Hüseyin 'Gülence'yi nasıl bilirsiniz?
HÜRRİYET Gazetesi’ndeki yazar dostlarımız kafayı Hüseyin Gülerce’ye takmış vaziyetteler.
Hüseyin Gülerce’yi tanıyorsunuz herhalde.
Cemaat’in “makbul” olduğu dönemlerde The Cemaat’in “yüzü”ydü.
Ya da kendini öyle lanse ediyordu.
Gülen Cemaati adına ahkâm kesilecekse Gülerce keserdi.
Fethullah Gülen’den bir mesaj varsa Gülerce açıklardı.
Gülerce’nin “Cemaat benim” havası bastığı dönemlerdi.
Söylemlerine bakan onun Fethullah Gülen’in sözcüsü, sağ kolu, her şeyi olduğunu zannederdi.
Öyle miydi, değil miydi bilinmez, ama böyle algılanmaktan bir rahatsızlığı yoktu.
Gülenciler “The Cemaat”se, Gülerce için de “He is the Cemaat” demek mümkündü.
Böyle bilinmekten de keyif alırdı.
Öyle ki, ben Hüseyin Gülerce’ye “Hüseyin Gülence” lakabını takmıştım.
Çünkü “Gülence” konuşurdu hep.
Sonra 17-25 Aralık süreci başladı.
O güne kadar “Mr. Cemaat” olan Gülerce birdenbire Cemaat’le arasına mesafe koydu.
En azından öyle görünmeyi başardı.
Cemaat’in görünürdeki “karakutusu” birdenbire “sütten çıkmış ‘ak’ kutu” haline geldi. “Cemaat hata yaptı, Cemaat yanlış yaptı, ben onları tanımamışım, yanlış tanımışım”, Gülerce’nin yeni mottosu oldu.
Hürriyet’teki arkadaşlar da şimdi buna takılmışlar.
Dün Mehmet Yılmaz, Ahmet Hakan ve Akif Beki, Gülerce’ye, “Bu kadar da kolay sıyrılamazsın” demişler.
Haklılar mı?
Kâğıt üzerinde haklılar.
Çünkü Cemaat’in karakutusu asla kutuyu açmadı.
Çok iyi tanıdığı ve bildiği kesin olan “imam” listelerini vermemiş olmalı ki, 15 Temmuz felaketi başımıza geldi.
Ancak Hürriyet yazarları da, bugün
Gülerce’ye kucak açanlar da bir şeyi unutuyorlar.
Bu Hüseyin Gülerce’ler her zaman vardır.
Dün Gülenciydi, bugün Gülen karşıtı.
Yarın Gülen’in yeniden güçlendiğini görse koşa koşa yeniden Gülenci olur.
“Cemaati korumak için onların yanına geçmiş gibi göründüm. Benim gönlüm hep hocaefendiyleydi” der.
Demezse yüzüme tükürün.
Allah göstermesin ama bir gün öyle bir şey olursa “Fatih söylemişti” dersiniz.
O yüzden uğraşmayın Gülerce’yle.
Ondan kimseye yâr olmaz.
Olsa olsa ortaya karışık olur!
TERİM, DENİZLİ’Yİ NASIL YEDİ?
FATİH Terim’in “kovulmadığı” Türkiye Futbol Direktörlüğü’nden “kovulma” tazminatı alması herkesin gündemi.
Şekip Mosturoğlu, “Kovulmadıysa bu para niye veriliyor?” diye isyan etmiş haklı olarak.
Aslında dalga geçiyor Fenerbahçeliler.
Biliyorlar kovulduğunu.
Kovulması için de az uğraşmadılar camia olarak.
Gelin ben de sizi biraz daha geriye götüreyim ve Terim’in Milli Takım’a gelme hikâyesini anlatayım.
Federasyonun aklında Terim’i Milli Takım’ın başına getirmek gibi bir düşünce yoktu o günlerde.
Terim, Galatasaray’ın başındaydı ve üst üste 2 şampiyonluk kazanmış bir teknik direktördü.
Federasyon yönetimi, Galatasaray’ın hocasını almayı falan da düşünmüyordu.
Futbol Federasyonu, Milli Takım’ın başına Mustafa Denizli’yi getirmeyi planlıyordu.
Denizli ile gayri resmi görüşülüyor, nabız yoklanıyordu.
Terim ise Galatasaray’da mutsuzdu.
Dürüst ve Albayrak, Ünal Aysal tarafından yönetimden çıkarılmıştı.
Çünkü Aysal, şampiyonlukların bu ikiliye mal edilmesinden mutsuzdu, egosu inciniyordu.
Üçüncü mutsuzluk kaynağı ise Terim’di. Taraftar şampiyonlukları
Dürüst-Albayrak-Terim üçlüsünün eseri olarak görüyordu.
Dürüst ile Albayrak gitmiş, Aysal, Terim’le didişmeye başlamıştı.
Mustafa Denizli - Fatih Terim
Hoca takımda kalamayacağını biliyordu.
Federasyonun hoca aradığını duyunca ve ibrenin Denizli’ye dönük olduğunu öğrenince haber yolladı: “Beni alın.”
Ankara’dan da desteği buldu ve takımın başına “iki takımın hocası” olarak geldi.
Böylece kalıcı olmadığı Galatasaray’ın yanında bir alternatifi olmuştu.
Aysal ise aradığı fırsatı bulmuştu ve Terim’in Galatasaray’daki görevine son verdi.
Sonrasını hepimiz biliyoruz.
Şimdi Milli Takım’a yine hoca aranıyor.
Terim ise yine Galatasaray’la birlikte anılıyor.
Durun bakalım ne olacak!
BİLİM VE GAZETELERİMİZ
GAZETELERİMİZDEN bir ricam var.
Ya bilim haberi yapmayın ya da bu haberleri yapmak istiyorsanız, ki yapmanız gerek ve bence en okunmaya değer haberler bunlar, ciddi birer “bilim editörü” bulundurun. Önceki gün hemen hemen tüm gazetelerde bir haber vardı: “Hepimiz aslında yıldız tozuymuşuz.”
Oldukça uzun süredir bilinen bu gerçeği, dün keşfedilmiş yeni bir olay gibi okura sunmak çok ayıptır.
Evet hepimiz yıldız tozuyuz, ama bu yeni öğrenilen bir gerçek değil.
Geçen yüzyıldan kalan bir bilgi.
Evrende hidrojen ve helyum dışındaki tüm elementler yıldızlar sayesinde var.
Basitçe anlatmak gerekirse, elementler tablosunda yer alan elementlerin demire kadar olanları yıldızların yanma sürecinde.
Daha ağır elementler ise yıldızların kendini tüketmesinden sonra meydana gelen dönemde, yıldızların kendini patlatarak yok olmalarından sonra meydana gelen ortamlarda oluşuyor.
Yani yıldızlar yanıp tükenmese, bilinen evrende kaya gezegenler dediğimiz gezegenlerin, büyük gaz devlerinin, ağır elementlerin, yaşamı başlatan karbonun zerresi bile olmayacaktı.
Ve gazetelerimiz çok şaşırmış olabilirler, ama bu uzun süredir bilinen bir gerçek.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Amerika’ya ilk kez giden biri, Amerika’yı kendisinin keşfettiğini zannetmediği zaman.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce