Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Fenerbahçe’nin düşme hattına gerilemesinden mutluluk duyan rakipleri var.

Eğlenmek için elbette güzel mevzuu.

Ancak Türk futbolu açısından çok da hoş bir durum değil.

Önce Türk spor medyasının halini bir ele alalım.

Şöyle yazıyorlar:

“Fenerbahçe tarihinde ilk kez bu duruma düştü”

Hayır efendim yanılıyorsunuz.

Tarih sizin bildiğiniz ya da hatırladığınızla başlayan bir şey değil.

Fenerbahçe daha önce de benzer bir durum yaşadı.

1980-81 sezonunda, Fenerbahçe az kalsın küme düşüyordu.

Türk futbol tarihinin en kısır sezonu olarak tarihe geçen o yılda Fenerbahçe ligi küme düşen Rizespor’la aynı puanda tamamladı.

Lig sona erdiğinde Rizespor’un 19, Fenerbahçe’nin de 19 puanı vardı.

Rizespor 11, Fenerbahçe 9 galibiyet elde etmişti.

Ancak Rizespor’un averajı -7, Fenerbahçe’nin averajı ise +4 olduğu için Rizespor düştü,

Fenerbahçe ligde kaldı.

O sezon Fenerbahçe’nin Başkanı Razi Trak’tı.

Peki Galatasaray’ın durumu farklı mı?

Bir yıl önce yani 1979-80 sezonunda küme düşmekten son anda kurtulan takım ise Galatasaray’dı.

2 puan daha az toplasa Galatasaray küme düşecekti ve o sezon Galatasaray’ın küme düşmesini engelleyen takım belki de Fenerbahçe olmuştu, Galatasaray’la berabere kalarak ki o maç buz gibi hatır şikesiydi. Muhtemeldir ki, Fenerbahçe Galatasaray’ı yenmemişti.

Fenerbahçe ve Galatasaray, Türk futbolunun Ying ve Yang’ıdır.

Onlar yoksa her şey eksiktir.

O yüzdendir ki, Fenerbahçe, şike suçlamasıyla karşı karşıya kaldığında, Fenerbahçeliler bile henüz gıkını çıkaramazken bu köşede ben “Fenerbahçe küme düşürülmemelidir” diye yazdım.

Fenerbahçe ve Galatasaray Türk futbolunun en önemli iki markasıdır.

Bir kaç yıl önce Digitürk’ten elde ettiğim veriler gösteriyordu ki, Türk futbolunun ekonomik potansiyelinin yüzde 40’ı Galatasaray, yüzde 40’ı Fenerbahçe, yüzde 12’si Beşiktaş’tı.

Hadi Fenerbahçe ve Galatasaray’dan 3’er puan düşelim onları da Beşiktaş’a ekleyelim.

Yine de yüzde 74’ü olur bu iki kulüp.

Yani bugün Türk futbolu bütün rezilliğine rağmen 500 milyon dolar yayın geliri sağlıyorsa bunun 370 milyon doları Galatasaray ve Fenerbahçe’dir.

Onlar yok ise bu para da yoktur.

Bu nedenle Fenerbahçe üzerine şakalar yapalım.

Ama unutmayalım ki, Fenerbahçe yok ise Türk futbolu da yoktur.

***

Yansıtılmayan şiddet

Geçen haftalarda yazdım, Fransa’daki Sarı Yeleklilerle, Türkiye’deki Gezi olaylarının başlangıcındaki katılımcı profilinin birbiriyle alakası olmadığını.

İki protesto arasında hiçbir benzerlik yok.

Her protesto, her toplumsal olay Gezi değildir.

Ama Türk basını bu benzetmeyi yapmaktan vazgeçmeyecek gibi duruyor.

Cehaleti bir dozla geçiren ilaç ne yazık ki icat edilmediği için, ne söylesek, ne anlatsak boş.

Cahilliğin tedavisi uzun ve meşakkatlidir.

Ve en vahimi cehaleti bir hastalık olarak ele alırsak, hasta hasta olduğunun farkında değildir.

Tam aksine, müthiş bir özgüven patlamasına yol açtığı için de, hastalığını, marifet zanneder.

Gelelim, dünya medyasının Sarı Yelekli protestolarına yer vermediği iddiasını.

Bu da çok doğru bir iddia değil.

Dünya Basını sarı yeleklilerin Fransa’da yaptıklarına geniş yer veriyor.

Oldukça geniş hem de.

Ancak Türkiye’deki siyasetçilerin kendi bakış açılarından haklı olduğu bir yer var.

Fransız polisinin ya da genel olarak Fransız güvenlik güçlerinin Sarı Yelekliler'e karşı uyguladığı şiddete yer vermiyorlar.

Gezi Protestoları'nda polisin uyguladığı şiddet dünya medyasında çok geniş bir biçimde yer bulurken, Sarı Yelekliler'e karşı Fransız güvenlik güçlerinin şiddeti aynı oranda yansıtılmıyor. Muhtemelen bunun temel nedeni ise Sarı Yelekliler eylemini destekleyen Fransızların önemli bir bölümünün aşırı sağı destekleyen kişilerden oluşması, eylemlere en açık siyasi desteği veren kişinin faşist lider Le Pen olması ve uluslararası desteğin ise Trump’dan geliyor olması.

***

Kongre ziyareti

Serdar Turgut geçen haftanın en önemli haberini yazdı Habertürk’te.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan, ABD Kongresine davet edilmiş ve Kaşıkçı cinayeti ile ilgili bilgi vermiş.

Türkiye’de bu konuda Fidan’a yönelik eleştiriler vardı.

“TBMM’ye bilgi vermeyen Fidan, nasıl olur da gidip ABD kongresine bilgi verir” diye.

Açıkçası ben de Hakan Fidan’ın gerekli hallerde, talep olması durumunda hatta tercihen bir gelenek olarak yılda en az bir kere kapalı bir oturumda TBMM’ye belli basil konularda bilgilendirme yapması gerektiğini düşünürüm.

Hele ki Başkanlık sisteminde bu daha gerekli bir görev haline gelebilir.

Bu bir yana ben Fidan’ın ABD Kongresine bu özel meselede, yani Kaşıkçı cinayeti hakkında bilgi vermesini hiç de yanlış bulmuyorum.

Sonuçta hesap vermiyor, bilgi veriyor.

Burada bir yanlışlık yok.

Çünkü Türkiye bu cinayeti, uluslararası ilişkileri açısından başından beri çok doğru bir biçimde değerlendirdi.

Suudi Arabistan’ın bölgede giderek artan Türkiye karşıtı etkinliğini bu cinayet sayesinde dizginledi ve hatta önemli ölçüde kırdı.

Fidan’ın kamu diplomasisi ile elde ettiğimiz bir pozisyonun korunması ve güçlendirilmesi açısından ABD kongresine bilgi vermesi Türkiye’nin aleyhine bir durum oluşturmuyor. Tam tersine bu imkan sağlıyor.

Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan “Benim bu konudan haberim yok” diye bir açıklama yaptı.

Hakan Fidan ABD kongresine gidip bilgi verirken bağlı olduğu Cumhurbaşkanı’ndan izin almadıysa asıl garabet burada.

Asıl sorgulanması gereken durum bu.

***

Ne dersin Nedim?

Emin Çölaşan ile Necati Doğru’ya FETÖ’cülükten dava açılmış.

Ciddi bir hapis istemiyle.

Olayı önce sosyal medyada gördüm.

“Herhalde Zaytung haberidir” dedim.

Sonra baktım ki, ciddiymiş.

FETÖ ile mücadele edilmiyor, FETÖ ile mücadele sulandırılıyor diyenleri haklı çıkaracak bundan daha iyi bir örnek olamaz.

Bu sulandırma değil, sulandırma ötesi bir durum olabilir .

Meşhur FETÖMETRE’ye bir sorsunlar bakalım.

Böyle bir saçmalık hiç görülmüş mü!

Bu konuda FETÖ uzmanı Nedim Şener ve Ahmet Zeki Üçok’un bu konudaki yorumlarını çok merak ediyorum doğrusu.

***

Simyacı

Hürriyet gazetesinin Altın Kelebek Ödülleri giderek daha fazla erozyona uğruyor.

Türk medyası ile birlikte Türk medyasının verdiği ödüller de giderek irtifa kaybediyor.

Bu konuda Medyaradar internet sitesinde çok hoş bir eleştiri okudum.

Üzerine laf etmem mümkün değil.

Ama Hürriyet’in simyacılığa soyunduğunu söyleyebilirim.

Simyacılar değersiz madenleri altına çevirmeye çalışırlardı.

Hürriyet de aksine büyük bir başarıyla altını tenekeye çevirme yolunda ilerliyor.

Ödül gecesinin fotoğraflarından aklımda kalan ise dizi oyuncularımızın rüküşlüğü oldu.

Birbirinden güzel kızlar, kendilerini bu kadar kötü gösterecek kıyafetleri nereden ve nasıl bulmuşlar çok merak ettim.

Şampiyonluğu ise açık ara Serenay Sarıkaya’ya verdim.

Yemin ederim bir blucin, altına stilettolar ve bir beyaz tişört ile gelseydi çok daha şık dururdu.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Okurların haklı eleştirilerine kızmadığımız zaman.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar