Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Faşizm Nedir?

        İtalya'da doğan ve başta Almanya Nazizmi olmak üzere Avrupa'nın birçok ülkesinde kendine özgü dil, söylem ve eylem biçimleriyle somutlaşan hareket ve tutumdur. Ne ilk ne de sonraki gelişiminde faşizmin bir teorik doktrin kitabı olmamış olduğu için onu eleştirmek amacıyla baz alınabilecek bir referans noktası yoktur. Belki Adolf Hitler'in Kavgam isimli kitabı bir faşizm söylem pratiği olarak görülebilir ama o bile bu türden bir faşizmi, teori olarak çerçeveleyen bir metin değildir. Faşizmin bir hareket olarak en önemli özelliği; eylemi ve pratiği, fikir ve teoriye karşı yüceltmesidir. Nitekim liberalizm, sosyalizm veya anarşizm gibi başka öğretilerin aksine, faşizmin bir teorik referans metni olmadığı gibi düşünürleri ve teorisyenleri de yoktur. O yüzden faşizmi belli bir teoride aramaktan ziyade, eylemsel veya söylemsel bir pratikte belirginleşen özellikleriyle ortaya koymak, faşizm analizi yapanların takip ettiği yol olmuştur.

        Günümüzde faşizm kavramı herhangi bir hareketi, siyasi veya felsefi doktrini işaret etmekten ziyade hoşgörüsüz, baskıcı ve otoriter kişilik olarak nitelemek üzere başvurulan aşağılayıcı (pejorative) bir sözcüğe dönüşmüş durumdadır. Bunda birçok hareketin, özellikle de sosyalist hareketin kendi karşıtlarına karşı duygularını ifade etmek üzere kavramı bir aşağılama yaftası olarak kullanmasının büyük payı vardır. Oysa kavramın ve ona denk gelen siyasi hareket veya tutumun bir tarihi vardır. 

        Faşizmin terim olarak kökleri, tomar ya da demet anlamına gelen İtalyanca fascio sözcüğüne dayanmaktadır. Sözcük Latince "fasces"i de çağrıştırmaktadır ve fasces Roma'daki geçit törenleri sırasında devletin otoritesini ve birliğini temsil etmek üzere hakimlerin önü sıra ve sırıklardan oluşan bir kılıf içinde taşınan bir baltanın adıdır. 1914'ten önce, Roma İmparatorluğu'na ait bu fasces sembolizmi genellikle "sol" tarafından sahiplenilmiştir. Fascio kelimesi ise 1890'larda İtalya'da, genellikle devrimci sosyalistlerden oluşan siyasi bir grubu belirtmek için kullanılmıştır. Aynı yöndeki iradelerin demet halinde toplanması anlamını taşıyan fascio, Güney İtalya'da 19. yüzyıl sonundaki asi köylülerin amblemidir. Ancak faşizm, kökleri geleneklere dayanan ön yargılardan ve stereotiplerden yararlansa da esasen yirminci yüzyıl hareketidir. 

        İtalyan faşizmi kendisini, Roma İmparatorluğunun ihtişamını dirilten olarak görmüş ve İtalyan faşist Alfredo Rocco (ö. 1935), Niccolo Machiavelli'yi (ö. 1517) faşist teorinin kurucu babası olarak kabul etmiştir. İtalya'nın savaş yıllarında ihtiyaç duyduğu milli birlik ve beraberliği temin etmek üzere birbirine kenetlenmiş birlikleri ifade etmek ve mobilize etmek amacıyla kavram giderek muhtevasını kazanmıştır. Ancak bu muhteva ve sembolizmden beslenen İtalyan faşizmi daha sonra Benito Mussolini'nin (ö. 1945) İtalya'da iktidara sahip olmanın verdiği yetkiyi otoriter bir biçimde kullanışı, liberal hümanizm, siyasal demokrasi, parlamenter rejim, siyasi parti çoğulculuğuna karşı sergilediği husumet ile temayüz etmeye başlamıştır. Bütün bunlar devletin birliğini, bütünlüğünü ve istikrarını tehdit eden değerlerdi ve bunlara karşı büyük İtalyan ulusunun geleceği ve güvenliği adına tedbirler almak gerekirdi. Ulusun bütünlüğü ve katışıksız arılığı bir tek partinin kontrolünde ve o da bir liderin şahsında temsil edilecekti. "Her şey Devlet içinde, hiçbir şey Devlet'in dışında değil, hiçbir şey Devlet'e karşı değil" ifadesi parola haline geldiğinde devlet adına örgütlenmiş parti ve bürokratik yapıların da her şeyin üstünde olduğu, devletin kutsallığından paylarını aldığı etkin bir tabakayı ortaya çıkardı. Bir hareket olarak İtalya'da da sonradan daha aşırı biçimiyle Almanya'da ve başka yerlerde ortaya çıkan faşizmin en ayırt edici özelliği bir ırk temelinde muhayyel bir ulusa yaptığı vurgudur. Bu ulus mevcut bir devletin varlığında vücut bulduğundan mevcut devletin korunması, bu devlet adına toplumda dirlik ve düzenin en katı bir disiplin içinde tesis edilmesi çok önemlidir. 

        Faşizmin bütün Avrupa ülkeleri içinde iktidar deneyimi yaşadıkları iki ülke Mussolini İtalya'sı ve Adolf Hitler'in (ö. 1945) Nazi Almanya'sıdır. Onun dışında Fransa, İspanya, Avusturya, Macaristan, Romanya gibi diğer Avrupa ülkelerinde muhalif partiler ve hareketler olarak iktidarlar üzerinde etkili oldularsa da hiçbir zaman iktidara gelemediler. Özellikle 1. Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa'da hem savaş sonrası toparlanma ihtiyacı hem de yaşanan ekonomik krizin ortaya çıkardığı hoşnutsuz kitlelerin duygularına hitap eden söylemiyle faşizm, dönemin popüler hareketi olmayı başardı. Hem ekonomik krizin hem de savaştaki yenilgilerin sebebi olarak ülke içindeki liberal siyasetler, devlet ve vatan karşısındaki lakayt tutumlar, bitmek bilmeyen ve birlik-berberlikte bir zafiyet görüntüsü veren parlamenter demokratik tartışmalar ve işçi hareketleri kitlelere sorumlu-hedef olarak gösteriliyordu. Türkiye'de de otuzlu yıllarda hem İtalya hem Almanya'daki faşist modelin ciddi bir cazibesi olmuş ve var olan bazı siyasi, ulusalcı pratikler model olarak alınmaya çalışılmıştır. Bu tarihsel durum, bugün kimsenin sahiplenmediği ve hiçbir meşruiyeti kalmamış olan, hatta bir aşağılama ve sövme ifadesi olarak kullanılan kavramın söz konusu dönemdeki geçerliliğinin, meşruiyetinin ve cazibesinin olduğunu göstermektedir.

        Faşizmin net bir doktrin özellikleri olmasa da özellikle 1. Dünya Savaşı sonrasında Mussolini liderliği altındaki İtalya'da, Hitler'in liderliği altındaki Almanya'da bir iktidar pratiği ile temayüz eden söylem ve uygulamaları onu ayırt etmek için kullanılır. Buna göre faşizm insanın özde iyiliğine inanan liberal ve sosyalist anlayışlara karşılık neticede bir Leviethan tarzı demir yumruk yönetimi önermeyi gerektirecek şekilde insanın özünde kötülüğüne inanır. Parlamenter demokrasinin ülke bütünlüğüne ve bağımsızlığına zarar veren boyutları ön plana çıkarılır. Bireyi öne çıkaran insan hakları söylemlerine karşı bir kuşkuculuk ve mesafe vardır, çünkü bu tür söylem ve davalar toplumsal bütünlüğü tehdit eden, ayrılıklar yaratmaya dönük komploların eseridir. 

        Komplo teorileri siyasetteki çoğulcu söylem ve iddiaları okumanın en yaygın yoludur. Ciddi bir entelektüellik karşıtlığı vardır, çünkü esas olan eylemdir ve entelektüellik insanı doğru eylemden alıkoyan kuşkuları harekete geçiren zararlı bir uğraştır. Sınıf mücadelesine de aynı gerekçelerle, toplumsal bütünlüğü tehdit ettiği için bir dış komplonun bir parçası olarak bakar ve karşı çıkar. 

        Bununla birlikte faşizm bütün uygulamalarında doruk noktasında bir milliyetçilik olarak görünür. Kutsallaştırılmış ve tarihsel olarak mutlaka geçmişte mükemmel örnekliğini, bütünlüğünü, saflığını ve üstünlüğünü bir "altın çağ" olarak yaşamış ama sonradan yaşanan talihsizliklerle bu parlaklığını yitirmiş bir milletin bugünkü şartlarda yeniden hayat buluşuna vurgu vardır. Bugün bu yeniden doğuşa karşı çıkan, onu engelleyen iç ve dış düşmanlar mücadelenin hedefleridir. Otuzlu yıllardaki tarihsel pratikte Yahudiler bu hedeflerin en önemlisi olduğu için faşizm temelde antisemitik bir hareket olarak belirginleşmiştir.

        Bu tarih anlayışına dayanan faşizm, millet adına geri kazanılması gereken alanlar, güçler, kurtarılması gereken akraba toplulukları tanımlar ve bunları bir kurtuluş teolojisinin parçası kılar. Bu kurtuluşu temin edecek, onu güvence altına alacak esas varlık olarak devlet güçlü ve otoriter olmalıdır. Bu gücü zaafa uğratacak adem-i merkeziyetçi, federatif yapılar gibi düzenlemeler tehlikeli, zararlı maceralardır. Esasen toplumda bütünlüğü, merkeziyetçiliği riske edecek her türlü gelişme devletin gücünü zaafa uğrattığı için karşı çıkılır. Bu güçlü devlet, milletin kurtarıcısı, devletin kurucusu ve halkın rehberi bir milli şefin şahsında temsil edilir. Bu şef devletin, toplumun, yasanın bütün düzenlemelerinin referansıdır. Yarı tanrı olarak konumlanan bu şef krallıklara ait mutlakiyetçi otoritenin çok daha fazlasını kullanır. 

        2. Dünya Savaşı bu tarz otoriter faşist yönetimlerin ortaya çıkardığı sorunlarla baş etme adına bir dönüm noktası oldu. Savaş sonrası iktidardaki her iki faşist yönetim devrilmekle kalmamış, faşizm onların nezdinde bütün Avrupa'da gücünü ve meşruiyetini yitirdi. Faşizm kavramı artık herhangi bir toplumsal soruna bir çözüm iddiası taşıyan bir kavram veya hareket olmaktan çıkarak insanlığı tehdit eden bir yapı olarak görülmeye başlandı. Bugün faşizm daha ziyade insanlığın hafızasında yaşanmış kötü bir anı olarak hatırlanmakta iken, kavramın içeriği de teorik iddialarından tamamen soyutlamış durumdadır. Ancak bu durum, faşizm adına yadsınan bazı tavır ve tutumların herhangi bir siyasal hareket içinde nüksetme ihtimalinin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Frankfurt Okulu'nun meşhur düşünürlerinden Theodor Adorno (ö. 1965) bir söyleşisinde faşizm tehlikesinin belki bertaraf edilmiş olduğunu ama onun tekrar geri dönme yollarının kapanmış olmadığını söylemişti. Faşizmin böylesi bir tutum olarak geri dönme yolu tam da faşizme en çok karşı çıkan hareketler içinden geçebilirdi. Örneğin 68 olayları tam da faşizmin otoriterliğini ve baskıcılığını bertaraf etmiş batılı kapitalist toplumlara karşı olduğu kadar, faşizmin bütün bu otoriterliğini, komploculuğunu, toplumsal bütünlük adına bireysel varlığı ve özgürlükleri inkar eden tutumunu tekrarlayan sosyalist yönetimlere karşı da bir tepkidir. Zira faşizm basitçe bir doktrin değil, aslında otoriteyle, iktidarla, insanla ilgili gelişen ve farklı kılıklarda ortaya çıkabilecek bir tutumdur.

        YAZAR

        Yasin Aktay