Osmanlı Devleti'nde Yeniçeriliğin 17 Haziran 1826'da ilga edilişini niteleyen kavramdır.
Başta Yeniçeriler olmak üzere Osmanlı ordusunun 11 Ağustos 1792'de Rusya harbini devam ettiremeyeceğini resmen Saray'a bildirmesi askeri organizasyonun yeniden yapılandırılmasını Osmanlı idarecilerinin en önemli önceliği haline getirdi. III. Selim (ö. 1808) devrinde Nizam-ı Cedid adı altında yeni bir ordu ve bu ordunun ihtiyaçlarını karşılayabilecek siyasi ve mali düzen kurulmaya çalışıldıysa da bu girişim 1807 ve 1808 yıllarında art arda patlak veren üç isyanla akamete uğradı. İsyanları takip eden dönemde genel olarak ahaliyle ve özellikle de esnafla organik bağları bulunan Yeniçeriler, devlet içerisinde sahip oldukları resmi gücü ve İstanbul'da gündelik işlerle hayatlarını kazanan göçmenler ve esnaf üzerindeki gayr-ı resmi nüfuzlarını kullanarak önemli bir iktidar odağı haline geldi. Bu durum, Saray iktidarını ordu ve İmparatorluk taşrasında yeniden kurmaya dönük bir siyaset izleyen II. Mahmud (ö. 1839) ile Yeniçeriler arasında çatışmayı kaçınılmaz kılmaktaydı. Bükreş Antlaşması'nın (1812) ardından harekete geçen II. Mahmud, ayanlar üzerinde belirli bir kontrol sağladıktan sonra Yeniçerilere yöneldi. Ocak içerisinde büyük bir etkiye sahip orta dereceli zabitan, özellikle Ağa Hüseyin Paşa'nın (ö. 1849) Yeniçeri Ağalığı yaptığı (1823) sırada temizlendi. Yeniçerilerin ve külhanların kol gezdiği Boğaz havalisini Beykozlu Hasan Paşa zapturapt altına alırken, Tersane nazırlığına getirilen Papuççu Ahmed Paşa (ö. 1829) eliyle kayıkçılar ve Tersane'de görevli kalyoncu neferleri II. Mahmud tarafına kazanıldı. Aynı dönemde Tatar Osman Ağa'nın Bostancıbaşılığa ve Alemdar Vakası'nda Saray'ı cansiperane savunan Karacehennem İbrahim Ağa başta olmak üzere topçu sınıfının üstdüzey mevkilerine Padişah'a sadık zabitlerin getirilmesi tamamıyla Yeniçerilerin İstanbul'da ve devlet mekanizması içerisinde sahip olduğu nüfuzu kırmaya yönelik hamlelerdi. Önceki isyanlardan alınan dersler çerçevesinde ulema da bu sırada Saray tarafına kazanılmaya çalışıldı. 1825 Kasım ayı sonlarında Mekkizade Mustafa Asım Efendi'nin (ö. 1846) yerine II. Mahmud'un siyasi perspektifiyle daha uyumlu Kadızade Mehmed Tahir Efendi'nin (ö. 1838) Şeyhülislam olarak atanması ve 1826 yılı başında medreselerde görev yapan ulemanın rütbelerinin II. Mahmud'un ihsanıyla birer derece yükseltilmesi orduda yeni bir reform hareketinin başlatılacağına işaret ediyordu.
Padişah'ın merkeziyetçi vizyonunu devlet idaresine yansıtabilecek kişilerin kilit makamlara atanmasının yanı sıra uluslararası ortam da yeni bir reform girişimi için uygun bir zemin sunuyordu. Osmanlı-Rus (1806-1812), Osmanlı-İran (1821-1823) harplerinde ve özellikle 1821'den beri devam eden Rum İsyanı'nda Yeniçerilerin varlık gösterememesi ve yardıma çağrılan Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın (ö. 1849) talimli ve muntazam birliklerinin kazandığı başarılar, II. Mahmud'a harekete geçebilmesi için meşru bir zemin oluşturdu. Kaybedilen savaşlar ve resmiyette Yeniçeri olmayan fakat Ocak mensuplarının sahip olduğu ayrıcalıklardan faydalanan Yeniçeri taslakçılarının İstanbul ahalisi üzerindeki baskısı, kamuoyunu şekillendirebilecek araçlara sahip ulemanın II. Mahmud'a verdiği destekle birleşince Ocağın, İstanbullular üzerindeki nüfuzu kırılmaya başladı. Bu noktada harekete geçen II. Mahmud, 1826'nın ilk aylarından itibaren katılımcıları özenle seçilen toplantılarda ordunun yeniden yapılandırılmasına dönük bir program hazırlanmasını sağladı. Toplantılar sırasında Ocağın kaldırılması fikrinin açık bir şekilde dile getirmesi, II. Mahmud ve çevresinin planlı bir biçimde hareket ettiklerini düşündürmektedir. Eşkinci Layiha'sı olarak bilinen ve 29 Mayıs 1826'da ilan edilen bu program, III. Selim devrinde Yeniçeriler arasından seçilen neferlere "tüfengçi" adı altında talim yaptırılmasına oldukça benzemekteydi. Bu süreçte düşmana, onların kullandığı silah ve tekniklerle mukabele edilmesinin Kuran-ı Kerim'in bir emri ve Peygamber'in sünneti olduğunun ve İslam dininin, ulü'l-emrin iradesine itaati emrettiğinin altının çizilmesi ise II. Mahmud'un meşruiyete verdiği önemin bir sonucuydu. Başta Yeniçeriler, Eşkinci Layihası'nın öngördüğü yeni bürokratik yapıyı ve talimi kabul etmişlerdi. Ancak 12 Haziran 1826'da Et Meydanı'nda talimin başlamasıyla Ocak'tan itirazlar yükselmeye başladı. Yeniçeriler, talimin saf bağlayıp tüfek atmak olduğunu zannettiklerini ancak kendilerine "gavur talimi" yaptırıldığını öne sürmekteydi.
Yeniçeri Ocağı'ndan gelen rahatsızlıklar 15 Haziran 1826'da Et Meydanı'nda bulunan kışlalarda isyana dönüştü. Eşkinci Layihası'nın ardındaki sorumlular olarak görülen Yeniçeri Ağası, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın kapı kethüdası Necib Efendi, Sadrıazam ve Silahdar Ağa isyancıların ilk hedefi olsa da ele geçirilemediler. İsyan haberinin duyulmasıyla İstanbul'un farklı bölgelerinde bulunan Sadrazam, Şeyhülislam ve Beşiktaş Sahilsarayı'nda ikamet eden II. Mahmud derhal Topkapı Sarayı'na intikal etti. Bu sırada İstanbul sokaklarına çıkartılan tellallar ve imamlar ise İstanbulluları Sultan Ahmed Meydanı'nda toplanmaya davet ediyordu. Hırka-i Saadet odasından sadece din düşmanlarına karşı yapılan seferler için çıkartılan Sancak-ı Şerif'in Topkapı Sarayı'ndan ihracı bir taraftan İstanbulluları ve Yeniçerilerle kavgalı medrese talebelerini gayrete getirirken, diğer taraftan Saray'ın Yeniçerileri din ve devlet düşmanı olarak gördüğüne işaret ediyordu. Başta, topçu, humbaracı ve lağımcı neferleri gibi ordunun teknik sınıfları olmak üzere Tersane'deki kalyoncu neferleri ve Ağa Hüseyin ve Mehmed Reşid paşaların komutasındaki Padişah'a bağlı birlikler, Sultan Ahmed Meydanı'na ulaşıncaya kadar isyan halindeki grupla pazarlık etmek üzere Başyazıcı Raşid Efendi gönderildi. Yapılan görüşmede yeniçeriler kendilerine gavur talimi yaptıran talimcilerin değiştirilmesini, talimde süngülerin kullanılmamasını, yoldaşlarını/eşkinci yeniçerileri kendilerinden ayırt eden başlıkların çıkartılmasını ve yeniçerilerin tamamının eşkincilerle aynı yevmiye ve tayinatı almasını talep ettiler. İsyancılarla müzakereler sürerken, Sultan Ahmed Meydanı'nda üç ay kadar önce Belçika'dan gizlice ithal edilerek Topkapı Sarayı cephaneliğinde saklanan tüfekler ahaliye dağıtılıyor ve asilerin katil fetvası yazılıyordu. Sancak-ı Şerif önde olmak üzere sadrazam, şeyhülislam ve Babıali ricalinin tekbirlerle Sultan Ahmed Camii'ne intikaliyle asilerle yapılan görüşmeler kesildi. Yeniçerilerin, teslim olmaları konusunda yapılan son çağrıyı reddetmeleriyle, Saray'a bağlı birlikler iki koldan, Divanyolu ve Bozdoğan Kemeri-Etpazarı istikametlerinde taarruza geçti ve Yeniçeri kışlaları top ve humbara atışlarıyla yok edildi. Yeniçeri direnişi kısa bir süre içerisinde kırılmış olsa da sonraki aylarda idam ve sürgünler devam edecekti.
II. Mahmud'un isyandan sonraki ilk cuma selamlığına adet olduğu üzere Yeniçeriler yerine topçu ve humbaracı neferlerinin eşliğinde gitmesi Ocağın ilga edileceğinin ilk işaretiydi. Daha sonra Sultan Ahmed Camii'nde yapılan geniş katılımlı toplantıda, yaşananlara rağmen Yeniçerilerin ıslah edilerek, kadim bir Ocağın ilga edilmemesine dönük görüşler seslendirilmiş olsa da Reisülküttab Mehmed Seyda Efendi'nin yaptığı sert konuşmanın ardından Beylikçi Pertev Efendi'nin (ö. 1837) hazırladığı Yeniçeriliği ve isyan sırasında yeniçerilerin yanında yeralan Cebeci ve Altıbölük gibi kadim ocakları ilga eden ferman sureti Padişahın tasdikinin ardından 17 Haziran 1826'da yürürlüğe girdi. İmparatorluğun dört bir yanına gönderilen ferman, İstanbul'da mahalle imamları aracılığıyla halka duyuruldu.
Yeniçeri Ocağı yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunun başına atanan ilk Serasker, Ağa Hüseyin Paşa oldu. Beyazıt'taki Eski Saray Seraskerlik makamına tahsis edildi ve Yeniçeri Ağası'nın ikamet ettiği Ağa Kapısı Bab-ı Meşihat'a devredildi. Ordu bürokrasisinin çağdaş bir forma sokulduğu ilgayı takip eden süreç, Yeniçerilerin "nam ve şanlarının" silinmesine yönelik eylemlere de sahne oldu. İstanbul'daki Yeniçeri kışlalarının yıkılması, Ocakla ilgili resmi evrakın yakılması, hatta yeniçerilere ait mezar taşlarının talan edilmesi gibi eylemlerin yanı sıra Ocakla organik bağı bulunan Bektaşi Tarikatı üyeleri "tashih-i iman" etmeye mecbur bırakıldı ve tarikata ait çok sayıda tekke ve zaviye kapatılarak mülklerine el konuldu. Her ne kadar isyan öncesinde sıradan insanların birer tasarruf aracına dönüşmüş olan Yeniçeri maaş belgelerinin (esame) öngördüğü ödemelere devam edileceği vaad edilmiş olsa da Yeniçeri ve Bektaşi takibatında kullanılan yöntemlerin sertliği esame sahiplerinin ellerindeki belgeleri iade etmesi ya da imha etmesiyle sonuçlandı.
İlga, Yeniçeriliğin ayanlıkla ve bölgedeki idari ve ticari faaliyetlerle iç içe geçtiği Balkanlarda, örneğin Bosna'daki garnizon şehirlerinde, Anadolu'da Bektaşilerin yoğunlaştığı Sivas ve Tokat gibi kentlerde ciddi bir direnişle karşılaştı. Ancak Bosna İsyanı bir kenara bırakıldığında Rumeli ve Anadolu'daki isyanlar kısa bir süre içerisinde kontrol altına alındı. Askeri alandaki değişime karşı en güçlü tepkiyi gösteren muhalefet odağının bertaraf edilmesi önce ordu organizasyonunda daha sonra da devlet organizasyonunda değişimi mümkün kıldı. Avrupai, merkezi ve modern bir idari ve mali yapılanmanın önünü açmış olması sebebiyle Yeniçeriliğin ilgası Osmanlı Tarihi'nde "hayırlı olay" olarak nitelendi.
YAZAR
Fatih Yeşil