Ecdadını bile bilmeyenler!
Sosyal medya üzerinden, bana yolladıkları mail'lerle, bol hakaret, bol küfür, bol yalan yanlış bilgi ile zannediyorlar ki kızdıracaklar, üzecekler, asabımı bozacaklar, fikir değiştirtecekler.
Bu dediklerimin hepsi olabilir aslında.
Üzülebilirim, kızabilirim, asabım bozulabilir, hatta fikrim değişebilir.
Bunları yazanlar adam olsa, bilgili olsa, akıllı olsa, kaliteli olsa, fikirleri olsa, edepleri olsa etkili olabilirler belki.
Ama üç otuzluk beyinsizler beni ne üzebilir, ne kızdırabilir, ne de fikrimi etkileyebilir.
Bu köşeyi sürekli okuyanlar bilir iki şeye dikkat ederim.
Helada çiklet çiğnemem b.k yiyorum zannedebilirler.
Ahmaklarla tartışmam aynı seviyedeyiz zannedebilirler.
İnanç vergisi dedim diye türlü hakaret, türlü abuk sabuk laf.
“Geberince yıkamayın cenazesini atın bir çukura leşini...”
Vallahi hamaset olsun diye söylemiyorum ama binlerce yıldır pek çok şehidin cenazesi yıkanmadı, savaş alanlarına gömüldü.
Sorun değildir.
Deniz kazalarında, uçak kazalarında ölen pek çok kişinin mezarı olmadı o da çok sorun değildir.
Bana da dert olmaz ama bakın o ağzınızdan düşürmediğiniz ecdat var ya ecdat.
Hani o hiç bilmeden sözde hayranı olduğunuz Osmanlı var ya Osmanlı mesela.
Bakın onlar inanç vergisi konusunda size mi yakınmış bana mi yakınmış bir okuyun ve kıt kafanız alırsa öğrenin.
Bir tarafımdan uydurmuyorum sizin gibi.
Bakın mesela “Osmanlı Devleti’nde Dini Teşkilatlanma ve Yaygın Din Eğitimi” başlıklı makalesinde Dr. Mehmet Bolat ne yazmış:
“... Osmanlı döneminde camiler banilerin kurduğu vakıfların mütevellileri tarafından yönetiliyordu. Cami vakıflarının yönetiminden sorumlu olan mütevelliler her yıl muhasebe sonuçlarını mahalli kadı aracılığı ile merkeze gönderip tasdik ettirirlerdi. Camide bir görev boşaldığı zaman atama yetkisi olmayan mütevelli Kadı’ya münasip birini teklif eder Kadı da bir ilamla durumu İstanbul’da Divan-ı Hümayun’a arz eder, teklif edilen şahıs uygun görülürse kendisine görev verilirdi. Vakıf sahibinin vakfiyede tespit ettiği imam, müezzin, hatip, kayyım, cüzhan, devirhan, surehan, dersiam gibi görevlilerin ücreti mütevellilerce ödenirdi. Artan gelirler (Zeviad-i Evkaf) caminin bakım onarım gibi ihtiyaçları için kullanılırdı...” (Diyanet dergisi. Cilt 15. Sayı 2. Sayfa 106- Nisan- Mayıs-Haziran 1999)
“2. Mahmut döneminde Avkaf-ı Hümayun Nezareti kurularak (1826) İmparatorluk içindeki bütün vakıfların gelirleri bu nezaretin denetimine verilince, büyük bir yeküne ulaşan fazla gelirin vakıf gayeleri dışında devlet hazinesine aktarılması, diğer vakıflarla birlikte cami vakıflarını zayıflatmış, pek çok cami vakıfı giderlerini karşılayamaz hale gelmiştir” (Ahmet Önkal-İslam Ansiklopedisi C7 S.53)
Yani anlayacağınız “Ecdadınız” zannettiğiniz ama aslında size göre odunla dövecek olan Osmanlı’da ibadetin finansmanı devlet tarafından değil, inananlar tarafından yapılıyordu.
İşinize gelince Cumhuriyet'e mal ettiğiniz camii vakıflarının zayıflatılması işini ise yine ecdadınızdan 2. Mahmut yapmış, devletin camilere kaynak sağlaması bir yana camilerin devlete kaynak sağlamasını getirmişti.
Şimdi siz bunları okuyun, hazmedin, aklınız alırsa öğrenin.
Sonra bana sövmeye kaldığınız yerden devam edersiniz.
Tamam mı cühela sürüsü.
Anlaştık mı!
NOT: Yemin ederim İnanç Vergisi meselesini yazarken buna tepki geleceğini tahmin ediyordum ama daha çok mevcut iktidara muhalif olan kesimlerin kızacağını düşünüyordum. Kıza kıza sadece cahil olanlar kızdı.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce