Sözlükte temel anlamı "örtmek, gizlemek; nankörlük etmek" olan küfür kelimesi, dini bir terim olarak imanın karşıtı anlamında kullanılmakta olup "Hz. Peygamber'i Allah'tan getirdiği hususlarda yalanlayıp, onun getirdiği kesinlikle sabit dini esaslardan bir veya birkaçını kabul etmemek" manasına gelir. Küfürle aynı kökten türeyen "kafir" ise kendisine gelen gerçeği örterek reddeden kişiye denmektedir. Mesela namazın farz, şarabın haram oluşunu inkar eden, meleklerin ve cinlerin varlığını kabul etmeyen kimse kafirdir. "Kabul etmemek, reddetmek ve hoş görmemek" anlamına gelen inkar da küfür kelimesinin bir başka karşılığıdır. İnkar edene münkir denir. Bir insan kafir olarak ölürse ebedi cehennemde kalacaktır. Bu konudaki ayetlerden birinde şöyle buyurulur: "(Ayetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüş olanlara gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üstünedir. Onlar ebediyen o lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir, ne de onların yüzlerine bakılır" (Bakara 2/161-162).
Kur'an-ı Kerim'de hakkın ve doğrunun örnekleri verildiği gibi küfür ve küfrün özneleri üzerinden, batıl ve yanlışın örnekleri de konu edilerek insanlar uyarılmıştır. Bu bakımdan Kur'an'da anlatılan olayların tamamı Hz. Adem'den beri sosyal hayatın çeşitli katmanlarında açığa çıkan bir iman-küfür mücadelesi olarak okunabilir. Örneğin Hz. Mûsa karşısında Firavun, yönetimde; Karûn ise ekonomide küfrün sembolüdür. Kur'an'da "Meryem oğlu Mesih Allah'tır." demek, peygamberleri yalanlamak, kıyametin kopacağını ve ahiret hayatının varlığını kabul etmemek, inananlarla alay etmek gibi insanı küfre götüren söz ve davranışlar tasvir edilmektedir. Yine cehalet, isyan, haddi aşma, haktan sapma, zulüm, kabilecilik, ahlak düşüklüğü, israf gibi kavramların küfürle ilişkisine dikkat çekilmektedir. Bunun yanında inkar edenlerin düşünmemesi, arzularının peşinde koşması, kibirlenerek kendini büyük görmesi, başkasının sahip olduğu maddi ve manevi imkanlara haset etmesi, çıkarlarını gözetmesi, haddini bilmeyerek kendini yeterli görmesi, dünyaya fazla değer vermesi, asılsız endişe ve korkulara kapılması, müminlere karşı baskı ve şiddet uygulaması, sonuçta hakkı görme ve anlama yeteneğinin körelmesi gibi halleri gözler önüne serilerek eleştirilmektedir.
Kur'an'da inkar ile aklı işlevsiz bırakma, yani düşünmeyi terk etme arasında direkt bağlantı kurulmakta; pek çok ayette inkar edenlerin akıllarını doğru bir şekilde kullanmadıkları vurgulanmaktadır. Zira Kur'an açısından düşünme, insanı bu alemin bir yaratıcısı olduğu fikrine götürürken, akli yetenekleri köreltme ve düşünmekten yüz çevirme küfre götürür. Dolayısıyla kişinin ahirette cehennemlik oluşu aklını kullanmamasının sonucudur. Bu bakımdan İslam dininde akla rağmen ve körü körüne, bir imanın değil, inkarın varlığı söz konusudur.
Kur'an-ı Kerim'de kişiyi inkara götüren duygusal ve çevresel etkenlere de işaret edilmektedir. İblis'i Şeytan'a dönüştüren temel etkenin istikbar (kibirlenmek ve kendini büyük görmek) olduğu belirtilerek böyle bir halin insanı cehenneme götürecek bir yola sokabileceği hatırlatılmaktadır. Kuşkusuz Kur'an'da verilen her bir örnek, inananları bu gibi hallere düşmekten sakındırma yönünde bir uyarı niteliği taşımaktadır.
Küfre düşmek sadece İslam'ın temel iman esaslarını reddetmekle sınırlı değildir. Dinde bulunduğu kesin olan bir emir ve yasağı kabul etmemek de küfür sebebidir. Mesela kişinin oruç tutmaması onu dinden çıkarmaz ancak oruç ibadetinin farz oluşunu reddetmesi kişiyi küfre götürür. Bu sebeple inanan birinin, küfür tehlikesinden korunması için iman esaslarını bilmekle yetinmeyip ameli ve ahlaki temel emirlerin neler olduğunu da bilmesi gerekir. Zira bir kişinin İslam'a girişi, kelime-i şehadet cümlesini kalben tasdik ederek dile getirmekle gerçekleşirken, iman üzere kalması, varlığına şahitlik ettiği Allah'ın peygamberi aracılığıyla gönderdiği emir ve yasakların hepsinin doğruluğunu da onaylamasıyla mümkündür.
Hz. Peygamber'in Allah'tan getirdiği kesin olarak bilinen vahiyleri ve bunlardan zorunlu olarak çıkan dini hükümleri inkar etme niteliği taşıyan söz ve ifadeleri sarfetmek kişiyi küfre sevkeder. Bu tür sözlere İslam kaynaklarında "elfaz-ı küfür" denilmiştir. Hangi söz ve eylemlerin küfre düşme tehlikesini doğurduğu tartışılmıştır. Müslüman olduğu bilinen bir kişiyi, inkar özelliği taşıyan inanç, söz veya davranışından ötürü kafir saymak "tekfir" kavramıyla ifade edilir. Bir kişiyi küfre nispet etmek, onu İslam dairesi dışına çıkarma başta olmak üzere, dini ve hukuki pek çok sonuçlara yol açacağından titizlik gerektiren bir konudur. Burada göz önünde bulundurulması gereken husus, o kimsenin küfür olan bir inancı gönülden benimsediğinin iyi tespit edilmesidir. Muhatap küfrü açıkça benimsemiyorsa, onun inanç, söz veya davranışı ile küfre girdiğini söyleme konusunda temkinli olmak gerekir. Yersiz yapılan tekfir, fert açısından ağır sonuçlar doğurmasının yanında toplum hayatında kapatılamayacak yaraların açılmasına, birlik ve bütünlüğün zedelenmesine ve parçalanmaya sebep olur. Zira kişilerin birbirini İslam dışı olmakla nitelemeye başladığı bir ortamda, fitnenin doğması kaçınılmazdır. Bu açıdan tekfir iki ucu keskin bir kılıca benzetilmektedir. Birtakım mezhepler tekfir konusunda katı ve aşırı bir tutum takınırken, Ehl-i sünnet başta olmak üzere İslam düşünce geleneğinde mutedil ekol ve alimlerin çoğunluğu tarafından "Kabe'ye doğru namaz kılmanın farz olduğunu onaylayan kişi (ehl-i kıble) tekfir edilmez." cümlesi ilke edinilerek Müslümanlar arasında fitne ve fesadın doğmasını engelleyecek bir tavır benimsenmiştir.
YAZAR
Hülya Alper