MİT'e komploda Gülerce parmağı
ZAMAN su gibi akıp geçiyor, hafızası zayıf toplumlar unutuyor, “kriptolar” bu zayıf hafızaya güvenerek iş kotarmaya çalışıyor.
Madem öyle, hafızaları tazelemek de bizlere düşüyor.
Fethullahçı Terör Örgütü’nün seçilmiş iktidara, devlete ve özellikle dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı “somut ve sert biçimde” saldırıya geçmesinin miladı, 7 Şubat 2012 olarak kayıtlara geçti.
O gün Başbakan Erdoğan ciddi bir ameliyat geçirdiği sırada, FETÖ elindeki yargı gücünü kullanarak MİT’e bir operasyon başlattı.
Bu operasyonun hedefinin Başbakan Erdoğan olduğu açıktı ve bu durum o gün de yazıldı.
Peki hafızası zayıflara bir hatırlatma yapalım.
MİT’e operasyon yapılması gerekliliğini o günlerde Cemaat içinde ilk dile getiren, bunu somut biçimde “kayıt altına” alan yazıları kim yazdı?
Elbette ki Hüseyin Gülerce.
FETÖ’nün MİT üzerinden Başbakan’a karşı harekete geçmesinden tam 40 gün önce Gülerce, ilk işaret fişeğini attı.
28 Aralık 2011 günü Gülerce köşesinde şöyle seslendi:
“MİT’e bir operasyon yapılmalıdır. Başbakanlık’a bağlı Milli İstihbarat Teşkilatı’nda bir soruşturma başlatılmalıdır.”
Gülerce bununla da yetinmedi.
2 gün sonra, 30 Aralık günü, Gülerce yazısını benzer biçimde tekrarladı: “MİT hakkında derhal bir soruşturma başlatılmalı.”
Gülerce’nin ikinci yazısından tam 38 gün sonra, Başbakan Erdoğan’ın hasta yatağında olmasından da istifade edilerek, Gülerce’nin hedef gösterdiği kuruma yönelik bir operasyon FETÖ’cü savcılar marifetiyle başlatıldı.
Erdoğan hastane yatağından aynı darbe girişiminde yaptığı gibi duruma el koymasa, FETÖ daha bu ilk hamlesinde başarıya ulaşacaktı.
Gülerce işareti vermiş, FETÖ’cü savcılar gereğini yapmaya kalkışmış, ama Erdoğan’a toslamışlardı.
Bu operasyonda Gülerce’nin parmağı olduğu aşikârdı. Düğmeye onun parmağı basmıştı.
İktidara yakın gazeteci Fikri Akyüz, o günlerde köşesinde Gülerce’nin bu yazısına dikkat çekti. Zaman zaman Ergenekon davalarına da eleştirel yaklaşımlar sergileyen Akyüz, iktidara yakın bir isim olarak bilinmesine rağmen o gün bugündür işsiz.
Gülerce ise “sözde” itirafçı ve makbul.
Ve Gülerce’ye bazıları, “Devletin adamı” diyor.
Belli devletin adamı.
Ama paralel olanın.
İNSANLIK NAMINA BİR SES DUVARI
GEÇEN akşam, bir arkadaşımın İstanbul’un biraz dışındaki bir sitede bulunan evine gittim.
Son yıllarda çok yoğun yerleşim alan bir yer.
Hava güzel, şurup gibi bir İstanbul gecesi.
Bahçede oturuyoruz ve sohbet etmeye çalışıyoruz.
Çalışıyoruz ama mümkün değil.
Çünkü kaynağı belirsiz müthiş bir uğultu var.
“Bu ses ne böyle?” diye sordum.
Arkamı işaret ettiler.
Birkaç yüz metre ileriden 3. çevreyolunun Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne giden bir viyadüğü geçiyor.
Yolu ağır vasıtalar, genelde de kamyonlar kullandığı için inanılmaz bir gürültü.
“Hep mi böyle?” diyorum.
Hep öyleymiş, ama geceleri daha da beter oluyormuş.
Gürültünün yoğunluğunu anlatamam.
Konuşmak mümkün değil, bırakın konuşmayı gece uyumak bile ıstırap olmalı.
Doğrusu inanamadım.
O şekilde yaşamak mümkün değil.
Üstelik de bunun çok kolay bir çözümü var.
Gelişmiş ülkelerde de yerleşim merkezlerinin çok yakınından geçen bu tür yollar var.
Ama onlar “gelişmiş” olmanın “insana değer vermek” olduğunu bildikleri için yolun o kesimlerine “ses duvarı” yapıyorlar. Bu duvarlar sesi en az yüzde 70, hatta 80 oranında azaltıyor.
3. çevreyolunun pek az bir bölümü, yerleşim merkezlerine bu kadar yakın geçiyor.
Buralara bir ses duvarı yapmak çok da zor olmasa gerek. Üstelik sadece bir yanına yapılsa bile yeterli olacak gibi.
Karayolları mı yapar yoksa yolun işletmecisi mi bilmiyorum, ama insanlık namına bunu yapmak lazım.
MOTOSİKLETLERE DENETİM FARZ
HER gün gazetelerde motosiklet sürücülerinin ölüm haberleri.
Okuduğum istatistikler doğru ise gerçekten durum vahim.
Motorlu araçların her türlüsünü meraklı olmama rağmen, motosiklete bir türlü kanım ısınmadı.
Çünkü korkuyorum.
Sürücülerin büyük bölümü motosikletlilere karşı saygısız, hatta zaman zaman düşmanca bir tavır içinde. Onları araçtan saymıyorlar.
İnsanın bedeninin kaporta olduğu bir araçta, bu saygısızlığın sonuçları çok acı oluyor.
Bu nedenle motosiklete binmek bana göre değil.
Yollarımızın kalitesi de ayrı bir motosiklet düşmanlığı.
Ama benim gördüğüm kadarıyla motosiklet sürücülerinin en azından bazıları, kendilerine karşı en az diğer araç sürücüleri kadar düşmanca bir tavır içinde.
Her gün yollarda gördüğüm motosikletli manzaraları yüreğimi hoplatıyor.
Mesela günde en az bir kere otoyolda çok yüksek süratle giderken ön tekerleğini havaya kaldırarak araçların arasından uçarcasına giden sürücüler görüyorum.
Bunların büyük bölümünün yaşam sürelerinin çok kısa olduğu kanaatindeyim. Hem kendi hem de başkalarının hayatlarını tehlikeye atıyorlar.
Kasksız sürücüler, kendi kask takarken arkasına aldığı yolcuya kask takmayanlar, kaskı olan ama üzerinde atlet ve şortla motora binenler, yolda 150 km/s hızla giderken motosikletin üzerine yatanlar, parmak kadar çocukları motora bindirip arkasına ya da önüne oturtanlar, arkaya eşini, ortaya çocuğunu alıp maaile motosikletle dolaşanlar, araçların arasından büyük bir hızla geçenler, saniyede üç şerit değiştirenler hep motorcular.
Ve belli ki, bunlara doğru düzgün bir denetim de yok.
Sonra felaket denebilecek motosiklet istatistikleri...
BİR TAVSİYE
ÇOK sıcak ve nemli bir hafta sonu geliyor.
Ben de öğrendiğim bir şeyi tavsiye etmek istiyorum.
Sıcağın vücudunuz üzerindeki etkisini azaltmak için yapılabilecek en işi şey, avuç içlerinizi soğutmak.
Spor sırasında vücut ısısı aşırı yükselen atletlerin avuç içleri soğutulduğu zaman vücutlarını daha hızlı soğuttukları ve performanslarını daha uzun süre yüksek tutabildikleri ortayı çıkmış.
Filler vücutlarını kulaklarından soğuturken, insanlar da avuç içlerinden soğutuyormuş.
Aklınızda bulunsun.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Anlamsız konuşmaktansa konuşmamanın daha iyi olduğunu anladığımız zaman.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce