Tarif
Yemekle, daha doğrusu yemek yapmakla ilgilendiğimi bilenleriniz vardır.
Türk, Fransız, Japon. İtalyan.
Ama elbette favorim Türk mutfağı.
İddialı olduğum mevzu.
Yaprak sarmadan tandıra, enginar dolmasından kuzu kapamaya, islim kebabına kadar ellerimle pişiririm.
Ve bana göre Türk mutfağının en güzel yemeklerinden biri de karnıyarıktır.
Patlıcandan kızartma dahil ne yapılsa güzel olur ama karnıyarığın yeri başkadır.
Önce manavdan orta boy, hafifçe tombul ama çok da şişman olmayan, parlak mor patlıcanlar alınır.
Yıkandıktan sonra, kabuğu şerit şerit soyulur.
Ardından zeytinyağında hafifçe kızartılır ama kızartma istemiyorsanız, fırında veya mangalda közleyebilirsiniz de.
Sonda içi açılır, içine önceden hazırladığınız kıyma karışımı koyulur.
Karışımı hazırlamak çok önemlidir.
Önce iri bir baş soğan kavrulur, sonra içine orta yağlı veya az yağlı kıyma konur.
Ben kuzuyu tercih ederim ama dana da olabilir. Karışık da uyar.
Domates rendesi ile birlikte kavrulur kıyma. İçine biraz karabiber, az tuz eklenir.
Ben çok çok az, bir parmak ucu tarçın da eklerim.
İşte bu harç, kızartılıp, bir tepsiye içi açılmış olarak dizilmiş patlıcanların göbeğine yerleştirilir.
Üzerine ince iki dilim domates ve onun da üzerine enlemesine ikiye bölünmüş sivri biberin yarısı yerleştirilip fırına verilir.
Karnıyarığın yanında olmazsa olmaz domatesli pilavdır.
Pirinç yıkanır, ıslatılır, sonra tereyağının ve biraz da zeytinyağının ısıtıldığı tencereye alınır.
Pirinçler biraz yağda kavrulduktan sonra üzerine 1 pirince 1.5 olacak şekilde kendi sıktığınız domates suyu eklenir.
Kimileri domates suyuna su da katar ama ben doğrudan domates suyu ile yaparım.
Bu şahane ikilinin pezevenginin tarifi ise şöyledir:
Güzel bir manda yoğurdu alınır.
Bir yoğurda yarım su olacak şekilde sulandırılır.
1 kg yoğurt için iki büyük baş sarımsak dövülüp yoğurda katılır.
Sonra da iki büyük hıyar alınır.
Ben ince ince doğramayı severim, kimi rendeler. Çok fark etmez.
Bu doğranmış hıyarlar da sulandırılmış ve sarımsakla tatlandırılmış yoğurda katılır.
Buna da cacık denir.
Ahmet Davutoğlu’nun başlatacağı siyasi hareket var ya.
Bakın işte ondan bu bile olmaz.
Karnıyarığı pilavla yersiniz.
Kuru kuru.
***
Merak merak merak
Yenikapı’daki otomobil sergisi bitti galiba.
Ama benim kafamdaki sorular yanıt bulamadı.
Bu otomobilleri kim, nerede kullanıyordu?
Kimden alınmış, kimden kiralanmıştı?
Belediyedeki toplam araçların ne kadarıydı bu sergilenenler?
Hangi makamlara tahsis edilmişti?
Ya da hangi kurum ve kuruluşlar kullanıyordu?
Bu sorular yanıtsız kaldı sanki.
Aynı İSPARK’ın hizmetlerinden beleşe ya da indirimle yararlandığı söylenen 60 bin kişinin kim olduğu gibi.
Kimdi bu 60 bin kişi?
Kim İstanbul halkının cebinden avanta hizmet alıyordu?
Açıklanmadı. Söylenmedi.
Niye?
Bir pazarlık mı oldu?
Bir hesap mı yapıldı!
Biz yine niye eşek yerine konduk!
***
Nahit Abi
Yukarıda okuduğunuz yazının son satırını yazarken gelen telefonla öğrendim ki, Nahit Abimi kaybetmişim.
Canım abimi.
Türk medyasında adam gibi adam diyeceğimiz nadir insanlardan biri olan Nahit Abiyi...
30 küsur yıllık dostumu.
Büyüğümü.
12 Eylül sonrasının Arayış dergisini yapıyordu tanıdığımda. Ecevit ile birlikte.
Sonradan Hürriyet gazetesinin yayın yönetmeni olacak olan bir akademisyenin yazısını yayınladığı için hapse girmiş, gıkını çıkarmadan yatıp çıkmıştı.
Ona göre mesleğin içinde bir durumdu bu.
Çok şey öğrendim ondan.
İki ustam var ise biri Hıncal Uluç’tu, diğeri ise Nahit Duru.
Ender bulunabilecek tatlılıkta, iyilikte bir adamdı.
Mesleğin en keyifli günlerini de, en zor günlerini de paylaştığım kişiydi Nahit Abi.
1990’ların ilk yılı ya da 80’lerin sonu idi.
İstanbul’da Güneş gazetesi’ni yapıyorduk.
“Gel abi gazetenin başına geç” demiştik.
İkiletmemişti.
İstanbul’a gelmişti, gazetedeki arkadalarla tanışma faslı sırasında, arkadaşlardan biri “Nihat Bey” deyince “Evladım Nihat değil. Nahit. Nah-it. İşte köpek. Öyle kalsın aklında.”
Gazetenin sahibi batıp, maaşlarını ödeyemez hale geldiğinde de hiç umurunda olmamıştı.
Beş parasız günlerimizdi.
Maaş falan alamıyorduk. Maaşsız çalışıyordu herkes.
Üç beş bir şey bulursak personele dağıtıyorduk.
Ben de bulduğum para ile gazeteye kağıt alıyordum.
Güle eğlene çalışıyorduk.
Ama her akşam rakımızı içmeye gidiyorduk yine de.
Bir akşam, gazeteden çıkıp Beşiktaş Çarşı’da balıkçıya gittik.
Abisini, Cahit Abi’yi çarpmış, rakı parasını denkleştirmişti.
Yemekte canı turp çekti Nahit Abi'nin.
Dükkanda yoktu ama dükkan çarşının göbeğindeydi, önümüzde manav vardı.
“Fatih şuradan iki turp kapsana” dedi.
10 dakika sonra baktı bende hareket yok.
“Ulan bi turp al dedik mal gibi oturuyorsun burada" diye kızdı.
“Abi alayım da, manavı öperek mi alayım” dedim.
Para yoktu para.
“Nasıl yok ulan” dedi.
Gazeteyi bayilere benim Citroen otomobilimle dağıtıyorduk. Arıza yapmıştı. Son paramı tamirciye vermiştim.
Çok keyifli, çok unutulmaz günlerdi.
Sonra Best FM’de beraber çalıştık bir süre.
Ardından O Ankara’ya döndü.
Herkesin sevdiği, kadınların özellikle çok ama çok sevdiği biriydi.
Daha birkaç gün önce İstanbul’da eski aşklarından biriyle karşılamış, Nahit Abi’yi ne çok sevdiğimizden söz ettik.
Son zamanlarda sadece telefonla konuşabilir olmuştuk.
Kimseye kötülük etmemişti muhtemelen.
Şimdi göz yaşları ile bu satırları yazıyorum.
Ve yazı bitince gidip Hande’ye “Nahit Abi’yi kaybettik” diyeceğim.
Nasıl diyeceğim bilmiyorum.
Gerçekten bilmiyorum.
Acaba demesem, Nahit Abi bizimle kalır mı!
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
En büyük meziyetin iyi insan olarak anılmak olduğunu unutmadığımız zaman.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce