Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Budandıkça gürleşti…
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        YAKIN geçmişten gelen bir mücadele değil, kökü 127 yıl öncesine dayanıyor.

        Asırlık bir mücadelenin her bir adımda daha da güçlendiği bir süreçten söz ediyorum.

        Filistin ile İsrail arasındaki çatışma 1897’deki Birinci Siyonist Kongresi ile başlıyor.

        Bunu Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını hedefleyen 1917 Balfour Deklarasyonu izliyor.

        Birinci Dünya Savaşı’nda en yoğun çatışmaların yaşandığı, Anadolu’da da Çanakkale Savaşı’nın yaşandığı döneme denk gelen bu yıllar, aslında Osmanlı’nın bölgeden çıkmasının ardında oluşan boşluğun İngilizler tarafından doldurulma çabasından öte değil…

        Takip eden II. Dünya Savaşı döneminde daha da hızlanan çatışmalar 1948-1949 yılları arasında Arap-İsrail çatışmasıyla zirveye ulaştı…

        Bu savaşın asıl nedeni de 14 Mayıs 1948’de Filistin toprakları üzerinde bir İsrail devletinin kuruluşunun bildirge ile açıklanmasıydı.

        İki yıl kadar devam eden savaş 15 bin kişinin ölümü sonrası ateşkesle sonuçlandı.

        İsrail eski manda topraklarını elinde tutarken, Ürdün Batı Şeria’yı işgal etti ve topraklarına kattı.

        Mısır ise bugün savaşın sürdüğü Gazze Şeridi’ne girip ele geçirdi.

        Onu, 1956 Süveyş Krizi izledi ve Gazze Şeridi’nin işgali ve kurulan Filistin Hükümetinin sürgüne gönderilmesiyle sonuçlandı.

        İsrail daha sonra geri çekilmek zorunda kaldı.

        ARAFAT’IN LİDERLİĞİ

        Filistin hareketinin en önemli ismi Yaser Arafat, Arap devletlerinin çoğunun desteğini alarak bağımsız Filistin devletini kurmak için 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nü kurdu.

        Yapılan müzakereler sonrasında sağlanan barış da uzun sürmedi, 1967’de Altı Gün Savaşı ile yeniden doruğa ulaştı.

        Oslo’da 1993-95 yılları arasındaki görüşmeler sonunda varılan Antlaşma ile iki devletli çözümde uzlaşıldı.

        Bağımsız Filistin Devletinin kurulması kabul edildi.

        Ancak İsrail’in toprak genişletme çabası, Ürdün, Mısır, Filistinli “Fedai…” militanların direnişini beraberinde getirdi.

        FKÖ mensubu yüzbinlerce genç, Ürdün’e geçti…

        Ancak Ürdün bunu içselleştirmedi ve 1970’deki çatışma ile FKÖ merkezini Güney Lübnan’a taşıdı.

        EL FETİH ÜLKESİ…

        Burada kısa sürede geniş alanlara hakim oldu ve “El Fetih Ülkesi” olarak adlandırılan bölgeyi oluşturdu.

        Sonrasında da çatışmalar bitmedi; 1973 Arap-İsrail savaşını, 1982’de Lübnan Savaşı izledi; onu da 1987’de Birinci İntifada takip etti.

        Hem Güney Lübnan’daki yerleşim, Golan tepelerindeki çatışma ve Birinci İntifada mücadelesine Türkiye’den de yüzlerce genç katıldı.

        Oslo’da sağlanan barış ile sonlandı sanılırken, İsrail genişlemeci politikasına devam etti ve bu da 2000’in başında İkinci İntifadayı getirdi…

        İkinci İntifadanın hemen ardından da Filistin’deki bölünmeler geldi.

        Hamas 2006’da Filistin Parlamento seçimlerinde %44 çoğunluk sağladı; ancak İsrail tanımadığını ileri sürdü.

        Hamas bölgesini ele geçirmek için operasyonlara başladı; Gazze Şeridi’ni denizden abluka altına aldı.

        O günden bu yana da ablukasını sürdürürken, El Fetih ve Hamas liderlerine karşı da suikastlarına devam ediyor.

        Barış ve uzlaşı için atılan tüm adımların yok olması için de çaba gösteriyor.

        Peki, bu İsrail’in işine yarıyor mu derseniz, yanıt açık; kesinlikle yaramadığı gibi Hamas ve El Fetih’i daha da güçlü kıldı.

        30 YILIN SONUNDA GELİNEN NOKTA…

        Son günlerde farklı medya mecralarında yazılmış onlarca yazı okudum.

        Hepsinin işaret ettiği nokta da benzerdi; Hamas’ın iki önemli liderinin suikast sonucu öldürülmesi de 30 yılı aşkın süredir devam eden çatışmanın şiddetini azaltmayacağı gibi çok daha radikal hale getirecek.

        Çünkü geçmişteki suikastların ardından yaşanan gelişmeler de bir öncekini yanıltmadı, mücadeleyi daha da keskinleştirdi.

        Bunu görmek için Gazze Şeridinde İsrail’in aylardır sürdürdüğü katliamdan istediği sonucu alıp çıkamaması yeterli.

        Uzmanların verilerine bakılırsa, Siyasi Lider Haniye dahil son suikastlar ve Gazze’deki katliamlar Hamas’a katılımı yükseltti.

        Bu konuda iki gün önce New York Times’ta Erika Süleyman’ın detaylı bir araştırması vardı.

        YIPRANIR AMA, YENİLMEMİŞ ÇIKAR

        Yazının başlığında da durumu özetlemişti:

        “Hamas, İsrail’in Son Darbelerinden Yıpranmış Ama Yenilmemiş Olarak Çıkabilir…”

        Buna ilişkin Filistin-İsrail çatışmaları ve Hamas üzerine çalışan birçok bilim insanı ve gazeteci ile de konuşmuş.

        Hepsinin yaklaşımı da benzer olmuş.

        Bu açıdan Filistinli militan grupların on yıllar boyunca geçirdiği evrim ve ayaklanmalardan da yola çıkarak, Hamas’ın sadece ayakta kalmayıp, daha da radikalleşmiş ve güçlenmiş olarak çıkacağına vurgu yapıyordu.

        Şu tespiti de bu aşamada haklı ve önemliydi:

        “(Haniye ve Muhammed Deif suikastları) İsrail güçlerine uzun vadeli stratejik başarı pahasına kısa vadeli bir zafer sağladığını düşünüyor…”

        Uluslararası Kriz Grubundan Filistin Analisti Tahani Mustafa’nın görüşlerine de yer vermiş; o da benzer yaklaşımı göstermiş…

        İsrail’in suikastlarıyla Hamas’a, “kazanacak bir el dağıttını” belirtmiş.

        Analistlerden aldığı verilere dayanarak Hamas’ın olaylar sonrasında Gazze’de daha fazla militan topladığına da atıf yapıyor…

        “Yeni savaşçılar toplamasını kolaylaştırdı” tespitinde bulunup ekliyor:

        “Militanlar İsrail’in aylar önce onları sürdüğü bölgelerde yeniden ortaya çıkmaya başladı.”

        BARIŞÇILAR GİTTİ, SAVAŞÇILAR GELDİ

        Daha ılımlı olan ve ateşkes görüşmelerine sıcak yaklaşan askeri kanadının lideri Muhammed Deif’in öldürülmesinin, Hamas’ın Gazze’deki daha setlik yanlısı Yahya Sinwvar’ın gücünü arttırdığına işaret ediyor.

        Sonrasını da iyi derlemiş…

        Muhammed Deif, kendinden önce saldırı sonucu öldürülen askeri lider Ahmet el-Cebari’nin yerine gelmişti.

        Kendinden önceki daha ılımlıydı; Deif biraz daha katı olmakla birlikte İsrail ile uzun vadeli ateşkese ulaşmak için arabuluculuk çabalarına Haniye gibi liderlik ediyordu.

        Onun öncesinde İsrail, 1970’de sol eğilimli Filistin Kurtuluş Halk Cephesi’nin askeri lideri Wadi Haddad’ı öldürmüş ve bu grubun çöküşüne neden olmuştu.

        HADDAD’DAN, ARAFAT’A …

        Ama onun yerini de Yaser Arafat’ın çatışmaya çok daha yatkın, iyi savaşçılardan oluşan milliyetçi Araplardan kurulu Filistin Kurtuluş Örgütü aldı.

        El Fetih’in kurulması sonrası çatışmalar daha da şiddetlendi ve uluslararası alandan da katılan militanlar bulmasını sağladı.

        İsrail, Haddad’a karşı giriştiği suikastı sonrası olduğu gibi FKÖ’nün popüler askeri lideri Halil el-Vezir’i öldürdüğünde de aynı sonucu alacağını sandı.

        Beklediği gibi olmadı, FKÖ çökmediği gibi daha ağır sonuç doğuran eylemlerde bulundu.

        FKÖ ve El Fetih Filistin’in bağımsız devlet olması için mücadelesini sürdürürken, İsrail’in suikastları ve saldırıları 1987’de çok daha radikal mücadele yöntemlerini deneyen Hamas’ın ortaya çıkmasını sağladı.

        Hamas, 2000’lerin başında İsrail’in işgaline silahla direnen bir örgüt rolünü üstlenirken, diğer grupların askeri yetenekleri da zayıfladı.

        Onların askeri güçlerinin düşmesi, barış görüşmelerindeki etkilerini de azalttı.

        Daha barışçı bir ortamda sağlanacak ilerleme daha çatışmacı bir ortaya taşındı.

        El Fetih örneğinde olduğu gibi Hamas da bir süre sonra müzakereler lehine birincil stratejisi militanlığı terk etme yoluna gitti, askeri gücüyle birlikte Siyasi Bürosunu oluşturdu.

        İsrail saldırıları ile Hamas’ı girdiği yoldan çıkarmak için uğraşsa da başarılı olamadı, örgüt çizdiği yoldan dönmedi.

        Bir anlamda Lübnan’da hükümete gelen Hizbullah’ın çizgisinde ilerledi.

        Haniye’nin yaşam öyküsü de bunun için iyi bir ders sunuyor.

        Çünkü İsmail Haniye, İsrail tarafından Gazze’den Güney Lübnan’a sürülen 400 Filistinliden biriydi; mücadelesi sürgünde daha da bilendi ve popülerlik de kazandı.

        SİLAHLARINI KENDİSİ ÜRETİYOR

        Bölgesel ve uluslararası gücünü de arttıran bir kimliğe dönüştü.

        Burada da kalmadı, Hamas, FKÖ gibi yurt dışındaki destekçileri tarafından desteklenen örgüt olmak yerine, kendi silah ve mühimmatını Gazze’de savaş mühendisleri eliyle üreten yapıda kalma yolunu tercih etti.

        Dikkat edilirse Gazze’deki savaşın üzerinden aylar geçmiş olmasına karşın Hamas militanları çatışmalarını eksiksiz sürdürüyor.

        Gazze’ye uygulanan sıkı ambargoya karşın, İsrail üsleriyle birlikte vurulan tanklarından, askeri araçlarından topladıkları veya İsrail içine kadar girip yağma ettikleri mühimmatlarla savaşını sürdürüyor.

        Analistlerin sahadan aktardığına göre, Gazze’deki savaş mühendisleri İsrail araçlarına karşı kurulan pusular, patlamamış mühimmatlardan, düşen insansız hava araçlarından malzeme çıkarıyor; sahada bulabildikleri her bir malzemeyi silaha dönüştürüyor.

        Bu sayede direnmesini devam ettiriyor.

        Hamas’ın en büyük desteği de Çin’in girişimi ile aralarında barış sağlanan El Fetih’in hakim olduğu Batı Şeria’dan geliyor.

        Bugün seçim olsa Gazze’de belki o denli yüksek oy almayabilir, ama Batı Şeria’daki gençlerin hepsinin Hamas’ın direnişine destek verdiği gerçeği de ortada duruyor.

        İSRAİL’İN GUANTANAMO ÜSSÜ

        Uluslararası Af Örgütü’nün belgelediği İsrail’in Filistinlilere yönelik uyguladığı insanlık dışı muamelesi de uluslararası arenada Hamas’ın Gazze’deki mücadelesine destek sağlıyor.

        Hem Gazze saldırısı, hem de “İsrail’in Guantanamo Üssü” olarak isimlendirilen çöl ortasındaki Negev’de bulunan BDE Teiman gözaltı merkezinde yaşanan hikayeler bölge halkları üzerinde de İsrail nefretini yükseltiyor.

        İsrail Başbakanı Natenyahu taktikleriyle kısa vadede kazanç sağladığını sanıyor; ama bölgede yükselen nefret birikimiyle aslında stratejik olarak kaybettiğinin farkına bile varmıyor.

        Bölgede artan radikalleşmenin ülkesini çok daha zor duruma soktuğu gerçeği de cabası…

        Filistin mücadelesi ise 127 yılda görüldüğü gibi budandıkça güçlenen ağaç gibi her bir saldırıda yeni bir sürgün veriyor...