Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Uçak yolculukları çoğumuz için zevkli bir seyahat. Bulutların üstünde kendinden geçenler, varmak istediği yerin heyecanını havada yaşayanlar, gökyüzünden önemli oranda iletişim kanallarının ve özellikle telefonunu kapalı olması, gelen-gidenin olmaması sebebiyle kısa süreli bir terapi yaşayanlar ve hafiften inzivaya çekilenler bile söz konusu olabiliyor. Bu yönleriyle bakıldığında harika birşey, ancak bir de uçak yolculuğunun getirdiği önemli riskler var.

Özellikle çok sık uçanlar; pilotlar, kabin personeli, iş insanları ve benim gibi gazeteciler için bu riskler daha keyfiyet arz ediyor. Havayolları da bu hususları dikkate alarak, yolculara havada uyarılar yapıyorlar, egzersizler, hareketler, uyuma saatleri öneriyorlar ve yiyecek-içecek menülerini uzmanlar eşliğinde daha sağlıklı bir şekilde hazırlama yarışı içine giriyorlar. Türk Hava Yollarının (THY) bu kapsamda başta Dr. Mehmet Öz olmak üzere, Dr. Ender Saraç gibi çeşitli uzmanlarla çalışmalar yaptığını biliyoruz. Peki havada vücudumuza neler oluyor ki böyle bir çalışma içine giriliyor?

Habertürk yazarı Güntay Şimşek, Dr. Serdar Savaş ile havada vücudumuzun geçirdiği değişimleri konuştu

'HASTALIK RİSKİNİ ARTIRIYOR'

Uçuşlar sebebiyle bazı yolcular daha terminaldeyken yoğun stres yaşamaya başlıyor. Gökyüzünde belirli bir mesafenin üzerine çıktığımızda, aldığımız radyasyon miktarı da artıyor. Radyasyonun artmasıyla vücutta birçok olumsuz gelişmeler oluyor. İlk olarak hücrelerim iz ve hücrelerimizin çekirdeğinde bulunan genetik materyalimiz etkileniyor. DNA’larımız kırılıyor. Bu konuları ve aklım takılan tüm hususları, çok sık uçan birisi olarak, en yetkin ve değerli bir bilim insanıyla konuştum.

Genetik bilgiyi, kişiye özel koruyucu tıp alanına dünyada ilk uygulayan ve bu alanın uluslararası liderliğini yapan hekim ve bilim insanlarının önde gelen isimlerinden Dr. Serdar Savaş ile havada bedenimize neler olduğunu masaya yatırdım. Dr. Savaş, DNA’nın kırılmasının kanserlere yol açtığını, yaşlanmayı hızlandırdığını, kalp, şeker ve alzheimer hastalığı gibi bir çok arzu edilmeyen rahatsızlıklara sebep oldu ğuna dikkat çekti. Öğrendiğim en dikkate değer husus; “Uçuşlarda en önemli ve birinci risk DNA’mızın kırılması.”

Fakat her insanda D NA kırıklıkları aynı şekilde meydana gelmiyor. Çünkü buna yatkınlığı olanlar ve olmayanlar var. Ayrıca normal hayatında da DNA’sı fazla kırılan insanlar da söz konusu. Vücudun DNA’yı tamiri de bütün insanlarda aynı değil. Kimi insanda çabuk, kimisinde daha geç tamir oluyormuş. DNA kırıkları üzerinde bir de havayoluyla seyahatlerde uzay radyasyonu eklediğinde hastalık risklerimiz artıyor.

İkinci önemli risk ise uçakta kanın pıhtılaşması. Seyahatte kabin içindeki basıncın değişmesine bağlı değişiklikler sebebiyle bedenimiz olumsuz gelişmeler yaşayabiliyor. Bunların da başında yine genetik olarak kanlarında pıhtılaşmaya yatkınlığı yüksek olan yolcular geliyor.

Özellikle faktör 2 ve faktör 5 denilen doğuştan getirilen 2 gen probleme işaret ediyor. Toplumun % 2’sini oluşturan bu insanlarda uçuş sırasında emboli atması yani pıhtılaşmış kan parçacıklarının atması söz konusu. Özellikle bacaklara atması ciddi bir mesele. Toplar damarlarda venöz tramboz denen ayakları şişiren ağrılı bir durum ortaya çıkarıyor. Venöz trambozun ordan kopup akciğere atması gibi durumlarda uçuş sırasında daha sık görülüyor.

'HAFTADA İKİ UÇUŞ, SIK UÇUŞTUR'

Dr. Savaş ile konuşurken, ‘sık uçuş, sık uçanlar’ ibarelerini çok kullandık. Benim ‘sık uçuş’ tabirinden anladığım ile Dr. Savaş’ın bilimsel anlamda neyi kast ettiğini merak ettim. Daha doğrusu ‘sık uçuş’ nedir? Hangi sıklıkta ki uçuşlar ‘sık uçuş’ olur? Uzun uçuşları nasıl değerlendirmek gerekir? Buyurun Dr. Serdar Savaş’ın cevaplarına;

Haftada 2 uçuş sık uçuştur. Özellikle de bunlar okyanus aşırı, transatlantik, trans pasifik uçuşlarsa, bunlar uzun saatler süren uçuşlar, daha yüksek irtifada seyreden uçuşlar. Hani bir saat Ankara’ya gittim, geldim uzun uçuş değil veya haftada 3 defa Ankara’ya gittim, geldim uzun uçuş değil. Bahsettiklerim Amerika’ya Japonya’ya Singapur’a Avustralya’ya, Güney Amerika’ya olan 5 saat üzerindeki uzun uçuşları kabul etmek lazım. Şimdi bu uzun uçuşlar kuzey-güney aksında değil de, doğu-batı aksında cereyan ediyorsa karşımıza bir de zaman farkı çıkıyor. Vücudumuz yaradılışımız itibariyle güneşe göre kendisini ayarlar. Buna biyolojik saat denir. ‘Sirkadyen ritim’ denilir. Bütün hormonlarımız, uykumuz, vücudumuzun savunma mekanizması vücudumuzun dinlenmesi bütün bunlar sirkadyen ritme göredir. Doğu-batı uçuşlarında sirkadyen ritim şaşar. Böylece bir çok olumsuz gelişme olur. Özellikle batıdan doğuya gitmenin olumsuz etkisi fazla olur. Buradan Almatı’ya giderseniz daha olumsuz etkilenirsiniz. Almatı’dan İstanbul’a döndüğünüzde daha rahat edersiniz.

Sirkadyen ritim her insanda aynıdır, birbirine çok benzer. Burada hormonal yapımız değişir. Çünkü bizim 23:00-03:00 saatleri arasında uyuyor olmamız lazım. İstanbul saatiyle konuşuyorum. Biz başka yere gittiğimizde tabii ki saat kaydığı için oranın öğlenine veya gecesine denk geliyor. Oraya hemen uyum sağlayamıyoruz. Yolcuların bu durumda melatonin haplarından, “sirkadyen ritmi” düzenleyen hormon haplarından almaları bir problem teşkil etmez.

'PİLOTLAR MELATONİN KULLANAMAZ'

Zaman zaman uçuş ekibinin de bu uyumu sağlamak için melatonin aldığını gözlüyoruz. Bu kesinlikle olmaması gereken bir şey. Uçuş ekibi melatonin almamalıdır. Gittiği yerde kısa bir süre uyum sağlar, ama dönüş yolunda dikkat düzeyini çok azaltır. Dönüş yolunda uyku oluşmasına sebep olur.

UÇAKTA EN ÖNEMLİ YANLIŞLAR

Uçakta çok çay-kahve tüketmek doğru değildir. Çay ve kahve vücut suyunu kaybetmemize, kanın daha fazla koyulaşmasına yol açar. Yukarıda bir de basınç farkı eklendiğinde pıhtı atma yatkınlığı olanlarda istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bu sebeple uçakta alkol ve kahveden uzak durulmalı, çay daha açık ve az sayıda içilmeli.

UÇAKTA NE İÇELİM?

Havayoluyla seyahatlerde içilmesini önerdiğimiz 2 şey var; Domates suyu ve su. Domates suyunun içindeki kortizolün bize zaman farkından doğacak vücut stresimizle ilgili olarak bir koruma sağlar. Kortizol; stresle salgılanan bir hormondur. Bunu küçük miktarda domates suyu ile aldığımızda o uçuş stresine karşı bir koruyucu etkisi olur. Bütün hücrelerimizin suyla beslenmesi lazım. O nedenle mutlaka domates suyunu ve bol suyu uçuşta eksik etmemek gerekir. Domates suyunu da 2 saatte bir, 1 bardak olarak ve yanında bol su ile tüketmek doğru. Havada bol su içmek, tuvalete gitmeyi de sağladığı için iyidir. Böylece zorunlu da olsa hareket etmeye yönlendirir. Ayrıca koltukta hep aynı şekilde oturmamak da doğru değil. Ara ara değişiklik yapmak gerekir.

UZUN UÇUŞLARDA BOL HAREKET

Uzun uçuşlarda bol hareket önemli. Farz edelim, daldık 2 saat uyuduk. Kalktığımızda bir tur atmamız lazım. Özellikle faktör 5 ve faktör 2 genlerinde problem olanların saatlerini kurup, her saat başı hareket etmesi, koridordu yürümesi şart.

