Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Uzun zaman sonra bir tiyatro salonunda olmak.

        Uzun zaman sonra sevdiğin, özlediğin dostlarınla aynı salonda oyun izlemek.

        Uzun zaman sonra bir galada aynı havayı solumak harikaydı.

        Ve en önemlisi 15 yıl sonra Demet Akbağ'ı yeniden tiyatro sahnesinde görmek. Üstelik 20 yıl aradan sonra Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı oyun ile. Aşırı keyifliydi.

        Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı "Otogargara", "Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü", "Bana Bir Şeyhler Oluyor" ve "Haybeden Gerçeküstü Aşk" sonrası "Aydınlıkevler" hem ruhumuza hem de tiyatro sahnelerine iyi geldi.

        "Aydınlıkevler" Yılmaz Erdoğan'ın Ankara'nın Aydınlıkevler semtinde yaşadığı dönemdeki anılarını ve gözlemlerini anlatıyor. Yani Ayhan ve onun babaannesi Zühre'yi.

        Babaanne Zühre'yi canlandıran Demet Akbağ'ı anlatmama gerek yok.

        Fakat Ayhan'ı canlandıran Burak Dakak'ı az biraz anlatmak isterim. İlk kez bir oyunda izledim ki, gözlerimi ayıramadım. Yılların ustası Demet Akbağ'ın karşısında ter dökmek kolay olmasa gerek. Çok iyi oynadı. Hatta öyle güzel oynadı ki, çoğu insanın "Çok iyi değil mi?" diye fısıldadığına bile şahit oldum.

        Salih Bademci'yi de anlatmama gerek yok. İki senedir canlandırdığı her karakter ile hepimizi kendine hayran bırakmak için yemin etmiş adeta. "Aydınlıkevlerde" de farkını ortaya koyuyor.

        Sinem Ünsal'ı da ilk kez izliyorum. Ki şunu çok net ifade edebilirim biz Sinem'in adını daha çok duyarız. Gayet iyiydi.

        REKLAM

        Kısacası oyunu sevdim.

        Sevmediğim tek şey dekor konusuydu. Evet dekorda üç-beş küçük gözüme takılan detay dışında gayet iyiydi. İki perde olarak gerçekleştirilen "Aydınlıkevler" oyununda bir an sıkılmadım, bir an oyundan da kopmadım.

        Ki bence bir oyunda en önemli sihri de bu. Yani "Sıkıldım ikinci yarı kaçsam mı?" ya da "Hadi kaçalım" dememek.

        Bu anlamda da izleyin derim.

        Bu arada oyun sonrası sahnede küçük bir konuşma yapan Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ'ın trafik kazasında hayatını kaybeden eşi Zafer Çika'nın da dileğini gerçekleştirdiği anlattı. Ki huzur içinde yatsın.

        Yıllar sonra da olsa gerçekleşmesi gayet yerinde olmuş.

        Dostları yalnız bırakmadı

        Dostları yalnız bırakmadı
        0:00 / 0:00

        Aslında "Aydınlıkevler" geçen hafta sahnelendi.

        Dört oyun oynandı. Ama önceki akşam ki, çok özeldi. Çünkü salonda Demet Akbağ'ın tüm dostları vardı.

        Cem Yılmaz, Metin Akpınar, Fatih Terim, Ata Demirer say say bitmez.

        Oyun sonu da herkes ayakta alkışladı.

        Salonda öyle usta isimlerin karşısında oynamak Demet Akbağ için bile heyecan vericiyken genç oyuncuları düşünemiyorum. Çünkü önemli bi ekibin karşısında ter döküp de hakkını vermek kolay değil. Bu yüzden genç oyuncuları ayrıca tebrik ediyorum. Ve bence önceki gece bir ders niteliğindeydi.

        Hiç yorulmayın Gül Hanım

        Hiç yorulmayın Gül Hanım
        0:00 / 0:00

        Mesleğe başladığım zamanlardan bu yana Allah rahmet eylesin Kemal Sunal'ın cimriliği konuşulur.

        Ama hep rivayettir bu konuşmalar tabii.

        Ustayı kaybedeli 22 yıl olmuş. Hala bu mevzu.

        Eşi de artık bıkmış olacak bu konuyla ilgili açıklama yapmış. Hatta, "Anlatayım siz karar verin cimri mi, değil mi" diye.

        Yahu bırakın Gül Hanım. Hiç açıklama yapmanıza gerek yok.

        Kime ne!

        Siz yapsanız da millet zaten biliyormuş gibi, yaşamış gibi konuşacak.

        Hiç yormayın, üzmeyin kendinizi.

        Mutsuzluk sevmek

        Mutsuzluk sevmek
        0:00 / 0:00

        Seviyor insanımız işte böyle negatif şeyler.

        Ekranlarda sabah ilk ışıklarında başlıyor mutsuzluk.

        Öğlen devam ediyor.

        Akşam tam gaz devam ediyor.

        Ve tam da insanlar evine çekildiğinde şöyle rahat koltuklarına oturup günün stres ve yorgunluğunu atacakken, mutsuz dizilerimiz başlıyor.

        Gerginlik, mutsuzluk, sorun, yalan-dolan had safhada seviliyor. Bakın küçüğünden, büyüğüne memleket olarak bence mutsuzluk hastalığına yakalandık. Acilen tedavi edilmemiz şart.

        22 yıl önce kaybettiğimiz ustanın cimriliği hala konuşuluyorsa vah ki bize ne vah.

        Gerçekten şu satırları yazarken güleyim mi ağlayayım mı karar veremiyorum. Neden böyleyiz???

        Neden milletin açıklarını arıyoruz. Bilen biri varsa ne olur bi anlatın, yazın..

        Diğer Yazılar