dolu sapkın karakterler üzerinden anlatan Roma İmparatorluğu filmlerini akla getiren bir karakter Clodio. Başlangıçta en azından renkli, matrak biri gibi görünüyor ama film ilerledikçe LaBeouf’un başarılı yorumuyla içindeki karanlık, kötülük açığa çıkıyor. İlk sahnelerde Yeni Roma sosyetesinden popüler biri olarak karşımıza çıkan Julia Cicero (Nathalie Emmanuel) ise âşık olduğu Catilina ile Belediye Başkanı babası arasında kalan anahtar bir karakter. Cesar Catilina ile Julia arasındaki aşk, filmin belki de en aydınlık yanı… Cesar’a âşık olan ama para için şehrin en zengin adamı Hamilton Crassus ile evlenen TV sunucusu Wow Platinum (Aubrey Plaza), Clodio ile birlikte filmin marazi yanını temsil ediyor. Yeri gelmişken, Giancarlo Esposito, Nathalie Emmanuel, Aubrey Plaza ve Jon Voight’un oyunculuklarının övgüye değer olduğunu belirtelim.
Karakterler üzerinden çıkardığım şu özet tablo dahi filmin melodram türüyle olan güçlü akrabalığının açık kanıtı. Ama melodram dokusu filmin gösterişli dışavurumcu estetiğinin altında gizleniyor. Epik bir fantezi veya bilimkurgu seyrettiğimiz düşüncesi, galiba her şeyin önüne geçiyor.
Hatırlarsak Coppola, siyah beyaz çektiği “Rumble Fish” (1983) filminde de resim sanatındaki dışavurumcu akımdan etkilenen özgün bir görsel tasarımla çıkmıştı seyircilerin karşısına. Bir sosyal çürüme hikâyesi anlatan “Megalopolis” de biçim ve görsel atmosfer açısından iddialı, gösterişli bir film. Koyu tonlar ile turuncuya veya altın sarısına kaçan renkleri birleştiren görüntüleri aradan yıllar geçse dahi unutamayabilirsiniz. Coppola, “Youth Without Youth” (2007), “Tetro” (2009) ve “Twixt” (2011) gibi önceki filmlerinde de birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Mihai Mălaimare Jr. ile gerçekçilikten, doğalcılıktan uzak bir çalışmaya imza atıyor. Neredeyse her kare, resim gibi işlenen özenli kompozisyonlardan oluşuyor.
“Megalopolis”, Coppola’nın bir Roma İmparatorluğu şehri olarak yeniden hayal ettiği, rüya gibi bir New York dekorunda geçiyor. Yıkılan heykelleri, akrep ve yelkovanlı büyük saatleri, Megalon adlı maddenin zamanı durduran sihriyle baştan sona bir imgeler şehri burası… Melodram dokusunun öne çıkmadığı sahnelerde Coppola sadece imgeler ve Osvaldo Golijov’un müziğiyle yer yer bazı melankolik anlar yakalıyor -ki “Megalopolis”in hafızamda daha çok o duygularla kalacağını düşünüyorum.
Ne var ki, tüm bu etkileyici yanlarına rağmen “Megalopolis”i çok beğendiğimi ve sevdiğimi söylemem zor. Eski usul bir epik olmasına, farklı türleri birleştiren kreatif yapısına, her şeyin altındaki melodram dokusuna itirazım yok. Kaldı ki, nevi şahsına münhasır bir film olması, “Megalopolis”in belki de en sevdiğim yanı… Beni rahatsız eden yanları, büyük şeyler söyleme iddiası ve ağır bir film olmak için gösterdiği çaba... Ayrıca karakterler arası ilişki ve çatışmalar, ne yazık ki, bir Shakespeare trajedisindeki derinliğe sahip değil. O kaotik melodram havasının bana hitap ettiğini söyleyemem.
Günümüz sinemasında hikâyeler, yönetmenlerin tezlerini kanıtlamayı hedefleyen anlatı örnekleri olarak kurulmuyor artık. Coppola’nın 21. Yüzyıl sinemasının ruhundan koptuğu bir nokta burası. Dönemin ruhunu yakalayan filmlerin hikâye örgüleri sorular, sorgulamalar, ikilemler ve dışa yansıtılmayan iç çatışmalar üzerinden inşa ediliyor.
Kendi adıma hayatın sırlarını çözmüş bilge yönetmenlerin filmlerine değil, hayat karşısında kuşkucu ve meraklı olan sinemacıların ortaya koyduğu işlere daha çok ilgi duyuyorum. Didaktik tarzda ve “yüksek sesle” konuşan filmleri pek sevmiyorum. “Megalopolis”in ise açıkçası biraz üstten konuşan bir hali var.
Öte yandan, “Megalopolis”in birçok sinemaseverin ilgisini çekecek bir film olduğunu düşünüyorum. Sonuçta, Coppola’nın 1977’den beri hayalini kurduğu, yıllarca üzerinde çalıştığı ve nihayet son halini 2019’da vererek yapım hazırlıklarına başladığı bir filmden söz ediyoruz. Yapımcıları ikna etme derdinden kurtulmak, sanatsal bağımsızlığını korumak için Sonoma bölgesindeki şarap bağlarını ederinden daha ucuz fiyata, 120 milyon dolara satarak filmini finanse ettiğini not etmek istiyorum. Hiçbir yatırımcının tek başına filmlerin yapımını üstlenme riskine girmediği bir çağ için alışılmadık bir durum bu ve Coppola’nın “Megalopolis”i ne kadar büyük bir tutkuyla yaptığının göstergesi.
Adana Altın Koza Film Festivali’nde seyircilerle buluşan “Megalopolis”, 27 Eylül’den itibaren sinemalarda gösterimde olacak.
6.5/10