ŞEKERLİ YİYECEKLERDEN UZAK DURUN

Uçakta şekerli yiyeceklere, tatlılara yaklaşmamak lazım. Çünkü kan şekerini etkiler. Ben Dünya Sağlık Teşkilatı’nda 10 yıl görev yaptım, bu sebeple de çok sık uçtum. Bir gece Bişkek, ertesi gece Almatı, ardından İstanbul, sonraki geceler Kopenhag, Londra ve New York. Birer gece aralıklarla, bu kadar sık uçan bir insan oldum. O yıllarda havayolları da ‘Aman güzel yemek verelim, aman yolcuyu memnun edelim’ diye nefis yemekler, ama son derece de sağlıksız olabilecek yemekler ikram ederlerdi. Sonra Uluslararası Hava Taşımacıları Birliği (IATA), bazı standartlar getirdi. O standartların oluşmasında da Dünya Sağlık Teşkilatı olarak bizimde katkımız oldu. Dedik ki; şu sınırın üstünde yağlı yiyecek kimseye vermeyin. Şu sınırın ötesinde şekerli yiyeceği kimseye vermeyin ve bu kurallar uygulanmaya başlandı. Hala özel beslenme programı tercih etmek mümkün. Vejetaryen, balık veya düşük kalorili yemek tercih etmek, önceden ısmarlamak mümkün.

PİLOTLARIN GENLERİNE BAKILACAK

Pilotluk mesleğinde sağlığı muhafaza etmek son derece önemli. Çünkü 6 ayda bir check-up’lara girersin. Eğer bir sorun olursa, ruhsatları etkilenir. Bu sebeple pilotların farkındalıklarının yüksek olması lazım. Artık bilimsel olarak bir pilot genetik açıdan acaba hangi riskler altında, kalp krizi, kanserin türlerine ve Alzheimer hastalığına yakalanma ihtimali nedir? Bunları ortaya koyabiliyoruz. Pilotun yaşam tarzını inceleyerek onun bu genetik yapısıyla ne kadar uyumlu olup olmadığını inceliyoruz. En önemlisi pilotun stresini ölçebiliyoruz. Bunu fizyolojik olarak yani vücuduna taktığımız aletlerle 3 gün boyunca stresini ölçebiliyoruz. Pilotlara beyinlerini nasıl kullandıklarıyla ilgili ve dikkat süreleriyle ilgili testler yapıyoruz. Bunlar klasik havacılık hekimliğinde pilotların check-up’ının tamamen dışında yapılan çalışmalar. Bu çalışmalarla pilotların sağlığını nasıl daha uzun yıllar muhafaza edeceklerinin yol haritası çıkarılabiliyor. Havacılık tıbbında ulaşılan son nokta bu. Hastalıklar olduktan sonra değil de hastalıklar olmadan önce bunları tespit etmek mümkün. Böylece hem kaza riskini düşürmek hem pilotun sağlığını korumak ve ömrünü uzatmak mümkün.

YOLCULUKTA SICAK-SOĞUK FARKI

İnsan vücudu sıcak–soğuk değişimlerine çok süratli adapte olacak bir mekanizma barındırmaz. Yıllar içerisinde insani gelişmemizde insanlar bir yerden bir yere yavaş yavaş gitmişlerdir. 10 saatte iklim değiştiremezsiniz. 10 saatte kardan, güneşin kenarına inemezsiniz. İnerseniz adaptasyon sorunu yaşanır. Vücudun ısı düzenlemesini yapan bölgesi beyinde. Bu bölgenin etrafı algılayıp, kendisini adapte etmesi kolay olmaz.

Eskiden seyahatler kervanlarla yapılıyor, atlarla yapılıyor, arabalarla yapılıyor ve siz gittiğiniz yerde iklimi yavaş yavaş değiştirerek uyarak gidiyordunuz. Şimdi uçaktan bir iniyorsunuz soğuk. Bir iniyorsunuz 40 derece sıcak. Bu adaptasyonlarla ilgili saatlerce konuşulabilir. Fakat en önemli şey su. Su, su, su...

YOLCULUKLARDA SU NE KADAR ÖNEMLİ?

Seyahatlerde en önemli şey su ve biz suya gereken önemi vermiyoruz. Herkes kendi vücut ağırlığını 30’la çarpsın, o kadar ml suyu tüketsin. 70 kilo mu? 30 mililitreyle çarptığında, demek ki en az 2.1 litre su içmeli. En fazla 4.2 ml. Sıcak-soğuk adaptasyonunda vücudun kullandığı en önemli hammadde su. Onun için hücrenin susuz kalmaması lazım. O nedenle de uzun uçuşlarda gerek zaman farkından doğan jet-lag denilen uyumsuzluk, gerek iklim farkından doğan uyumsuzluklara en kolay adapte olma yolu bol su içmektir. Uçakla seyahatte topladığımız radyasyonun vücuttan atılması için de su lazım. Radyasyonu ancak ve ancak suyla atabiliriz.

GİDİLEN YERDE NASIL BESLENMELİ?

Eğer gittiğiniz yerde kısa bir süre kalacaksanız sebze ve meyve esaslı beslenin. Bunları da mümkün olduğu kadar yağsız tüketin. Farklı kültürlerde bizim bünyemizle hiç uygun olmayan yağlar tüketiliyor. Bu yağlar bağırsak sistemimizi bozar. Bir yabancı maddedir ve vücut onu tanımaz. Bağırsaklar mide bunu hemen atmak için faaliyete geçer. Atmanın yolu kusturacak veya ishal yapacak. O nedenle vücudun kendisini savunurken aşırıya gitmesi olan bir tepki meydana gelir bağırsaklarda ve ciddi derecede kramplar girer.

COĞRAFYANIZA UYGUN BESLENİN!

Yaşadığınız ülkedeki sebze ve meyvelerden farklı türleri tüketmeniz kısa zamanda bir negatif durum oluşturmaz. Ancak gittiğiniz yerde çok uzun müddet kalıp, bunlarla beslenirseniz farklılık oluşur. Neden? O bölgedeki insanlar, o coğrafya doğrultusunda gelişmişlerdir.

Mesela Japonlar. Çok fazla yosun yerler, deniz ürünü yerler. Yosunlar folat denilen B9 vitamini zenginidir. Bizimde vücudumuzda bir gen var. Bu gen B9 vitaminini işleyen gen. Eğer bu gen çok hızlı çalışıyorsa bizde çok fazla B9 vitamini alıyorsak kalın bağırsak kanseri oluyoruz. Japonya’da binlerce yıl içerisinde o geni hızlı çalışanlar elemine olmuşlar, ölmüşler. Bugün Japon nüfusunda o gen hep yavaş çalışır. Siz şimdi gidip birkaç günde yosun yerseniz bir şey olmaz. Sürekli yemeye başlarsanız sizin genleriniz büyük bir ihtimalle Japonlara göre daha hızlı çalışacaktır ve bu defa kolon kanseri gelişir. Onun için Japonya’nın Okinava Adası’nda insanlar uzun yaşıyor, onlar gibi yapın ifadesi gazetelerde falan okursunuz. Bu sağlık konusunda yazan hekim arkadaşlar falan bu tip gözlemlerini yazarlar. Bunlar külliyen yanlıştır.

Her toplum, her insan grubu kendi bulunduğu coğrafyaya adapte olmuştur. Siz Okinava’dakiler gibi beslenirseniz, Okinava’da daha önce yaşayanlar gibi ölürsünüz. Herkesin kendi coğrafyasının beslenme sistemine uygun olması lazım.

Ancak, biz ülke olarak, genetik yapısı itibarıyla Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz’in kuzeyi, Orta Asya, Orta Doğu, Kuzey Afrika her taraftan bir gen havuzuyuz. Şimdi bizim genlerimize şuna uygundur, öyle bir şey yok. Bunu Japonlar için söyleriz İzlandalılar için söyleriz, bunu Afrika’nın belirli bölgeleri için söyleriz, ama Türkiye için söyleyemeyiz. Çünkü Türkiye artık bütün farklı genetik çeşitliliğin çok zenginleştiği bir kazan. Burada her bireyin genetik yapısını ayrı ayrı bilmek durumundayız. Bir kişi için önerdiğiniz bir şey başkası için geçerli olmaz. Beslenme de kişiye özeldir. Tıp ta kişiye özeldir. Efendim şu ilacı kullanın bana iyi geldi. Sizin genleriniz o ilacı normal bir süre vücuttan uzaklaştırıyorsa ilacın faydasını görürsünüz, zehrini görmeden vücuttan atılır. Ama o ilacı çok hızlı atan bir genetik yapınız varsa ilacın faydasını görmeden vücuttan atarsınız. O ilacı çok yavaş işleyen bir genetik yapınız varsa, ilaç kanınızda bir etki gösterir ondan sonra da sizi zehirlemeye başlar. Şimdi biz nasıl bütün insanlara aynı tıbbi yaklaşımı aynı tür ilacı nasıl verebiliriz. Yapılan araştırmalar şunu göstermiştir. Aldığımız ilaçların 3’te 1’inin hiç faydası yoktur. 3’te 1’i zararlıdır. Bundan 15-20 yıl sonra genlerine bakılmadan gentest yapılmadan hiç kimseye ilaç verilmeyecek, beslenme, spor önerilmeyecek. Seyahat şekilleri, uçuş sıklıklarını bile genlerimize göre ayarlamak durumunda olacağız.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar