Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SPOR dünyamızın şu günlerde üzerinde en çok tartıştığı konu hiç kuşku yok ki, Galatasaray ile Fatih Terim'in beklenen ama beklenmedik bir şekilde hızlı gelişen ayrılığı.

        Uzunca bir süredir iki taraf arasında yaşanan gerilimin böyle bir sonla noktalanacağını hemen herkes tahmin ediyor ama köprülerin böylesine bir şekilde atılacağını pek kestiremiyordu. Açıkça söylemek gerekirse, Galatasaray'ın Terim'i görevden alış biçimi ne Galatasaray'a ne de Galatasaray geleneklerine pek uymadı. Hani Galatasaray Türkiye'nin batıya açılan penceresiydi. Hani Galatasaray'da her şey yoluna yordamına göre yapılırdı? Demek ki, tüm bunların gerçekle hiç alakası yokmuş. Hele hele başkanın telefonlarına çıkmadı gibi mazeretleri ileri sürüp, apar topar bir ayrılık kararı almak ve bunu Terim'den önce medyaya servis etmek Galatasaray'da pek görülmüş ve yaşanmış davranış biçimi değil.

        Elbette bir kulübün ve onun patronu konumundaki başkanın istediği teknik adamla çalışmak gibi bir lüksü vardır. Ancak siz görev süreniz boyunca Terim ile çalışmak istediğinizi hemen her fırsatta tekrarlamanıza rağmen, başından beri ona karşı olduğunuzu etrafınıza hissettirir ve gönderme planınızı bu söylemlerinize karşın adım adım uygulamaya koyarsanız bu pek sportif bir davranış olmaz.

        Aslında Bülent Tulun olayında başlayan gerilimin Ali Dürüst ve Abdürrahim Albayrak'ın yönetim dışı bırakılmasıyla sonuçlanan başkan operasyonundan sonra bu noktaya varması bir şekilde kaçınılmazdı. Sonuçta bir takım bahaneler üretildi ve başkan kararını kendine hayır diyemeyecek yönetici arkadaşlarına da onaylatarak işin en başındaki arzusunu hayata geçirdi.

        Tüm bu yaşananlara bakınca, Terim gibi Galatasaraylılığı ve teknik adamlığı asla tartışılmayacak bir ismin alışılmadık şekilde takımın başından gönderildiğini görünce, insan gerçekten üzülüyor. Madem bu operasyonu yapacaktınız, madem yolları ayıracaktınız öyleyse, neden sezon başı veya sezon sonu yapmadınız sorusu ister istemez akla geliyor. Hele işin içine bir de milli takım olayı karışınca kafalar daha da karışıyor. Ama dediğimiz gibi seçildiğinden beri Terim'i istemeyen ancak mahalle baskısı nedeniyle bunu gerçekleştiremeyen Başkan Ünal Aysal, ipleri tek başına eline geçirip ve spor kulübü yöneticiliğini öğrendiğini sandığı anda planını uygulamaya koyuverdi.

        Olayların gelişimine ve varılan noktaya göz atınca Ünal Aysal'ın kulübü tek başına yönetme arzusunun ve Aziz Yıldırım gibi bir yönetim modeli benimsediğinin iyiden iyi ağır bastığını söylemek sanırım pek yanlış olmayacaktır. Ancak bu isteğin ve sahneye koyulmak istenilen oyunun Galatasaray'da pek tutmayacağını ifade etmekte yarar var. Öncelikle Galatasaray taraftarı 'İmparator' diye nitelediği Fatih Terim'e pek hak etmediği bu davranışı uygulayan yönetime ciddi bir tavır koyacaktır. Ayrıca Galatasaray içinde bugüne kadar pek sesini çıkartmayan muhalefetin de artık sesiz kalmayacağı açıktır. Kısacası Sarı-Kırmızılı yönetim, bir anlamda kurşunu ayağına sıkmış gibi görünmektedir. Bunu ileriki günlerde çok daha açık ve net bir şekilde göreceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın. Taraftarı ile ipleri kopan, camianın sesine ve tepkilerine kulak tıkayan bir yönetimin 'her şey benim istediğim gibi olur' havası içinde yoluna devam etmesi de gerçekten çok güçtür. Tek adamlık hevesinin kulüplerimize neler yaşattığını yakın geçmişimizde görmemize rağmen, böyle bir modeli benimseyip ve bunu kurumsallaşma adı altında sahnelemek de ne kadar inandırıcıdır o da ayrı bir tartışma konusu olacaktır.

        Şimdi Galatasaray'da yeni ama sancılı bir dönem başlayacaktır. Teknik direktörlüğe kimi getirirseniz getirin, Terim'in gölgesi hep onun ve Galatasaray yönetiminin üstünde olacaktır. Ve en ufak bir sallantıda da faturanın kesileceği adres bellidir.

        Bir garip olay

        Futbolumuzda yaşanan şiddet olaylarından hep şikayetçi olduk ve bu anlamsızlığın bir an önce sonlandırılması gerektiğini ısrarla vurguladık. Ancak ne yazık ki bir türlü başarılı olamadık. Yasa çıkardık, yaptırımlarını yerine getiremeyince belayı başımızdan bir türlü def edemedik ve sonunda bir derbi maçının tamamlanamamasına kadar vardırdık işin boyutunu.

        Nereden bakarsanız bakın Beşiktaş-Galatasaray maçında yaşananlar ve gelinen nokta son derece üzücü. Ancak üzücü olduğu kadar da düşündürücü. Açık söylemek gerekirse bu işte bir gariplik var. Tamam seyircimiz şiddete meyilli. Ama durup dururken, bir maçı tatil ettirecek kadar da bilinçsiz değil. Hele bazı çevreler tarafından suçlanan Beşiktaş’ın kalbi Çarşı’nın böyle bir yanlışı yapacak kadar futbol yoksunu olduğunu düşünmek hiç mantıklı değil. Olimpiyat Stadı’nda yaşananlardan sonra bir çok komplo teorisi ortaya atıldı. Hangisinin doğru olduğu ileriki günlerde daha netlik kazanacak. Ancak futbolun içinde olan ve futbolu yakından izleyen hiçbir grubun böyle aptalca kurgulanmış bir tahrik senaryosuna kapılmayacağından adım kadar eminim. Hele kırmızı kart gördükten sonra ters taraftan çıkan Melo’nun formasını göstererek karşı tribünün üst tarafında oturan Çarşı’yı tahrik ettiğini öne sürmek gerçekten mantık dışı.

        Sonuç olarak birileri daha maç başlamadan stat girişinde yaşananlardan anlıyoruz ki futbolun pek içinde olmadığı bir senaryoyu uygulamaya koyup Beşiktaş’ı gerçekten mağdur etti. Yaşanan bu garabetin, pek alışık olmadığımız bu yeni şiddet yönetiminin nasıl sahnelendiğini daha iyi anladığımızda eminim ki pek şaşırmayacağız. Siz sporun her alanına siyaseti bu kadar sokarsanız, sonunda işler işte böyle kontrol edilemeyecek noktaya gelir.

        Diğer Yazılar