Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

MALİYE Bakanı Naci Ağbal, vergi artışlarını açıkladı.

En ağır artış Motorlu Taşıtlar Vergisi’nde, daha doğrusu otomobil vergilerinde

Çünkü “ticari araç” vergileri yeniden değerleme oranında artırılıyor fakat otomobillerde vergi artış oranı yüzde 40.

Bunun adı vergi değil “zulümdür”.

Bir yandan “Tüm vatandaşlarımızı otomobil sahibi yaptık” diye övüneceksin, diğer yandan otomobil sahibi olmak için dişinden tırnağından artırmış, ince ince hesaplar yapmış vatandaşa bindireceksin; yok öyle şey.

Vatandaş otomobilini alırken vergisini de düşünüyor, ona göre hesap yapıyor.

Devlet ise “Tuttum bir kere” diyerek kıstırdığı vatandaşa vergiyi fahiş artışlarla bindiriyor.

Ancak ben size söyleyeyim, böyle bir artış “yasal” değil.

Tam aksine gayri yasal.

Öncelikle Anayasa’nın 73. maddesi “vergi yükünün adaletli dağıtılması” gerektiğini söylüyor.

Sadece otomobil sahiplerine böyle bir zam adaletli değil.

Ki zaten mümkün de değil.

Motorlu Taşırlar Vergisi Kanunu’nun 10. maddesinin 1. fıkrası, çok açık biçimde bu artışa engel.

Kanun diyor ki: “Motorlu Taşıtlar Vergisi her yıl başında yeniden değerleme oranında artırılır.”

Yine aynı madde ekliyor: “Bakanlar Kurulu bunu yeniden değerleme oranının yüzde 50’sini geçmemek üzere artırabilir, yüzde 20’sini geçmemek üzere azaltabilir.”

Yani Motorlu Taşıtlar Vergisi’ne yapılacak zam, 2017 yılı için açıklanan yeniden değerleme oranı yüzde 9.7’nin en fazla yüzde 50 üzerinde olabilir.

O da yuvarlak hesap yüzde 15 olur.

Bunun üzerindeki vergi zammı yasaya aykırıdır.

Bir tüketici hakları koruma derneğinin yapacağı itirazla bu artış yargıdan döner.

Tabii Türkiye’de yargı diye bir şey kaldıysa.

**************

TARİKAT YURDUNDA MI ÖPSEYDİ?

KADRİ Gürsel’in cezaevi kapısında eşiyle öpüşmesi bazılarını çok rahatsız etti.

Tarikat yurtlarında olanbiten rezilliklerden rahatsız olmayanların, en azından rahatsız olduğunu söyleyemeyenlerin, karı-kocanın mahpus sonrası kavuşma anında öpüşmesinden rahatsızlık duymaları ilginç bir durum.

Ama en ilginci, cezaevindeyken FETÖ’cü olmakla suçlanan Kadri’nin, öpüşünce “Kemalist” olarak suçlanması oldu.

**************

O GÜN KURDURDUK

TÜRKİYE’nin yıllardır devlet başkanı muamelesi yaptığı Barzani, “Muamelesini gördük, bari devletini de kuralım” deyince, Türkiye kızdı.

Tabii işin özüne bakarsak, Barzani’nin geldiği konumun Türkiye’nin ona yaptığı muameleyle pek ilgisi yok.

Ama bu “Meselenin bu hale gelmesiyle Türkiye’nin ilgisi yok” anlamına gelmiyor.

Barzani ve yarın öbür gün karşımıza çıkması muhtemel diğerleri, Kürdistan’ın temelini 1 Mart 2003 günü attılar.

Yani Türkiye’nin 1 Mart Tezkeresi’ni reddettiği gün.

O gün çok taze olan AK Parti hükümeti, ABD’yle anlaşmış, tezkerenin geçeceğinin garantisi verilmiş, on binlerce ABD askeri, kuzeyden Irak’a girmek üzere Türkiye’ye doğru gemilerle yola çıkmıştı.

Ancak ne olduysa oldu, tezkere Meclis’te çoğunluk oylarını aldığı halde içtüzük gereği kabul edilmiş sayılamadı.

Bakın bu satırların yazarı fakir, 1 Mart Tezkeresi TBMM’ye gelmeden 5 gün önce, 26 Şubat 2003’te ne yazmış:

“Finlandiya’da savaş karşıtı olmak ile Türkiye’de savaş karşıtı olmak aynı şey değil. Kuzey Irak’taki sözde Kürdistan’da gelişen tavra bakarsanız, Türkiye’de en azından devlet yöneticisi düzeyindeki savaş karşıtlarının iki kez düşünmesi gerekiyor... Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulması Türkiye için zaten bir savaş sebebi değil mi?.. ABD’nin yapacağı operasyonun dışında kaldığımız zaman, aleyhimize olması muhtemel gelişmeleri engellememiz kolaylaşacak mı? Kuzey Irak’taki Kürt grupların tavrı ortada. Üstelik ABD’de başta basın ve yönetimlere yakın isimler şimdiden ‘Kürtçü duygu sömürüsü’ yapıyorlar....

Türkiye bu gelişmeleri göz ardı edebilir mi? Türkiye’deki savaş karşıtları orada bir Kürt devleti kurulmaya başladığında da ‘Bırakınız kursunlar’ diyerek tezkere karşıtı olabilecekler mi?”

Söyleyeceğim şudur ki, hiçbir gelişme sürpriz değildir.

Cahiller için ise her şey bir sürpriz niteliği taşır.

**************

İÇ POLİTİKA DIŞ POLİTİKA

BAŞBAKAN Yıldırım, “Savaş falan çıkmaz, merak etmeyin” diyor.

Aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyor.

Ertesi gün Ekonomi Bakanı Zeybekci, “Ekonomik ambargo tehlikeli söylem” diyor.

Cumhurbaşkanı, “Yiyecek bulamayacaklar” diyerek ekonomikten de öte bir ambargoyu gündeme getiriyor.

Peki bunlardan hangisi Türkiye’nin gerçek tavrı?

AK Parti’de ve ülke yönetiminde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın lafının üzerine laf söylenmesi hayal bile edilemeyeceğine göre, benim görüşüm şudur:

Başbakan Yıldırım ve Ekonomi Bakanı Zeybekci, Cumhurbaşkanı’ndan da onaylı bir biçimde Türkiye’nin dış politikasını anlatıyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise özellikle Devlet Bahçeli’ye yönelik olarak iç politikayı dile getiriyor.

Bence yanlış bir tavır değil.

Tabii yanılmıyorsam...

**************

ŞEHİT PROTOKOLÜ

ŞEHİT cenazelerinde, bir şehit cenazesi olmasının ötesinde yüreğimi sızlatan bir şey var.

Bir görüntü.

Bazı fotoğraflarda dikkatimi çeken.

Bu cenazelere, genelde “protokol” de iştirak ediyor.

Bakanlar, milletvekilleri, vali, belediye başkanı, kaymakam gibi “önemli” insanlar.

Ve bu “önemli” zevat, kendilerinde doğal hak gördükleri için şehidin tabutunun tam önüne sıralanıyorlar.

Ve şehit yakınları, çocukları, kardeşleri, eşleri, ana babaları genelde oraya gelemiyorlar.

Ya kenarlarda ya da arka sıralarda yer bulabiliyorlar.

Babalarına, eşlerine, evlatlarına veda etmeye hazırlananların “protokole” kurban gitmesine emin olun içim sızlıyor.

**************

JÜRİ HERHALDE BİLİYORDU

NUR içinde yatsın, rahmetli Mustafa Koç adına eşi Caroline Koç bir spor ödülü ihdas etti ve bu yıl ödüllerin ilki verildi.

Çok şık, çok zarif bir davet ve törenle.

Her şey dört dörtlüktü.

Mustafa Koç adına verilen ödülleri Olimpiyat Şampiyonu’muz, defalarca Dünya Şampiyonu’muz ve bu yaz yeni bir dünya şampiyonluğunu son anda kaçıran güreşçimiz Taha Akgül ile paralimpik şampiyon sporcumuz Gizem Girişmen aldı.

Caroline Koç törende yaptığı konuşmada bu ödüllerin genç sporcuları destekleme amacını taşıdığını söyledi ki, son derece doğru bir amaç.

Ancak yarışmanın saygıdeğer jürisine bir küçük hatırlatma yapmak isterim.

Gizem kardeşimiz, 1992 yılında geçirdiği bir kaza sonrası engelli olarak Bilkent Üniversitesi’ni başarıyla bitirmekle kalmadı.

Paralimpik dünya şampiyonalarında ve olimpiyatlarında defalarca kürsünün zirvesinde yer aldı.

Büyük bir sporcu. Yüz akımız.

Ama ne yazık ki, 8 yıl önce sporu bıraktı.

**************

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sevgiden değil sevgisizlikten rahatsız olduğumuz zaman.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar