Yeni SL 63 AMG: Çok güçlü, çok kolay, çok vergili
Geçen hafta elektrikli Kia EV 6’yı anlatırken, haftaya Mercedes SL 63 AMG’yi yazacağım diye söz vermiştim.
Madem söz verdik.
Yazacağız elbette.
Bu köşenin daha doğrusu otomobil yazılarımın takipçileri bilir, Mercedes’in özellikle de üst segment otomobillerinin yeri benim için ayrıdır.
Pek çok iyi otomobil vardır.
Pek çok lüks otomobil vardır.
Hatta sadece ultra lüks otomobillere odaklanmış üreticiler, markalar vardır.
Ama bana göre Mercedes Mercedes’dir.
Katılmayabilirsiniz ama bu benim düşüncem demeyeyim, inancımdır.
Bu yüzden de birkaç yıl önce, henüz daha otomobillere akıl dışı, hatta insanlık dışı vergiler koyulmadan önce “Dar-ı Dünya’da giderayak iyi bir Mercedes’e bineyim” diye bir spor Mercedes almaya kalkıştım.
Tanıdığım bir Mercedes bayiine gittim.
Yine tanıdığım bir müşteri temsilcisi ile oturdum “Bir AMG GT almak istiyorum” dedim.
Ellerinde araç yoktu.
1 yıl kadar beklemem gerekecekti.
SL SADECE SL'DİR
Müşteri temsilcisi Bülent’e “Yahu bir yıl içinde çok şey olabilir. En önemlisi aklım başıma gelip vazgeçebilirim. Vergiler artar ki artacak diye bir dedikodu var param yetmez alamam. Başıma bir iş gelir, otomobil kullanacak durumda olmam. Hatta belki dünyada olmayabilirim” dedim.
Bülent de cevaben, “Abi otomobil söz konusu olunca senin aklın başına ne zaman gelmiş ki, 1 yıl içinde gelsin ama ben sana başka bir şey söylemek istiyorum. Sen AMG GT’yi alma zaten. Çünkü muhteşem bir SL geliyor. Yeni ve belki de SL’lerin sonuncusu. Onu bekle. Sen şimdiden onun için sıraya gir. Çok acayip bir şey olacak” dedi.
Zaten bu konuşmanın arkasından vergilere müthiş artışlar geldi. Değil böyle bir otomobil almak, böyle bir otomobilin hayatını kurma ihtimaliminiz bile Maliye Bakanlığı engeline takıldı.
Aradan da 1 değil en az üç yıl geçti ve Mercedes SL’lerin sonuncusu sonunda arzı endam eyledi.
Mercedes SL ilginç bir otomobildir aslında.
İlk SL bir yarış otomobili olarak bundan tam 70 yıl önce 1952 yılında imal edilmiş, Amerikalı bir ithalatçının isteği üzerine yol versiyonu da üretilmiş ve o günden bugüne bir efsane olarak devam etmiştir.
SL kısaltması bazen Sport Leicht yani spor hafif, bazen de Super Leicht yani süper hafif olarak ele alınmış sonunda süper hafifte karar kılınmıştır.
143 MİLYON DOLARA SL
1955 yapımı bir 300 SLR Uhlenhaut, 143 milyon dolarlık satış fiyatı ile bugüne kadar satılmış en pahalı otomobil unvanına sahiptir.
Mercedes, az zenginlerin de ulaşabilmesi için 1950’lerin sonundan itibaren SL 190 modelini üretmeye başlamış, sonrasında SL’in efsane modeli Pagoda’yu piyasa sürmüş, sonra 1970’lerin ilk yarısında Mercedes’i lüks otomobil aleminin kralı yapan W 116 kasanın SL serisi W107 ile zirveye yerleşmişti.
Yani anlayacağınız SL kendi başına bir sınıftır. Bazıları bu sınıfa zaman zaman Jaguar XJS Cabriolet’yi, Zaman zaman Porsche 911 Cabrio’yu, ya da BMW 8 Cabrio'yu sokmaya kalkışsa da SL sadece SL’dir.
SL sadece Mercedes’tir.
Bu yüzden de Mercedes’ten arayıp “Yeni SL geldi ve bir test aracı yollamak istiyoruz” dediklerinde çocuk gibi sevindim.
MÜTHİŞ BİR RENK
Mercedes’ten gelen araç şimdiye kadar gördüğüm en güzel otomobil boyalarından birine sahipti. Mercedes bu renge Mat Monza Grisi demiş ama griden çok şampanya, vizon, sütlü kahve demek mümkündü. Hatta bu rengi cortado diye adlandırmak fena olmazdı. Daha önce beni bu kadar etkileyen tek renk Ferrari'nin "Grigio İngrid"i olmuştu. (İngrid Bergman için yapılan bu rengin hikayesini bana burada anlattırmayın. Google'dan bulup okuyabilirsiniz.)
Matlaştırılmış boya, siyaha yakın soft top ile SL 63 gerçekten müthiş görünüyordu.
ANLAŞILMASI GÜÇ BİR DİZAYN
Çok garip bir otomobildi aslında.
Büyük görünen küçük, küçük görünen büyük, basık görünen ferah, ferah ama basık çok farklı bir dizayndı.
AMG GT’yi hem andırıyor, hem andırmıyordu.
Yepyeni bir şeydi.
HARD TOP'SUZ SL ŞAŞIRTICI
SL 63 yeni Mercedes S klasse ve bazı başka yeni otomobiller gibi yanına yaklaşınca kapı kollarını dışarı doğru uzattı. Hem de aydınlatarak. Bozulmasından hep korktuğum kollarını.
Yeni SL’de alışılmadık olan ise otomobilin Pagoda’dan bu yana ilk kez sadece soft top yani kumaş tavan ile üretiliyor olması idi.
1960’larda, 70’lerde ve hatta 80’lerde SL soft sökülebilir hard top seçenekleri ile üretilmiş.
1990’ların sonundan itibaren katlanabilir hard top ile piyasaya çıkmış olan SL bu kez sadece soft top olarak satılacaktı ve bunun nedeni ağırlıktan tasarruf etmek ve kullanıcıya daha geniş bir bagaj alanı sağlamaktı.
SL 63 AMG’nin içine girince önce karşımıza Merdecedes’in S serisinde de kullandığı ortadaki dev ekran çıktı.
Kabin içinde oldukça baskın bir durumda idi ekran.
Sonra ise nispeten sportifleştirilmiş ama Mercedes’in çağdaş iç kabin tasarımını büyük ölçüde yansıtan çok şık bir iç mekan.
Yine de beklediğim ya da umduğum kadar sportif değildi.
Dev bir ipad büyüklüğündeki ekran artık spor otomobillerin de dijital çağa ayak uydurduğunu ama benim gibi kullanıcıların henüz daha buna kafa uyduramadıklarını anlatıyordu.
Ancak spor koltuklar ve dashboard'un duruşu spor bir otomobilin içinde olduğunuzu hatırlatıyordu.
Soft top’un içerden görüntüsü ise çok ilginçti.
Üzerinizde alışık olduğunuz türde bir soft top yoktu. Hatta sof top olduğunu anlamanız bile mümkün değildi.
Bayağı bayağı sağlam, şık, oturaklı bir malzeme vardı üzerinizi kaplayan.
Ekranın arkasına hafifçe gizlenmiş gibi duran motor çalıştırma düğmesine basınca, otomobilin içi birden canlandı. Ekran ışıldadı, gösterge tablosunda grafikler ortaya çıkmaya başladı ve aynı anda motorun sesi arkadaki dört egzozdan çıkarak kabine ulaştı.
Tatlı bir hırıltı şeklindeydi.
TERBİYELİ BİR CANAVAR
Hırıltının kaynağı olan motor ise ön kaputun altındaki 4 litrelik canavardı.
Turbo 4 litrelik V8 sıkı bir 585 beygir üretiyordu ama zannederim küçük bir oynama ile bunu 650 beygire ulaştırmak mümkündü.
Tork ise 800 nm gibi akıl dışı bir sayıydı.
Bu güç ve bu tork SL 63 AMG’yi 0’dan 100 kms sürate 3,6 saniyede ulaştırıyor son sürati ise 315 kms olarak belirliyordu.
Bu değerler de yeni SL 63 AMG’yi şimdiye kadar üretilmiş en güçlü olmasa bile en hızlı SL yapmaya yetiyordu. (İki ayrı SL 65 modeli 621 beygir ve 651 beygirlik güçleri ile daha yüksek güce sahipti.)
Direksiyon ise insana kendini Lewis Hamilton gibi hissettirmek için imal edilmişti sanki.
Üzerinde sürüş modlarını belirleyen bir buton vardı ve ekonomik, konfor, spor, spor plus ve pist modlarından birini seçebiliyordunuz.
Spor modlarını seçtiğiniz anda egzoz sesi de anında değişiyor, bayağı bir canavarlaşıyordu.
Tabii spor modları seçmeden de bu sesi elde edebilmesini sağlayan ayrı bir buton da vardı.
Bir diğer butonla da otomobilin sürüş kontrol sistemlerini devre dışı bırakıp otomobili daha eğlenceli ama haliyle daha tehlikeli hale getirmeniz de mümkündü.
HİSSİYAT ÇOK SPORCU DEĞİL
Gösterge ekranında da en klasikten, en son ve hatta en uzay çağı ekranları seçenek olarak önünüzde idi.
Ortadaki dev ekran ise eğlence sisteminden aracın kontrollerine, havalandırmadan sürüş ayarlarına kadar her şeyi yapmanıza imkan veren son derece kullanıcı dostu programlarla donatılmıştı.
Mercedes uzunca bir süredir bu konuda çok başarılı.
Tahmin edeceğiniz üzere ben hemen pist modunu seçerek garajdan çıkardım otomobili.
Hafif ıslak zeminde çok da doğru bir seçim yapmadığımı anlamam uzun sürmeyince hemen Sport Plus moduna geçtim.
Otomobil gerçek bir hayvandı.
İlginç olan sürüş ve kullanma dinamikleri AMG GT’ye pek benzemiyordu.
AMG GT, daha serbest, daha sürücü yeteneği odaklı bir otomobilken SL, kontrolü biraz daha otomobilde tutuyordu.
AMG GT’ye oranla yere daha sağlam basıyordu.
Tabii bunda otomobilin 4 tekerden çekişli olmasının da rolü vardı.
EN ÇOK ASTON MARTIN'E BENZİYOR
Hemen hemen aynı motora ve benzer çekiş sistemine sahip AMG GT63 4 kapıdan ise bambaşka bir otomobildi.
Ne yalan söyleyeyim ille bir şeye benzetmek gerekiyorsa yeni SL 63 en çok Aston Martin DBS Volante’ye benziyordu. Ondan sadece 125 beygir daha güçsüzdü. 0-100’ü ise sada 0,4 saniye daha yavaş, son sürati ise 25 kms daha düşüktü.
Yine de sürüş açısından çok benzer tarafları vardı. Sadece Mercedes SL biraz daha güven verici gibiydi.
KOLAY YÜKSEK PERFORMANS
SL 63 AMG’yi kullanmak bir spor otomobille bulutların üzerinde seyahat etmek gibiydi.
Müthiş bir performans, çok kolaylıkla kontrol edilebilen bir otomobille birleşmişti ve herkesin kullanabileceği bir güç haline getirilmişti.
Sert kalkışlarda, hızlanmalarda, ani şerit değişikliklerinde, sert frenlerde otomobil kontrolden asla çıkmıyor, elleri terletmiyor, adrenalin patlamalarına neden olacak hale gelmiyordu.
Evcilleştirilmiş bir aslan, fantezi fimlerinde insanların bindiği ejderhalar gibiydi.
Bu arada söylemeden geçmeyeceğim, gördüğüm en iyi navigasyon sistemine sahipti.
Navigasyon, kavşaklara yaklaşınca otomobilin önünü gösteren ekranla birleşiyor ve gitmeniz gereken yolu okla işaret ediyordu. Hiç böyle bir şey görmediğimi itiraf etmeliyim.
İtiraf etmem gereken başka bir şey ise özellikle havalandırma kumandalarının ekranla kontrolü beni zorluyor ve dikkatimi dağıtan bir unsur. Ne yazık ki, artık tüm arabalarda durum bu.
Mercedes SL 63’te aktif pasif tüm güvenlik unsurları ve Mercedes’in hayli ileri aşamaya getirdiği otonom sürüş özellikleri mevcut ama kim böyle bir otomobli alıp otonom kullanmak ister o da ayrı bir mesele.
Yine de yoğun trafikte veya uzun yolda çok güvenilir bir cruise kontrol ve takip sistemi mecvut ve şerit izleme sistemi de çok iyi çalışıyor.
Yol tabelalarını okumak ise Türkiye yolları için çok uygun değil.
Genelde benim beğendiğim tüm otomobillere burun kıvıran eşimi de bu kez bu araca kısa bir tur için bindirmeyi başardım.
Çok beğendiğini söylememde bir beis yok.
Ama ani gazlamalarda ağzından çıkan bana yönelik iltifatlar otomobilin performansının çok iyi olduğunun göstergesi olsa gerek.
Kendisini indirdikten sonra “Ben şunun son süratini bir göreyim” diye gitmeme ise “Ölümü gör yapma” diyerek engel olmasını da beni hala sevmesi olarak yorumlamak işime gelir.
Bu yüzden de, aşkımıza hürmeten SL 63 AMG’nin limitlerini deneyemedim.
Zaten gerek de yok. Bu bir hız otomobili değil bir “zevk” olarak çevrilse de Türkçe’deki karşılığını tam bulamadığım bir “plaisir” aracı.
O yüzden de çok keyifli ve insanı çok mutlu eden bir otomobil olduğuna kefil olabilirim.
Tabii bu otomobilin İstanbul’un egzoz yoğun trafiğine uygun olmadığını, asıl keyfinin Ege sahillerinde bahar aylarında ya da İstanbul’un kırsalında çıkarılabileceğini de söyleyeyim.
Fiyatına gelince.
Baz fiyatı 12 milyon TL.
Kullandığım aracın anahtar teslim fiyatı ise 14 milyon TL.
Dolara vurursak 760 bin dolar.
Bu aracın “medeni” ülkelerde satış fiyatının 170 bin dolar civarında olduğunu göz önüne alırsak Türkiye’de olması gerekenin 4 katı fiyatla satıldığını görüyoruz.
Yani bir Alman ülkedeki yıllık kişi başı gelirin 3,5 katı ile bu araca sahip olabilirken, bir Türk aynı araca ülkedeki ortalama kişi başı yıllık gelirin 85 katı ile sahip olabiliyor.
Aradaki fark vergi farkı.
Bu vergi nereye gidiyor diyorsanız arada istisnalar elbette vardır ama genelde bu otomobilleri artık kim alabiliyorsa onlara gidiyor.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce