Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Dün TRT Haber’e çıkan enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. Meltem Özen çok önemli bir açıklama yaptı.

Dedi ki, “Şu an Türkiye’deki vaka sayısı aslında 600 ila 900 bin arasında. Bizim test yaptığımız vakalar toplam vakaların yüzde 15-20’si. Tıbben de baktığımız zaman her teşhis ettiğin vakaya karşı toplumda tespit edemediğin 10 vaka vardır. Bizim vaka sayımız 23 bin ise ortalamada bunu 10’la çarpacağız. Yani 230 bin vakamız var. Ama biz diyoruz ki, şu ana kadar vakaların yüzde 20 ila 25’ini test ettik. Bilemediniz yüzde 30 olsun. O zaman biz 230 bin vaka sayısını en az 3 ya da 4’le çarpacağız. Türkiye’nin vaka sayısı 600 ila 900 bin. Bu kadar vakamız var aslında”

Dr. Özen’in verdiği sayılara ben de katılıyorum.

Dün TRT Haber’de dile getirilen bu iddiayı Teke Tek’teki konuklarıma da sordum.

Onlar da “Mümkün. Muhtemeldir” dediler.

Bu iddia aslında daha önce de benzer şekilde Habertürk ekranlarında dile getirildi.

Dile getiren ise Sağlık Bakanı’nın üniversitesinin tıp fakültesinde görev yapan bir öğretim üyesiydi.

Bu yayın üzerine RTÜK Habertürk’e “Hiç bir otorite tarafından teyit edilmemiş bilgilerin gerçeklik ve doğruluk ilkelerine aykırı bir şekilde izleyiciye aktarılması” diye Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına da aykırı bir şekilde ifade özgürlüğü ile bağdaşmayan ceza verdi.

Şimdi RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’e ve bu ceza için parmaklarını kaldıran üyelerine soruyorum.

“Hadi bakalım TRT’ye de ceza verin verebilirseniz. Yoksa bu sayıları doğrulayan bir otorite var da bizim bu haberimiz yok”

Herhalde bu akşam bir gazeteci Sağlık Bakanı Koca’ya TRT’de dile getirilen bu iddiayı sorar.

Sonrasında ya RTÜK Habertürk’ten özür diler ve cezayı geri çeker ya da TRT’ye de bir ceza keser!

*

Cübbeli bile doktora soruyor size değil!

Bilim Kurulu’nda Diyanet İşleri de bir sandalye istiyormuş.

Diyanet’in İlim Kurulu’nda yeri olabilir de Bilim Kurulu’nda ne işi var anlamadım.

Hiç kimse Diyanet işleri Başkanlığı'na “Aşı ya da ilaç üretiminde ne noktaya geldiniz” diye sormuyor.

Diyanet İşleri Başkanı’nın “Camiler kapalı, bizim personel evde boş boş oturuyor, gerek var ise bizim imamlar da sağlık personeline yardım için hastanelerde geçici görev almak istiyor” diye bir açıklamasına da şahit olmadık.

Corona pozitif olup durumu ağırlaşınca “Beni mahalle camiine yatırın, orda tedavi olayım” diyene de rastlamadık çok şükür.

Hastalıkla ilgili gelişmeler konusunda bilgi almak için mahalle camiinin imamına giden de görülmüyor.

Bak daha ötesini söyleyeyim, Cübbeli Ahmet Hoca’yı bilirsiniz, Ahmet Mahmut Ünlü.

Yemin ediyorum o da bilimin peşinde.

Teke Tek sonrası zaman zaman telefon edip, doktorların söyledikleri konusunda benden bilgi istiyor.

Ben de seve seve veriyorum.

Yani sonuç olarak Bilim Kurulu’nda sandalye istemenin temeli nedir bilmiyorum.

Bir doktorun, bir fizikçinin, bir biyoloğun, bir kimyacının Diyanet İşleri Başkanlığı Danışma Kurulu’nda koltuk istemesi kadar anlamsız bir talep.

*

Kitabın yazılmamış yerinden soru gelirse

Corona sonrası Türkiye ekonomisi ne olacak, dünya ekonomisi ne olacak, bizi nasıl bir dünya bekliyor soruları çokça sorulurken dün Habertürk ekranlarına Prof. Daron Acemoğlu çıktı.

Kübra Par’ın karşısına.

En parlak ekonomistimiz.

Nobel adayımız.

Sadece bizim değil, dünyanın bu alandaki gözbebeği.

Ben kendi programım öncesi heyecanla geçtim ekranın karşısına.

“Acaba sevgili kardeşim Daron ne diyecek?” diye.

Dinledim sonuna kadar.

Daron Acemoğlu, bu işin piri ve miri yaklaşık 50 dakika konuştu ve gelecek dönemle ilgili ne dedi biliyor musunuz?

Hiç!

Şaka yapmıyorum.

Pek çok şey söyledi ama ne olur ve bu iş nasıl toparlanır ile ilgili söylediği somut hiçbir şey olmadı.

Belli ki, dünyanın en önemli ekonomisti de olsanız “kitabın bilmediğiniz” çalışmadığınız ve hatta şimdiki durumda olduğu gibi “henüz yazılmamış” bölümünden gelince soru, yanıtı bilemiyorsunuz.

İyi talebe olmak, iyi çalışmış olmak yetmiyor.

Öyle görünüyor ki, yeni dönem her alanda “yeni fikirler” gerektirecek.

Yeni yaratıcılıkları körükleyecek.

Bilenen çözümleri anlatana değil, bilinmeyen çözümleri icat edene gerek duyulacak.

O güne kadar herkesin işi zor!

*

Corona sonrası dünya

Sevgi kelebekleri, iyi niyet pıtırcıkları var ortalıkta car car car konuşan.

İnsanlık uyanışa geçmiş, bundan sonra daha akıllı olacakmışız, dünyaya daha saygılı davranacakmışız, yeni dönem başlamış, virüs sonrası insanlığı güzel günler bekliyormuş.

Genel olarak optimist bir karaktere sahip olmama rağmen, bu enayilere hayli gülüyorum.

İnsanlığın bu kadar kısa sürede uyandığını, insanlığa yön verdiğini düşünün lider taifesinin bu kadar çabuk ayıp, kötü alışkanlıklarından bu denli çabuk çark ettiğini tarih yazmadı.

Mesela Trump denen cahil yarın kalkıp “Aaaa, bak çevre ne önemliymiş meğer. Ben en iyisi Paris Anlaşması'na riayet edeceğimi açıklayayım” mı diyecek?

Ya da Trump’a oy veren Orta Amerikalı kızıl boyunlu hırtlar “Bak bu Trump dünyayı felakete götürüyormuş meğer. Biz demokrat olalım” mı diyecekler?

Doğru olabilir, bu salgın yaratacağı hasara ve yapacağı kıyıma oranlı bir ders verecek, bir uyanışa neden olacaktır ama bu gibi uyanışlar bir günde olmaz.

Yıllar, on yıllar, bazen daha uzun süreler alır.

Tam aksine kısa vadede olacak olanlar beklediğimizden çok daha olumsuz bir ortama doğru sürüklenebilir.

AB ÇATIRDIYOR

Daha önce de söyledim, Avrupa Birliği bu hastalıktan büyük hasar alıyor.

İtalya ile diğer üyelerin arası giderek açılıyor. Bugün İtalyanların en nefret ettiği iki ülke deseniz muhtemelen bu sıkıntılı durumda kendilerine el uzatmayan Almanya ve Fransa’yı işaret edebilirler.

Bunu siyasi olarak da saklamıyor İtalyanlar.

İspanya’da da hissiyat açısından durum çok farklı değil.

Büyük bir siyasi birlik Brexit sonrası bir kez daha derinden sallanıyor.

Rusya ve Çin durumu hemen hissedip bu iki ülkeye yardım elini uzattı bile.

Yağmasalar da gürlüyorlar.

DEMOKRASİSİZ ÇİN MODELİ

Bir başka önemli mesele “demokrasi” konusu.

Çin modeli uzun zamandır tartışılan bir konuydu.

Çin on yıllardır peş peşe gösterdiği zaman zaman 2 haneli sayılara ulaşan büyüme oranı zaten dünyada “Acaba büyüme için demokrasi ve insan hakları gerekli değil tam aksine engel mi, Çin gibi otoriter rejimler büyüme için daha mı iyi” tartışmasını başlatmıştı.

Çin’in corona sırasında varolduğu iddia edilen başarısı ve sonrasındaki hızlı toparlanma görüntüsü Çin modelini bir kez daha ve daha güçlü bir şekilde gündeme getirebilir.

Yani demokrasisiz ekonomik başarı.

Demokrasisiz sosyal huzur.

BASKICI REJİMLER Mİ GELECEK!

Yine corona salgını sonrası oluşacak sosyal çalkantılara karşı oluşması muhtemel bir başka gelişme “baskıcı ve otoriter” rejimlerin güçlenmesi ve çıkar yol olarak görülmesi.

Beklenenin aksine ulusların içe kapanması.

Milliyetçi ve hatta belki de ırkçı eğilimlerin artması da bir diğer güçlü olasılık gibi görünüyor.

Irka dayalı stereotipleştirme ve dışlama eğilimleri şimdiden özellikle Avrupa ve Amerika’da baş gösterdi bile.

SAVAŞSIZ DÖNÜŞÜM FIRSATI

Dün fikirlerine değer verdiğim bir dostum şöyle dedi:

“Savaş olmadan dünyada böyle bir genel tehdidin olması yeni bir düzenin kurulması için insanlığın önüne çıkmış en büyük fırsat. Bunu yapabilirlerse yeni nesiller başka ve güvenli bir dünyada yaşayabilirler.”

Bu da çok güçlü bir olasılık gibi görünüyor.

Ulusların bilinçlenme düzeyine bağlı olarak!

*

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Hadsize had bildirmek terbiyesizlik sayılmadığı zaman.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar