Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

7 yıl önce Arap Baharı salgını sırasında başladı Suriye’deki felaket.

Esad gidecek, Suriye’ye demokrasi gelecek diye.

AK Parti iktidarının Türkiye’ye yaklaştırdığı, ortak kabine toplantıları bile yaptığı Esad devrilmek isteniyordu.

Türkiye önce bir kararsızlık geçirdi.

Yumuşak bir geçiş olabilir mi diye hesapladı. Esad’ı ikna etme çabası içine girdi hafiften.

Sonra baktı ki, rüzgâr farklı yönden esiyor “En şahin” kesiliverdi.

Esad gitmeli!

Eski başbakanımız Ahmet Davutoğlu Esad’a ömür biçti hatta.

Birkaç hafta içinde Şam’da, Emevi Camii’nde namaz kılacaktı.

Hesabı da basitti.

Esad’la yakındık ama Esad giderse iktidar Müslüman Kardeşler’e geçecekti.

Onlarla daha da yakın olacaktık.

Davutoğlu’nun hesaplamadığı şey, bölgedeki Müslüman devletimsiler için Müslüman Kardeşler, İsrail’den daha büyük bir tehditti.

Suriye meselesine dalan diğer ülkeler için de durum farklı değildi. Müslüman Kardeşler kabul edilemezdi, hele hele Mısır’ı gördükten sonra.

Suriye karıştı.

Esad ise kendi ülkesinde dar bir alana sığındı ama direndi.

Rusya ise önce olan biteni izledi sonra oyuna girdi.

Esad o gün paçayı kurtarma yolunda en önemli adımı attı.

İşler bizim beklediğimiz gibi gitmemeye başladı.

Suriye, Rus füzeleriyle bir Türk uçağını vurdu.

Ardından Türkiye, bir Rus uçağını düşürdü.

Türkiye’nin bölgedeki önemini bilen Rusya “Uçağımız vuruldu ama karadan atılan bir füzeyle yanlışlıkla vurulmuş olabilir” manasına gelen bir açıklama yaparak kapıyı aralık bıraktı.

Başbakanımız Davutoğlu kapıyı çarptı: “Biz vurduk yine vururuz”

Sonra Davutoğlu gitti.

Rus uçağını da Hava Kuvvetleri içindeki FETÖ’cülerin vurduğu anlaşıldı.

Mektuplar geldi gitti, bir yıllık bir küslükten sonra Rusya ile barıştık.

Bu arada ABD Suriye’de yol aldı.

Suriye’nin üçte birini koparıp 80 bin kişilik silahlı bir güç haline getirdiği PKK/PYD’ye verdi.

Esad ise Rusya’nın desteğiyle yavaş yavaş ülkesinin topraklarını geri aldı.

Tüm muhalifleri, Hatay’a komşu İdlib diye bir kente ve çevresine tıktı.

ÖSO’su da, her gün isim yapı değiştiren türlü İslamcı grubu da, bir kısım IŞİD mensubunu da EL Kaide’den El Nusra’ya, oradan da Heyeti Tahrir Şam’a evrilen ve Türkiye dahil herkesin “Terör örgütü” kabul ettiği cihatçı grupları da burada topladı.

Şu anda İdlib’de 3 milyona yakın insan yaşıyor.

Bu 3 milyon insan arasında yaklaşık 30 bin civarında silahlı adam var.

Suriye ve Rusya’nın buraya yapacağı baskının, bu üç milyon insanı Türkiye’ye doğru süreceği ve yeni bir mülteci dalgası başlatacağı biliniyordu.

Ve Türkiye uzun süredir bunu engellemeye çalışıyordu.

Sonunda beklenen oldu.

Rusya özellikle HTŞ’nin bulunduğu bölgeleri havadan vurmaya başladı.

Şu anda yaklaşık 1 milyon kişi duvarla örülen Türkiye sınırına dayanmış vaziyette.

Duvara karşı oturuyorlar.

Suriye sert bir kara operasyonuna girişirse, bu sayı 2 milyona ulaşacak.

Türkiye bu dalgayı Zeytin Dalı Harekâtı sırasında kontrol altına aldığı Suriye topraklarına yönlendirmek istiyor.

Ancak Esad güçleri ve İran’a bağlı milisler sert bir kara harekâtına başlarsa bu pek mümkün olmayacak.

Türkiye bu nedenle Rusya’yı Suriye ve İran’ı yapabileceği bir kara harekâtına karşı engellemeye çalışıyor.

Rusya bunu yapmaz ise eğer işler çok farklı bir noktaya kayabilir.

Türkiye bir anda Rusya ile Dışişleri Bakanımız tarafından “Stratejik” olarak nitelendirilen işbirliğini bozmak ve ABD ile yakınlaşmak zorunda kalabilir.

Böyle bir durumda S400 anlaşması dahi tehlikeye girer.

Dahası sınırımız tam anlamıyla Pakistan-Afganistan sınırına döner.

Siz ABD’nin “İdlib konusunda Türkiye ile aynı fikirdeyiz” açıklamalarına bakmayın.

Olan biteni keyifle izlediklerinden kuşkum yok.

NOT: Bu yazıyı meseleyi iyi bilenlerle yaptığım sohbetlerden çıkardım.

***

Foseptik patlamasın

Türkiye de elbette biliyor ki, İdlib sonsuza kadar bugün olduğu haliyle yani 3 milyon insanın arasına karışmış terör örgütleriyle sonsuza kadar sürdürülebilir bir durum değil.

Ancak yine Türkiye biliyor ki, şu anda İdlib, Suriye’deki iç savaşın foseptiği ve foseptik patlarsa bütün pislik Türkiye’ye akacak.

Bu yüzden de Türkiye’nin beklentisi Suriye’de nihai bir çözüm oluşuncaya ve Suriye’nin yeni anayasası yazılıp devreye girinceye, yani Baas rejimi son buluncaya kadar İdlib bu haliyle kalsın.

Bu dönemde de Türkiye’nin çabaları ile bölgede bulunan terör örgütü niteliğindeki silahlı gruplar zayıflatılsın, HTŞ’deki teröristler yerine daha ılımlı gruplar kaydırılsın.

Esad rejimi sürdükçe Suriye’ye dönemeyecek olan muhalif aile ve aşiretler de İdlib’de güven altında olsunlar.

***

Eve hırsız girerse hangi programı arayayım?

Çok acayip bir ülke olduk vesselam.

Emniyet ve adliyelik işler artık magazine havale edilir olmuş.

Yeğeni ile yaşadığı ilişkiyle gündeme gelen ve lanetlenerek bir kenara çekilen Murat Başoğlu isimli kişi, Ece Erken isimli sunucunun ifadesine göre, hakkında yapılan bir habere sinirlenerek elinde silahla Beyaz TV stüdyolarını basıyor.

Tabancasını programın yapımcının ağzına sokuyor.

Herkesi tehdit ediyor.

Sonra da çekip gidiyor.

Üstelik programın yapımcısı da bunu teyit ediyor, “Evet bunlar oldu” diyor.

İyi de bu bir magazin programı haberi midir, yoksa bu bir polisiye vaka mıdır?

Bu sunucu kadın tarafından sosyal medya ve magazin programı tarafından halka mı şikayet edilmelidir, yoksa bu durum polise ve savcılığa mı bildirilmelidir!

Basına yansıyanlara bakarsak bu konuda polise yapılmış bir şikayet, savcılığa yapılmış bir suç duyurusu falan yok.

Bu durumda yarın öbür gün evime hırsız girerse ben bu durumu gidip bir evlendirme programına mı şikayet etmeliyim?

Birisi bir cinayete kurban giderse, 155 yerine bir magazin programını mı aramalıyım?

Bu nasıl ülke, bu nasıl bir anlayış anlamak mümkün değil.

***

Değişken fiyatlı otoyol

Geçtiğimiz ayın önemli bir bölümünü ABD’de geçirdim.

Öğrendiğim bir şeyi sizinle paylaşmak istiyorum.

Bulunduğum kentte kiraladığım otomobille sürekli kullandığım bir yol vardı.

Yeni yapılmış ücretli bir yol.

İlk gün öğle saatlerinde geçtim bu yoldan ve 75 cent ücret ödedim.

Akşama yoğun bir trafikte aynı yoldan geri dönerken 75 centi hazırladım ama gişeye geldim 5 dolar diyor.

Şaşırdım.

5 doları verdim geçtim.

Anlam veremedim.

Belki geliş tarafı daha pahalıdır diye düşündüm.

Ertesi gün aynı yoldan sabah erken saatte, hayli tıkanık bir saatte geçmek zorunda kaldım.

Gişeye geldim.

Bu kez 8 dolar istiyor.

“Yuh” dedim. Verdim geçtim.

Aynı yoldan öğlen saatlerinde geri geldim.

Merak içindeyim bu kez kaç lira yazacak diye.

Gişede “3 dolar” yazıyor.

Haydaaa!

Tepem attı.

Dalga geçer gibi yol ücreti olur mu?

Büyük ihtimalle arıza falan var.

Sordum soruşturdum “Ulaştırma Otoritesi” diye çevirebileceğim bir kurum bakıyormuş bu işe.

Hemen aradım.

Kazıklandığımı düşünüyorum ve hakkımı arayacağım ya!

Birkaç aramadan ve kendimi tanıtmamdan sonra ilgili ve yetkili birine ulaşabildim.

Durumu izah ettim.

Kadıncağız gülmeye başladı ve anlattı.

Bu yol yeni yapılmış.

Yola harcanan para çıkıncıya kadar paralı olacakmış.

“Nasıl yani?” dedim.

Bu yol diyelim ki 1 milyar dolara mal oldu. Yılda 100 milyon dolar hasılat yapılırsa, 10 yıl sonra gişeler kaldırılacakmış ve yol bedava hale gelecekmiş.

İyi de bunun değişen ücretle ne alakası var?

Onu da anlattı.

Yolun fiyatı otomatik olarak taşıtları sayan bir algoritma tarafından trafik yoğunluğuna bağlı olarak belirleniyormuş.

Yoğunluk arttıkça fiyat artıyormuş.

Boş saatlerde 50 cente kadar düşüyor, çok yoğun saatlerde 10 dolara kadar çıktığı oluyormuş.

“Çok saçma değil mi, hem yoğun hem pahalı” dedim.

Zaten maksat da sürücülerin yoğun saatlerde alternatif yollara yönelmesini sağlamakmış.

Düşününce hoşuma gitmedi değil.

Acaba İstanbul’da köprülerin trafiğine bir çözüm olur mu?

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Yazın yediğimiz hurmaların kışın gösterdiği etkiye şaşırmadığımız zaman.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar