Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Aklımın bir köşesinde duruyordu ama akıl akıldan üstün olduğu önce genç bir kadın yazar, Hatice Kübra yazdı, ben sallanırken.

“Kültür Turizme kurban edildi” diye.

Çok yerinde bir tespit.

Bakanlığın adı “Kültür ve Turizm Bakanlığı”.

Ama bir türlü iki yakası biraraya gelemeyen bir Bakanlık.

Ya “Kültür” öne çıkıyor ender olarak, ya da genelde “Turizm”.

Başkan Erdoğan bakanları açıklamadan önce Murat Bardakçı’ya sarmıştım.

Her gördüğümde “Hadi hayırlı olsun. Ankara’dan çok ciddi duyumlar geliyor. Kültür Bakanı oluyormuşsun” diye takılıyordum.

Ben böyle dedikçe Murat gülüyor, “Allah korusun.” Diyordu.

Geçen hafta odamda sohbet ediyoruz, ben de bir yandan yazıyorum.

“Ne yazıyorsun” dedi.

“Yarınki yazımı. Senin kültür Bakanı olacağını yazıyorum” dedim.

Yerinden hopladı.

“Sakın ha, yok öyle bir şey.”

“O zaman Olmalı diye yazayım” diyorum.

Murat köpürüyor. “Sakın ha, yazayım deme” diye .

Ben uzatıyorum, “Özgür basına baskı yapamazsın. Yazacağım işte. Senden iyisini mi bulacaklar. ” diyorum.

Sonunda böyle bir yazıya niyetim olmadığını anladı. Rahatladı.

“O Bakanlığın asıl işi turizm. Gelir turizmden. Oraya turizmi bilen biri getirilir muhtemelen.” Dedi.

İşte asıl mesele de bu anlayışta aslında.

Bardakçı gerçekçi ve söylediği duruma göre doğru.

Ama gerçekten doğru mu?

Bugün Dünya’da turizm gelirinde en üst sıradaki ülkelerden ikisi hangileri?

Hiç kuşkusuz Fransa ve İtalya. Turist sayısında da, turist başına gelir ortalamasında da Türkiye’nin kat kat, fersah fersah önündeler.

Niye peki?

Tepemizdeki güneş aynı güneş.

Bizim denizimiz ikisinin denizlerinin toplamından daha güzel.

Tarihse İtalya’dan Roma’yı çıkar geriye kalan fazla bir şey yok.

Bizde ise her köşeden Dünya tarihini değiştirmiş farklı medeniyetlerin izleri fışkırıyor.

Tesis desen bizdeki tesisler de, hizmetler de hepsinden daha ileride.

Peki turizm gelirlerindeki bu devasa fark nereden kaynaklanıyor?

Çok açık.

Biz yatak, yemek ve şezlong pazarlıyoruz.

Onlar ise “Kültür” Yaşam kültürü.

O yüzden aynı yatak bizde 100 avro, orada 500 avro.

O yüzden bize gelen turist 700 dolar bırakıyor, oraya giden turist 2500 avro.

Kültür bu yüzden önemli. Senin değerini arttırdığı için.

Bütün ülkeyi turist doldursan, turistleri aynı yatakta ikişer ikişer geceletsen, yine de onların gelirine ulaşamıyorsan sorun turizmde değil, sorun kültürdedir.

Ve doğrusu Kültür Bakanlığı’nı Turizm’den ayırmak, Milli Eğitim Bakanlığı gibi başlı başına bir Bakanlık haline getirmektir.

Bizzat Başkan Erdoğan “Her şeyi yaptık ama Kültür’de gerekli aşamayı gerçekleştiremedik” demedi mi?

Ne bileyim mesela İlber Ortaylı Kültür Bakanı olarak Cumhurbaşkanlığı sisteminin bakanları arasında yer alsa, fena mı olurdu!

*************

İnce İstanbul’u alamazsa

Salı gecesi konuştuğum Engin Altay’a Muharrem İnce’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olup olmayacağını sordum ve ekledim, “Kendisinin buna sıcak bakmadığı izlenimine sahibim”.

Bütün bir Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası boyunca Muharrem İnce ile birlikte Türkiye’yi adım adım dolaşan, seçim gecesi Ankara’da bir otelde seçimi İnce ile birlikte izleyen Engin Altay çok net bir yanıt verdi:

“Muharrem Bey tabandan gelen öz bir CHP’lidir. Bu yüzden de parti disiplinine çok inanır. Ben eminim ki, Genel Başkan Muharrem Bey’i çağırıp böyle bir görev verse buna hayır demeyecek kadar CHP’nin ilkelerine bağlı biridir. Bunu bir tenzili rütbe olarak görmez. ”

Ancak dün gece Didem Yılmaz’a konuk olan İnce böyle bir şeyin söz konusu olmayacağını ve kendisinin Cumhurbaşkanı adayı olduğunu ve bundan sonraki seçimde Cumhurbaşkanı adayı olmak için şimdiden çalışmalara başlayacağını açıkladı.

İstanbul Büyükşehir belediye Başkanlığı’na “Hayır” dedi.

Açıkçası ben Muharrem İnce’nin hata yaptığını düşünüyorum.

Siyasette 5 yıl çok uzun bir süre. 5 yıl boyunca parlamentoda yer almayan bir siyasetçi olarak dikkatleri üzerinde tutmak, sürekli gündemde olmak ve buna dayalı bir kampanya yürütmek kolay değil.

Oysa en geç 8 ay sonra bir yerel seçim var.

Eğer burada İstanbul’a aday olup, hele bir de kazanırsa o gazla Cumhurbaşkanlığı’na yürümek daha mümkün bir durum.

Bunun Fransa’da da örnekleri var, Türkiye’de ilk Başkan, belediye başkanlığından oralara çıktı.

Muharrem İnce haklı olarak “Ama ya İstanbul’u alamazsam... “ diye düşünüyordur.

Doğru.

Ya alamazsa.

Ama şunu da bilmesi gerek.

İstanbul’u alamayan biri, Türkiye’yi zaten alamaz.

*************

Kamyon mu, pavyon mu?

Gereksiz yere yakılan arka sis lambaları meğer ne büyük dertmiş hepimiz için.

Yüzlerce yorum, yüzlerce mesaj geldi.

Bir okur çok güzel özetlemişti, “Sis lambası süs lambası değildir” diyerek.

Madem meseleye lambalardan girdik, bir başka “Rezalete” değinelim.

Şehirlerarası yük taşımacığılı yapan kamyonların “Işıklandırmalarına”.

Yollarda üç çeşit kamyon görüyoruz.

- Çok az sayıda ön ve arka aydınlatmaları trafik kurallarına ve standartlarına uygun kamyonlar.

- Oldukça yüksek sayıda arka lambaları yanmayan veya çok kötü bir ışıkla fark edilmesi imkansız bir şekilde yanan, ön farları ayarsız ya çok güçlü ya da çok zayıf kamyonlar.

- Ve yine çok sayıda tekerlekli pavyon gibi her yanında lambalar yanan, arka tarafları kıpkırmızı ledlerle tepeden tırnağa donatılmış, ön tarafına ışıklar saçan türlü ampuller yerleştirilmiş kamyonlar.

Bu üçüncü tür hepsinden beter neredeyse. O kadar fazla ışıklı ki, fren yaptığı zaman stop lambalarını görmek mümkün değil.

Bu rezalete ilk dikkatimi çeken ve bunun tehlikesine değinen Türkiye’nin en önemli otomotiv aydınlatma ürünleri üreticisi SaBa’nın patronu Mahmut Özlü olmuştu.

İşin ilginci Trafik denetleme ekiplerinin bu standarta uymayan ve yasa dışı aydınlatmalara sahip kamyonlara hiç ilişmemeleri.

Biliyoruz ki, sis lambaları süs lambası değil.

Peki Trafik Kanunun bazı maddeleri “süs maddesi” mi?

*************

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Özgürlükten zarar gelmeyeceğini bildiğimiz zaman.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar