Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

OKUR MEKTUPLARI - PAZARTESİ

Merhabalar Sayın Altaylı,

Sayın Burhan Kuzu, size "Mahkemelerde hak arama ne zamandır yadırganır oldu Fatih Bey" diye sormuş.

Cevap veriyorum.

18 yıldır Anayasa Mahkemesi'nde hak arayan CHP, her dilekçesini mahkemeye sunduğunda...

Saygılarımla

M.G.M.

*

Al sana nepotizm

Fatih Bey merhaba, yazınızda bahsettiğiniz gibi bazı kamu yöneticilerinin eşine dostuna torpil yapıp işe aldırdığını duyuyoruz ama birçoğu ispatlanamıyor. Bir hikaye de bende var paylaşmak istedim. Karaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yüklenici firma yetkilisi olarak görev yapmaktayım. 2019 yılı mayıs ayında yapılan hizmet alımı ihalesi sonrası, uhdemizde kalan ihale ile ilgili, şartnamede istenen ilgili işi ifa edecek personellerin alımı ve personellerin tüm özlük haklarının şirketimize ait olduğu açıkça yazarken dönemin başhekimi O.A. lise mezunu bile olmayan 40 yaşına gelmiş bir sözde yerel basın mensubu olduğu iddia edilen bir şahsı, hakediş faturalarımızı üstü kapalı bir şekilde ödememekle tehdit ederek zorla şirketimizde işe aldırmıştır. Kendisi şu an Aydın İl Sağlık Müdürüdür. İşkur'da onlarca üniversite mezunu işsiz gencimiz iş beklerken yeterli tahsili ve niteliği bulunmayan 40 yaşında birini tehditle işe aldırmak kul hakkı değil de nedir?

*

Al sana bir nepotik daha

Fatih Bey merhaba, İstanbul'da bir ilçe belediyesinde çalışıyorum. Geçen ay doktoramı bitirdim ve ilan.gov.tr üzerinden öğretim üyesi ilanlarını takip etmeye başladım. İlanların tamamında görevden alınan rektörün yaptığı gibi çok spesifik ifadeler yer alıyor. Bu işlerden anlayan bir arkadaşım olayın arka planını anlattı. Üniversite kadroları için çıkılan ilanlarda zaten alınacak kişi önceden belli oluyormuş. İlan çıktıktan sonra o ilana boş yere başvurma kesinlikle almazlar dedi arkadaşım. Torpil ile üniversite yönetiminden kadro ayarlamak gerekiyormuş. Bilim üreten kurumlara bile torpil ile girilebiliyorsa bu ülkede bilim nasıl gelişebilir, ülke nasıl düzlüğe çıkabilir ki? Ekte bir örnek gönderiyorum. Kriter olarak kariyer uyum üzerine çalışma şartı konmuş. Şu anda bu konumda olan sadece bir kişi vardır. Bu, çok ama çok spesifik bir kriter.

(Not: Eğer anlattıklarımı kullanırsanız isim bilgimi lütfen gizli tutunuz, nedenini yazmama gerek yok sanırım.)

*

Meslek liseleri ve öğrencileri

Fatih Bey merhaba, İstanbul'da bir meslek lisesinde öğretmen olarak görev yapmaktayım. Doktora mezunuyum, vakıf üniversitelerinde, misafir öğretim görevlisi olarak dışarıdan dersler de vermekteyim.

2019 verilerine göre liseye kayıtlı öğrencilerin yaklaşık %30-32'si meslek lisesi öğrencisi (5,7 milyon toplam lise öğrencisi içerisinde 1,8 milyon civarı meslek lisesi öğrencisi) gayet ciddi bir rakam.

Eğitim ile ilgili tartışmalarda, düzenlemelerde, yazarlar, eleştirmenler vb. hep lise kavramı üzerinden görüş bildiriyor. Fakat, eğtimde fen lisesinden, mesleki eğitim merkezlerine kadar farklı düzeyde ve kalitede çok katmanlı bir yapı ve öğrenci profili söz konusu. Bu çok katmanlı yapı içerisinde kaliteli öğrenci kitlesi ve okul sayısı da malumunuz oldukça sınırlı. Bu çerçevede getirilen eğitime yönelik yapılan olumlu ya da olumsuz eleştirilerin her okul türüne ve öğrencilere giydirilecek hazır bir kıyafet olmadığını ifade etmek isterim. Farklı zamanlarda farklı ortamlarda bu konu hakkında görüş bildiren akademisyen uzman vb. bu bakış açısını ihmal etmekte. Uzaktan, mutfakta ne olup bittiğinin farkında olmadan görüş beyan etmekte.

Meslek lisesinden görev yapan bir öğretmen olarak şunu söyleyebilirim, meslek lisesine gelen öğrenci başka bir yere gidemediği için bu okullara gelmekte yani geçmişten, ailenin yetersizliğinden vb. pek çok görüşle açıklanabilecek sebeplerden dolayı amaçsız, bilinçsiz bir şekilde lise hayatına devam etmekte. Amaç yok, motivasyon yok. Şunlar tartışılıyor zaman zaman, matematik dersi kaç saat okutulsun, İngilizce kaç saat okutulsun, din kültürü dersi olsun mu olmasın mı? Fatih Bey inanın dersin adının önemi yok. Öğrenci hangi dersin olduğundan bile habersiz, öğrenmiyor, İngilizce de, matematik de, din kültürü de, coğrafya da, hele hele fizik, kimya biyoloji hiç öğrenmiyor, öğrenemiyor. İşin bir diğer boyutu ciddi bir ahlaki çöküntü söz konusu gençlikte. İstanbul'da trafikte bazen öfkelendiğimde, okullarımızı hatırlıyorum ve şu düşünce öfkemi alıyor. "Muhtemelen bizim ya da başka bir meslek lisesi öğrencisi bu trafikteki canavarlar o yüzden hiç kendini paralama sakin ol, durumu biliyorsun"

Din kültürü öğretmeni ile tartışıyoruz önce ahlak mı, din mi, din kültürü öğretmeni önce din diyor. Ben ümitsiz. Nereden başlanır, nasıl düzeltilir. Böyle gelmiş böyle mi gider? Görünen o ki maalesef daha da kötüleşerek böyle gider.

Diğer taraftan ülkemizin güncel konusu olan kadına şiddet, sokakta şiddet, hayvana şiddet vb. her türlü olumsuz haberlerin, bugün düzeltici tedbirleri almaya başlasak bile güncelliğini kaybetmesi uzun, uzun yıllar alacak şüphesiz. Yukarıda açıklamaya çalıştığım ahlaki durum ve profil çerçevesinde.

Evet duyarlı bir kitle var ya da öyle görünüyor (Sizin kaldırımda karşılaştığınız motor sürücüsü gibi de olabilir, sanal duyarlılar) fakat sanırım bu duyarlı kitle okyanustaki su damlaları sayısında. Böyle olunca da pek ümidi kalmıyor, ülkenin ahlaki geleceğe dair kendimin.

Pek mümkün olmayacağını düşündüğüm için girişimde bulunmayı sürekli ertelediğim konu eğitimle ilgili görüşlerimi uzun süredir sizi Habertürk'te ziyaret edip uzun uzun aktarmaktı. Bu şekilde kısmen de olsa düşüncelerimi aktarmış olayım.

Saygılar.

*

Tarımsal araştırma enstitülerinde eğitim sorunu

Merhaba Sayın Fatih Altaylı,

Yazılarınızı düzenli olarak takip ediyorum. Tarımsal Araştırma Enstitüsü ile ilgili son yazınızı da okudum. Sonunda enstitüleri de yazan oldu, öncelikle gündeme taşıdığınız için teşekkür ediyorum. Ben 20 yıldır araştırma enstitüsünde çalışıyorum. Master yaptım. Doktora bitirdim.

Tek sorun keşke işçi olsa. Doktora bitiriyorsunuz, bilgi ile kendinizi donatıyorsunuz. Sonuç evrak işi yapan mühendis ile aynı özlük hakları, aynı maaş.

Master en az 2, ortalama 3 yıl, doktora en az 4, ortalama ise 6 yıl. Toplam 9 yıl. İki lisans eğitimi süresi daha ama maalesef önem veren yok. Sonuçta bilim insanıyız. Araştırma yapıyoruz makale yazıyoruz ama ne yaparsanız yapın lisans eğitimli mühendis ile aynısınız.

Hatta doçent olanlar var enstitülerde. Yine herhangi bir maddi kazanç yok. Bu durum enstitülerde çalışan insanların şevkini kırıyor. Çoğu doktora bitince üniversitelere geçiyor. Sürekli personel değişiyor. Enstitüler kariyerinin başındaki kişilere kalıyor. Bu da her anlamda ilerleme hızını azaltıyor, çalışmalara sekte vuruyor.

Diğer bir sorun üniversiteler araştırma yapıyor, araştırma enstitüleri de yapıyor. İki kurum arası işbirliği yetersiz. Oysa ki güçler birleştirilse çok verimli olacak. Daha önceki genel müdürlerimiz YÖK'e enstitülerin üniversitelere bağlanması için görüştüler. Ancak Ziraat Fakülteleri şiddetle karşı çıktı. Çünkü pastayı paylaşmak istemiyorlar. Çıkarlarına ortak istemiyorlar.

Enstitüler öğrencilere master yaptırabilse yine çok şeyler değişebilir. Bir dinamizm gelebilir. Bir başka sorun bu kurumların yöneticileri. Maalesef yetkinliği olmayıp yönetici olan kişiler var. Personelin motivasyonunu en çok kıranlar da onlar. Enstitüler üniversitelere bağlansa ya da tarım üniversitesi kurulup enstitüleri bünyesine alsa birçok şey çözülecek. O zaman doktora yapanlar doçent olanlar özlük haklarına kavuşabilirler. Yıllardır özlük haklarımız iyileştirilecek deniliyor. 20 yıl doldu hiçbir ilerleme yok.

Enstitüleri daha çok araştırıp gündeme taşıyabilirseniz memnun olacağız.

Yazdıklarım tamamen şahsi fikrim olup hiçbir kurum ile ilgisi bulunmamaktadır.

İsmimi paylaşmazsanız memnun olurum. Sonuçta devlet memuruyum. Burası Türkiye.

Saygılarımla

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar