Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Haruki Murakami’nin son romanı “Sputnik Sevgilim”, bir üçlü aşk hikâyesi ekseninde, K.’nın uzak bir Yunan adasında kayboluşunu ve kendini buluşunu anlatıyor. “Astronot Köpek Laika” ise insanın amansız dünyayı değiştirme hırsını konu alan bir kitap. Bilim uğruna tatlı bir sokak köpeğine yaptıklarımızı ve insanın amansız hırsını hatırlatıyor.

Sen benim bir parçamsın... Ben âşık oldum, şüphe yok. Buz soğuktur, gül kırmızı. Ve bu aşk beni sürükleyip bir yerlere götürmeye çalışıyor. Öyle güçlü bir akıntı ki ondan kendimi korumam neredeyse olanaksız. Ama artık dönüş yok. Kendimi bu akıntıya bırakmak dışında bir şey yapamam. Yanıp kül olsam da, yok olup gitsem de.”

Haruki Murakami “Sputnik Sevgilim”de böyle diyor. Kitap Japonya’dan bir Yunan adasına uzanan bir üçlü aşkın hikâyesi. Kahramanlarından biri, K. adlı genç bir öğretmen. (Franz Kafka’nın “Şato”su ve Orhan Pamuk’un “Kar”ından sonra edebiyatta K. adlı üçüncü karakter.) Durmadan sigara içen ve ikinci el bol paltolar içinde kaybolan kız arkadaşı Sumire ise bir Kerouac romanından fırlamış görünen genç bir yazar. Sumire, Miu’ya âşık olunca değişiyor. Salaş kıyafetlerini bir kenara atıyor, şık elbiseler giymeye başlıyor, olmadığı biri gibi görünmeyi denerken yazarlığı bile unutuyor. Ve her fırsatta, K.’ya Miu’ya duyduğu aşkı, tutkuyu anlatıyor. K. da kalbindeki acıyı bastırarak sabırla dinliyor, platonik aşkının Miu’nun uydusu haline gelişini üzüntüyle izliyor. Büyük patlamayı unutmaya, daha doğrusu yörüngesinden çıkan uydulara ne olduğunu aklına getirmemeye çalışıyor. İki kadın bir Yunan adasına tatile gidince acısı iyice artıyor ama yapacak bir şey yok! Derken bir gece yarısı Miu’dan telefon geliyor. Sumire sırra kadem basmıştır. K. da elbette çılgın bir Murakami kahramanı olarak her şeyi bir kenara bırakıp Sumire’sini aramaya, bulmaya koşuyor... Sonrası kötülüğün kol gezdiği cennetsi bir mekânda geçen bir John Fowles romanı sanki. Ama tabii az sulandırılmış Murakami üslubuyla... Bir parça da Antonioni’nin müthiş filmi “L’Avventura”yı andırıyor. Eh, Murakami söz konusuysa, benzetmelerin sonu gelmez, David Lynch’in “Mulholland Drive”ı da bir yerlerden bize göz kırpıyor sanki. Murakami sevenler bu kitabı da sevecektir.

LAIKA’NIN HİKÂYESİ

Murakami’nin kitabında bir alıntı var: “Ona Laika’yı hatırlattım. Uzayın sonsuz karanlığında sessizce dolaşması beklenen insan yapımı o uyduyu. Talihsiz köpeğin o uydunun minik penceresinden dışarı bakan kara, nemli gözlerini. Uzayın baş edilmez ıssızlığını. Laika nereye bakıyor olabilirdi?” İngiliz yazar, çizer Owen Davey de Laika’yı hatırlayanlardan. Kendisi LOM adlı bir grupta çalıyor, yogaya meraklı, kendi deyişiyle iflah olmaz bir bilgisayar oyunu manyağı. Bir de çocuklar için çok güzel kitaplar yazıyor. “Laika the Astronaut” adlı kitabını, yazar arkadaşım Gökçe Gökçeer tavsiye etmişti. Bizde de yayınlandığını görmek güzel. Yanılmıyorsam, bu küçücük şahane kitabın yayınlanmasında Gökçe’nin parmağı var.

Önce Laika’nın gerçek hikâyesini anlatayım. Sokak köpeği Laika, uzaya giden ilk canlı. (Elbette kendi isteğiyle aldığı bir unvan değil bu, insanların sınırları çoğunlukla zalimliğe varan işgüzarlıklarından biri.) Laika adını verdikleri So-kö’cük haliyle uzayın karanlığında, bindiği aracın aşırı ısıdan yanması sonucu tek başına ölüyor.

Biraz daha ayrıntı: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, 4 Ekim 1957’de, biraz da Amerika Birleşik Devletleri’nden önce davranmak telaşıyla uzaya Sputnik adlı bir uydu fırlatmıştı. Topu topu 80 kilo ağırlığındaki Sputnik, Dünya’nın yörüngesine oturan ilk uydu oldu. 96 dakikada bir tur atıyordu ve bu sonsuza dek böyle sürüp gidecekti, kısaca “Uzay çağı” başlamıştı.

Kazandığı zaferi afili bir hareketle taçlandırmak isteyen SSCB, Sputnik’ten birkaç hafta sonra uzaya Sputnik 2’yi göndermeye karar verdi. Hem de içinde bir canlıyla... Böylece çok da umursanmayacağını düşündükleri bir denek buldular. Laika adını verdikleri talihsiz köpek, 3 Kasım 1957’de, yani Ekim Devrimi’nin 40’ıncı yıldönümü kutlamaları sırasında, uzaya fırlatıldı. İki de yedeği vardı, Muşka ile Albina. İkisi de daha sonra yeryüzündeki testler sırasında kullanılacaktı. (Bunun bir şans olduğunu söyleyemeyeceğim, denek olarak kullanılan hayvanların içler acısı hali malum.)

Öncesinde ve sonrasında, dünyada Laika için yapılan protestolar yeri göğü inletti. Fakat burada da bir çelişki vardı, zira ABD’deki uzay çalışmaları sırasında, maymunların ve farelerin kullanılmasına itiraz eden pek yoktu.

O dönem ekipte yer alan uzay tıbbı uzmanı Dr. Vladimir Yazdovsky bile bile ölüme yollanan Laika için samimiyetle üzülenlerdendi ama onu kurtarmanın bir yolu olmadığının da farkındaydı. Mecburi uzay seyahati öncesinde hiç değilse güzel bir son gün geçirsin diye Laika’yı evine götürmüş, saatlerce çocuklarıyla oynamasını izlemişti. Sonradan, “Laika çok iyi huylu bir köpekti” diye anlatacaktı, “Sakin ve tatlıydı. Onun için bir şeyler yapmak istedim, çünkü pek az ömrü kalmıştı.”

Owen Davey’nin kitabına gelince; bu çok kederli hikâyeyi nefis ele almış ve küçük okurların kalbini incitmeyecek şekilde anlatmayı, yani “iyi bitirmeyi” seçmiş. Böylece ortaya kaybetmek, yas, bellek ve sevgi üzerine bir kitap çıkmış. Sonunda gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz ama mutluluktan. Özetle küçük bir çocuğu bu kitapla çok ama çok sevindirebilirsiniz.

ROMAN

Ölümsüz Aile Natalie Babbitt İş Bankası Kültür Yayınları

Natalie Babbitt, çok sevdiğim çocuk kitabı yazarlarından hatta alanında bir öncü sayılıyor. “Ölümsüz Aile” adlı kitabında, çocuklara anlatması en zor konuyu ele alıyor ve ölümden hatta kulağa acayip gelebilir ama ölümün gerekliliğinden bahsediyor. Issız bir ormanın ortasında, suyundan içene ölümsüzlük vaat eden bir pınar var ama bu pınarın suyundan içerek ölümsüzlüğe kavuşan Tuck Ailesi üyeleri nedense durumdan pek hoşnut değil. Ölümsüz olmanın dünyanın en dayanılmaz şeyi olduğunu bilecek kadar uzun yaşamışlar. Derken pınarın başına bir genç kız geliyor ve Tuck Ailesi kızın pınarın suyundan içmesine engel olmak için harekete geçiyor. Akıp giden dünyanın, sürekli değişen doğanın parçası olmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu kıza kanıtlamak zorundalar.

ROMAN

Tatlı Bir İhtiyarın Karmakarışık Dosyaları E. L. Konigsburg Epsilon Yayınevi

Claudia kaçış planını en ufak ayrıntısına kadar düşünerek yapıyor. Ailesi onun değerini anlayana kadar eve dönmeyecek, New York’un en ünlü müzesinde saklanacak. Zaten bütün hazırlıklar tamam. Hatta cin fikirli erkek kardeşi Jamie de yanında. İki çocuk bir yolunu bulup kaçmayı ve gizlice müzeye yerleşmeyi başarıyor. Fakat içeri girmenin eğlencesi bitince acı gerçek çıkıyor karşılarına: Burada sıradanlıkları iyice belirginleşmiştir ve hâlâ onların değerini bilen yok gibidir. Yine de içeride rastladıkları tuhaf küçük heykelciğin hikâyesini öğrenmeden, onu kimin, niçin yaptığını keşfetmeden hiçbir yere gitmeyeceklerdir. Böylece heykelin önceki sahibi yaşlı Basil E. Frankweiler’i bulurlar. Acaba sorularının cevaplarını alabilecekler midir?

BU HAFTA NE OKUSAK?

İKİ TAVSİYE

Çizgili Pijamalı Çocuk John Boyne Tudem Yayınları

Olduğun Yerde Kal John Boyne Tudem Yayınları

Johne Boyne, dünya çapında milyonlarca okurun kalbine dokunan “Çizgili Pijamalı Çocuk” ve “Olduğun Yerde Kal” kitaplarında, çocuk gözüyle savaşa bakıyor, bu büyük felaketin insanlar üzerinde bıraktığı kalıcı izleri şiirsel ve umut dolu bir dille anlatıyor...

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar