Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi

        “Venom: Son Dans” (Venom: The Last Dance), 2018’de başlayan Venom üçlemesinin son halkası… Başroldeki Tom Hardy ile yönetmen Kelly Marcel’in birlikte yazdığı hikâyenin, ilk iki filme oranla daha iyi olduğunu düşünüyorum. Filmde Venom’un geçmiş öyküsüne vakıf oluyor, diğer simbiyotlarla birlikte kendi gezegeninden neden kaçtığını öğreniyoruz.

        Hatırlatmak gerekirse, Venom, bedensiz, nerdeyse şekilsiz bir organizma. Ancak başka canlıların içine girdiğinde bir bedene sahip olabiliyor. Konakçı olarak yerleştiği canlıyı öldürmemesi, onunla birlikte simbiyotik yaşam sürdürmesi gerekiyor.

        Farklı serüvenler içeren ilk iki film, Venom ile araştırmacı gazeteci Eddie Brock’un (Tom Hardy), birbirlerine ve simbiyotik yaşama alışma süreci üzerine kuruluydu aynı zamanda. İki benzemez, hatta bazı açılardan nerdeyse zıt canlılar olmalarına rağmen her seferinde orta yol bulmayı becerdiler. Aralarındaki çatışmaları, anlaşmazlıkları bir yana bırakıp kötülere karşı birlikte mücadele ettiler.

        Üçüncü filmde ise artık çok daha uyumlular. Arkadaşlıkları bir yana, her ikisi de kaçak durumundalar ve kader birliği yaşıyorlar. 1958 yapımı “Kader Bağlayınca” (The Defiant Ones) filminde kelepçeyle birbirlerine bağlı iki firari mahkûmu da akla getiriyorlar. Eddie Brock, eski polis Patrick Mulligan’ın ölümünün baş şüphelisi olarak aranıyor. Venom’un peşinde ise evreni ele geçirmeye çalışan Knull’un gönderdiği Xenophage adlı canavarlar var. Aslına bakarsanız, Knull sadece Venom’un değil Eddie Brock ile oluşturdukları ortak yaşam formunun peşinde. Çünkü ikisi birlikte tutsak durumundaki Knull’un serbest kalmasının anahtarı olan kodeksi oluşturuyorlar. Böylesine önemli bir güvenlik kodeksinin onların biyolojik ortaklığında saklı olması, çok nadir bir durumu temsil etmelerinin göstergesi olarak kabul edilebilir.

        Kötü adam Knull, onun gönderdiği canavarlar ve evrenin kaderini elinde tutan Eddie Brock – Venom ikilisi… Kulağa hayli klişe bir aksiyon filmi hikâyesi gibi geldiğinin farkındayım. Kaldı ki, ilk sahnelerde Knull’u ve canavarlarını gördüğüm an ben de “Eyvah yine aynı hikâye” diye düşündüm. Ama film ilerledikçe Venom’un Yeryüzü’nde uzaylı bir sığınmacı veya kendi gezegeninden kaçmak zorunda kalan mülteci konumunda olmasının, hikâyeye bir katman daha eklediğini fark ettim.

        Yeryüzü’nde kaçak olarak bulunan bütün simbiyotların peşine düşen Imperium adlı gizli teşkilatın lideri ordu mensubu Rex Strickland’dan (Chiwetel Ejiofor) da söz etmemiz gerek artık. Onun yönettiği ve yakalanan tüm simbiyotların bir arada tutulduğu yeraltındaki gizli üssü, bir tür mülteci zindanı gibi görmemiz mümkün. Simbiyotik yaşama karşı olan Strictland, sığınmacıları kabul etmek istemeyen zihniyeti temsil ediyor. Amaçlarından biri, Brock ile Venom’u yakalayıp birbirlerinden ayırmak… Oysa Brock ile Venom, yeni ve üstün bir yaşam formunu temsil ediyorlar. Brock tek başına kendi halinde bir muhabir; Venom şekilsiz bir organizma. Bir araya geldiklerinde ise süper kahramanları aratmıyorlar. Sadece onlar değil, gizli üste esir tutulan diğer simbiyotlar da insanlarla birlikte çok güçlü bir ordu oluşturma potansiyeli taşıyorlar. Ama temsil ettiği ayrımcı zihniyet nedeniyle Strictland kesinlikle durumun farkında değil. Juno Temple’ın canlandırdığı, Imperium’da çalışan bilim insanı Dr. Teddy Payne ise duygusal bir bakış açısına sahip. Çocukluğunda yaşadığı travmatik kayıp nedeniyle kendini hep yalnız, eksik hissediyor. O yüzden, üsteki esir simbiyotlarla daha farklı, daha duygusal ilişkiler kuruyor. Finaldeki çatışma sahnelerinde olup bitenler, sadece serinin yeni filmlerine giden yolu açmıyor, aynı zamanda simbiyotik yaşamın getirdiği artıları gözler önüne seriyor; alt metne son şeklini veriyor.

        “Venom: Son Dans”, Eddie Brock ile Venom üzerinden baktığımızda bir yolculuk ve arkadaşlık filmi aynı zamanda. İlk bölümde Venom’un Meksika’da “beslendiği” sahne, ikisi arasındaki farkları uç noktalarda gösteriyor bize. Biri, kimseye zarar vermek istemeyen kibar ve medeni bir insan. Diğeri ise insanlarla beslenen bir canavar gibi duruyor. Ama film ilerledikçe birbirlerini tamamladıklarını, asıl önemlisi, giderek daha iyi anlaştıklarını görüyoruz. Ayrıca, Venom’un Özgürlük Heykeli’ni görme isteğini bir yere not etmek gerek. Bir zamanlar ABD’ye gelen göçmenler için heykel yeni bir vatanın simgesiydi. Venom için de benzer bir özlemin simgesi…

        Yolculuk sırasında Las Vegas’ta aniden ortaya çıkan “kumarda şansını deneme ve kazanma” arzusu, Venom’un ABD’ye uyum sağlama isteğinin başka bir yansıması sanki. Kumar makinesinin başındaki halleri ve peşinden gelen sürpriz dans sahnesi, Venom’un sadece canavar olmadığının göstergesi… Venom’u olduğu ve göründüğü gibi kabul eden “sürpriz tanıdık”la gerçekleşiyor bu dans. İlk bakışta bir müzikal parodisi gibi görünse de bana sorarsanız Venom’un kabullenilme hayalini de temsil ediyor. Las Vegas sahneleri, Venom – Brock dostluğunun belki en eğlenceli anlarını içeriyor. Dahası, Venom’un Amerikan kültürüne uyum sağlamak istediğini fark ediyoruz.

        Yan öykü olarak filmde, gözlerden kaçmaması gereken başka bir yolculuk daha var. Uzaylıların varlığına inanan Martin Moon (Rhys Ifans) adında eski hippi, kafa dengi eşi Nova (Alanna Ubach) ve hayatlarından pek memnun olmayan ergen kızı ve küçük oğluyla dünya dışı yaşamın simgesi haline gelmiş meşhur 51. Bölge’ye bir tür hac yolculuğu gerçekleştiriyor. Açıkçası hikâyenin alt metnine çok büyük katkısı olduğu söylenemez ama komedi dozunu yükselten, finaldeki aksiyona renk getiren, işin içine aile unsurunu katan ve filmi daha insanî kılan bir yan öykü olduğu kesin.

        Serinin önceki filmlerinde senaryo yazarı olarak görev alan Kelly Marcel, ilk yönetmenliğinde üstüne düşeni yerine getiriyor. Karakterleri, aralarındaki duygusal ilişkileri ve mizah duygusunu en az aksiyon kadar öne çıkarıyor. İlk film, biraz eski usul B filmlerinin havasındaydı. “Venom: Son Dans” ise her şeyiyle günümüz aksiyon sinemasının bir örneği. Şüphesiz karakterlerin derinlikli olduğunu söyleyemem ama başta Tom Hardy, Rhys Ifans ve Juno Temple olmak üzere oyuncuların filme ellerinden gelen katkıyı yaptıklarını düşünüyorum.

        İlk iki film, eleştirmenlerden yüksek notlar almasa da gişelerde kayda değer başarılı sonuçlara ulaştı; özellikle genç kuşakların ilgisini çekti. Eddie Brock ile Venom’un hikâyesini sona erdiren üçüncü film, Sony’nin Örümcek-Adam Evreni’nin beşinci filmi. Gişelerde alacağı sonuç, serinin geleceğini de belirleyecek gibi görünüyor. Başarılı olursa simbiyotların ön planda olduğu filmlerin devamı geleceğe benziyor.

        6.5/10