Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

İki Profesör (Yaşar Hacısalihoğlu, Hüseyin Bağcı), iki güvenlik politikaları uzmanı (Naim Babüroğlu, Mete Yarar) üç gazeteci (Kemal Öztürk, Mustafa Balbay, Nedret Ersanel)… Pek olmayan bir şey yaptı Habertürk TV yöneticileri ve bu 7 kişiyi geçen Pazar akşamı bir araya getirip, Kübra Par’ın moderatörlüğünde 4 saat boyunca Ermenistan-Azerbaycan çatışmasını anlamak için tartıştırdı.

En zor durumda olan Kübra Par’dı. Sadece bu 7 kişinin söz sırası, konuşma hakkını düzenleme sorunundan dolayı değil, hepsinin krizi anlamak için ayrı ayrı tezleri vardı ve 7 ayrı tezi aklında tutması gerekiyordu. Bir ara “beynim yanacaktı” dedi reklam arasına giderken.

Hepimiz beyin yakmacasına bu krizi anlamaya çalışıyorduk işin doğrusu. Doğaldır, zira kriz başlayalı bir gün bile olmamıştı. Bırakın bu krizin jeopolitik ve siyasi alt yapısını ortaya çıkarmayı, cepheden sıcak haber almak bile başlı başına sorundu o saatlerde.

Biz ekranda zihin çatlatıp, aslında ne olduğunu, perde arkasında neler yaşadığını anlamaya çalışırken, sosyal medyadan da sürekli bir taciz altındaydık. Nedense çoğu insanların derdi, “Azerbaycan” ismini zaman zaman “Azerbeycan” diye telaffuz etmemizdi. Fena bozulmuşlar! Krizin nedenini almaktan daha önemli bir sorun oldu o gece bazıları için. Neyse ki bu sorunu çözdük. Azerbaycan demeden önce iki saniye durup düşünerek doğru ismi telaffuz edince sorun çözüldü!

Tabi çözmediğimiz sorun, bu krizin amacını anlamak için ürettiğimiz tezlerden kiminkinin doğru olduğu meselesiydi. E hepimiz kendi tezimizde ısrar ettik tabi. İzleyici tam olarak ne anladı bilemiyorum. Ancak Kübra Par sürekli, konuşmalardaki karmaşayı çözmek ve izleyicinin anlayacağı şekilde anlatmamız için herkesi uyardı durdu.

OYUNU KİM KURDU?

Dün bu köşede sormuştum, ‘kendinizi konuşarak mı, yoksa yazarak mı daha iyi ifade edersiniz?’ diye. Pazar gecesi konuşarak kendimi ifade etmeye çalıştım, bugün yazarak deniyorum bunu. Siz okuyucular, Habertürk TV izleyenlerinden daha avantajlısınız. Çünkü bu yazıyı yazmadan önce birçok doküman okudum, Ankara ve Bakü’de önemli isimlerle görüşüp konuyu anlamaya çalıştım.

Vardığım sonuç, oyunu kimin, neden kurduğu sorusuna tam olarak cevap teşkil etmeyebilir. İhtiyatlı olmakta fayda var. Zira şu anda krizin içinde olanların bile meseleyi tam olarak anlayıp çözebildiği kanaatinde değilim. Bu yüzden ihtiyatlı yazıyorum.

Ben size tane tane anlatayım:

Şu anda en güçlü tez, bu krizin Rusya’nın (yardımcı oyuncu rolünde Fransa) çıkardığını, bununla da hedeflenen şeyin, Türkiye’yi Libya, Suriye, Doğu Akdeniz’de sıkıştırmak olduğu yönündedir. Hatta ben de krizi ilk duyduğumda ‘meseleyi bu şekilde okuyabilir miyiz?’ diye sosyal medyada paylaşımda da bulundum.

Gelin görün ki, konunun içine girdikçe, bu krizi Akdeniz havzasıyla doğrudan ilişkilendirmekte zorlanmaya başladım. Evet, dolaylı olarak bir etkisi ve ilişkisi olabilir ama krizin asıl sebebinin bu olmadığı kanaatim güçlendi.

LOKAL KRİZ TANIMI DAHA AĞIR BASIYOR

Meseleyi Türkiye merkezli düşündüğümüzde, krizi bu şekilde anlamak gayet doğal. Şunu da gördüm ki, İranlı gazeteciler de bu krizin İran’ı sıkıştırmak için çıkarıldığı kanaatindeler. Onlar da İran’ı merkeze alarak böyle düşünüyor. Onlar da haklılar zira milyonlarca Azeri Türkü İran'da Ermenistan karşıtı tutum içinde.

Ancak durumun bundan daha basit (yani Akdeniz havzasını da içine alacak bir etki başlangıcı değil), daha lokal olma ihtimali çok yüksek.

Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın (bir gurup izleyici de bu 'beyefendinin' adını yanlış telaffuz ettiğim için bana sürekli “düzelt” diye mesaj atıyordu o gece) bir süredir Putin ile arası kötü. Bu yüzden de Fransa ve ABD ile daha yakın olmak için çocuksu bir heves içinde. Oradaki diasporanın da bunda (gaz) etkisi çok. Bu 'beyefendi' içeride yoğun olarak siyasi ve ekonomik krizlerle boğuşuyor. İç politik sorunları arttıkça, Azerbaycan ile 30 yıldır süren Karabağ krizini kaşıyıp duruyor. Temmuz ayında Tovuz bölgesinde enerji yollarının olduğu alana saldırdı. 12 Eylül’de Azerilerin kahraman olarak çok sevdikleri General Polad Heşimov’a suikast düzenleyerek şehit ettiler.

Yani bir anda ortaya çıkan bir kriz değil, sürekli devam eden bir krizden bahsediyoruz. Azerbaycan son on yılda askeri olarak çok güçlendirdi kendini. Türkiye ve İsrail’den yoğun silah alımı yaptı. Ermenistan da Rusya’dan çok sayıda silah aldı ve Rus kuvvetlerinin ülkelerinde konuşlanmasını sağladı. Her iki taraf da bu çatışmayı bekliyordu yani.

Paşinyan, Azeri hatlarına saldırı konusunda Rusya’dan izin almadan tek adım atamaz. Ruslar da hem Bakü’nün, hem Erivan’ın karşılıklı kriz yaşamasını ve hep arabulucu olarak kendisine mahkum olmasını ve bu krizin bitmesini hiç istemez. O yüzden Ermenistan'ın kısmi saldırılarına göz yumar.

İşte bir gün sabah 06.00 sularında Ermenistan kuvvetleri yine Azerbaycan hatlarına saldırınca, hiç tahmin etmedikleri bir şey ile karşılaştı. Azeri kuvvetleri o güne kadar pek görülmemiş bir güçle ve kuvvetle karşılık verip, adeta gürledi. Hem de sadece Ermeni saldırısının olduğu lokasyonda değil, tüm cephe hattında karşı taarruza geçti.

Ermenistan şaşkınlık içinde debelenirken, Türkiye çok kuvvetli destek açıklamalarıyla bir anda krizin en önemli aktörü oldu. Doğal olarak Ermenistan, Türkiye’nin Karabağ’a girmesinin engellemesinden tutun da, F16 uçaklarının durdurulmasına kadar tuhaf panik açıklamalar yaptı.

OYUNU KİMİN KURMASI DEĞİL KİMİN KAZANÇLI ÇIKACAĞI ÖNEMLİ

Tüm cephe hattında taarruz, Türkiye’nin çok güçlü iletişim araçları, SİHA’ların Ermeni hedeflerini vurma görüntüleri derken, birçok ülke (Rusya, Fransa, ABD, İran) ateşkes çağrısıyla bu krizi durdurmak için bayrak dalgalandırdı. Gelin görün ki, ne Türkiye, ne de Azerbaycan ateşkes ya da masaya oturma konusunda öyle aceleci davranmayacağını gösterdi.

Türkiye ve Azerbaycan’ın uluslararası hukuk, coğrafya ve tarih nezdinde haklı olduğu bir konu var: Ermenistan Azerbaycan topraklarını hukuksuz bir şekilde işgal etmiş durumda. İşte bu toprakları geri istiyor her iki ülke. 30 yıldır çözümsüzlüğü politika haline getirmiş MİNSK üçlüsüne de arada taş atıp, kafa kırmayı da ihmal etmedi iki lider.

Rusya, Ermenistan Başbakanının bu cüretkar tutumuna göz yumup, burnunun sürtmesini istiyor anlaşılan. “Ukala” gördükleri Paşinyan’dan kurtulmak için bu krizi bahane edecekler galiba. Lakin Türkiye ve Azerbaycan, bıçak kemiklerine dayanmış gibi feryat edip, “yetti artık” diyerek işgal edilmiş toprakları geri alacak şekilde güçlü bir hamleyle karşılık verince, Rusya’nın da buna şaşırmadığını söyleyemeyiz.

BUNDAN SONRASI NE OLUR?

Türkiye ve Azerbaycan’ın devlet reflekslerinden, krize hazırlıklı olduğu ve kendi oyun planlarının olduğu anlaşılıyor. Oyun planı dediğim de haklı olarak işgal edilmiş toprakların Ermenistan’dan geri alınması yani. Bu oyunu kuranlar Libya, Suriye, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi sıkıştırmayı amaçlamışsa, bundan başarısız olduğu, en azından bu yazının yazıldığı saate kadar, ortaya çıkmıştı. Zira Azerbaycan’ın sahada askeri üstünlüğü, Ankara ve Bakü’nün moral ve söylem üstünlüğü, Ermenistan’ın panik açıklamaları bunun en güçlü göstergeleri.

Bu durumda birkaç öngörüde bulunabiliriz.

1. Azerbaycan kurtarabildiği kadar toprağını kurtarmak için hızlı hareket edecek/etmeli.

2. Rusya sonunda her iki ülkeye de “durun” diyecek ve krizin yayılmasını engelleyecek (Putin’in burun sürtme oranını kestiremiyorum).

3. Rusya gecikirse, güçlü Ermeni lobisinin etkisinde kalan Trump (Kasımda ABD’de seçim var çünkü) Minsk üçlüsü rolünü üstlenerek olaya müdahil olmaya çalışacak.

4. Ermenistan kamuoyu ‘adını telaffuz edemediğim’ Başbakanlarının başarısız olduğunu tartışacak ve Rusya’nın istediği gibi başka birini iktidara getirecek.

5. Macron yardımcı oyuncu rolünü iyi oynayamadığı için Fransa’daki Ermeni diasporasının hedefi olacak.

6. Azeri kardeşlerimiz eğer Rusya’nın baskısına dayanabilirse, Türkiye’nin de gücü yeterse, son 30 yılın en büyük toprak kazanımlarını elde edecek.

7. Türk SİHA’ları dünyaya yine havasını atmış olacak.

Acizane benim sahadan ve diplomasiden edindiğim bilgilere dayanarak ortaya çıkardığım tez budur. Bunun ne kadarı gerçekleşecek kısa süre içinde göreceğiz. O zaman dürüstlükle yanıldığımı söylerim. Ama isabet edersem, 7 kişi ile yeniden Kübra Par’ın moderatörlüğünde toplanmayı ve onlarla bir daha konuyu tartışmayı çok isterim!

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar