Düz ama heyecanlı bir suç filmi
S. Craig Zahler, 1973 doğumlu Amerikalı bir yönetmen... İlk filmi “Bone Tomahawk” (2015), ikibinli yılların en iyi western filmlerinden biridir. Zahler, düşük bütçeyle gerçekleştirdiği filmin finalinde cesaretli bir hamleyle korku türünün alanına girer, janrın kurallarını esnetmekten çekinmez... İkinci filmi “Brawl in Cell Block 99” (2017) ise bir suç hikâyesi anlatır...
Tıpkı üçüncü filmi “Adaletsiz” (Dragged Across Concrete) gibi...
Film, lise yıllarında birbirlerinden hoşlandıklarını itiraf eden bir kadınla erkeğin yatak sohbetiyle başlıyor. Kadının gergin ve sessiz, erkeğin daha konuşkan ve güler yüzlü olduğu bu hüzünlü sahne, giderek daha sert, daha kanlı hale gelecek bir suç filmi için sakin ama anlamlı bir açılış... Bir sonraki sahnede Henry Johns (Tory Kittles) adlı erkeğin cezaevinden yeni çıktığını öğrenmemizle birlikte filmin kendine özgü buruk gerçekçiliği şekillenmeye başlıyor.
Peki, Henry filmin ana karakteri mi? Buna hem evet hem hayır diye yanıt vermek mümkün... En doğru yanıt ise üç ana karakterden biri olduğu ve diğer iki karakterle filmin son bölümüne kadar hiç karşılaşmayacağı...
Filmin ikinci sekansı, bıyıklı, beyaz saçlı bir Mel Gibson görüntüsüyle açılıyor. Elinde silahla yangın merdiveninde huzursuz ve gergin bir bekleyiş içinde görüyoruz onu... Sonra daha rahat, esprili bir Vince Vaughn giriyor kadraja.
İkisi de polis... Bir ev baskınının hemen öncesinde, kapıyı çalacak üçüncü polisten haber bekliyorlar.
Yangın merdiveninden kaçmaya çalışan zanlıyı yakalayıp kelepçelerken sert davranmaktan hiç çekinmiyor, kanun adamları olarak uymaları gereken kuralları hiçe sayıyorlar... İçeri girdiklerinde banyoda yarı çıplak yakaladıkları genç kadına daha da kötü davranıyorlar. Üstüne bir şey vereceklerine o haliyle soğuk duşun altına çekip sorguya çekiyor; ağzından laf almak için tehdit ediyor, yalan söylüyorlar. Kadına yaptıkları kaydedilmiş olsa, polislik hayatları bitebilir ama sadece yangın merdiveninde yaptıkları kameraya kaydedildiği için 6 haftalık uzaklaştırma alıyorlar...
Zanlılara kötü muamele yapan, aslında Mel Gibson'ın canlandırdığı Brett Ridgeman... Genç partneri Anthony Lurasetti'nin (Vince Vaughn) sadece ona uyum sağladığı söylenebilir... Ama ikisi de aynı cezayı alıyor.
Ridgeman, yaptıkları için değil, sadece yakalandığı için üzülüyor. Çünkü bir suçluya kötü davranmak ona yanlış gelmiyor. Zaten amiriyle (Don Johnson) yaptığı konuşma sırasında geçmişte de benzer davranış sorunları olduğu anlaşılıyor. Yaşına rağmen hâlâ sokaklarda olmasının, yönetici kadroya geçememesinin nedeni, bir türlü yasal sınırlar içinde kalamıyor oluşu... Ama senaryo yazarı ve yönetmen S. Craig Zahler, Ridgeman'ı kesinlikle bir anti kahraman olarak sunmuyor bize. Ona tarafsız bir gözle bakmamızı, aklından geçenleri anlamamızı istiyor...
Ridgeman, hastalığı nedeniyle çalışamayan eşi ve kızıyla birlikte kenar mahalledeki bir evde yaşıyor; parasızlık nedeniyle ailesinin daha iyi bir mahallede yaşamasını sağlayamıyor... Tüm bu sorunların üstüne altı hafta boyunca maaş alamamak da eklenince, para kazanmak için yasa dışı yollara başvurmaya, “kötü adamlardan para çalmaya” karar veriyor. Kız arkadaşıyla evlenmek isteyen ve maddi sıkıntılar yaşayan partneri Anthony de ona katılmaya karar verince “macera” başlıyor...
S. Craig Zahler ise telaşsız, sakin bir üslupla hikâyesini kuruyor ve filmdeki tüm karakterleri hakkını vererek tanıtıyor. Dertleri, arzuları ve hedeflerini bildiğimiz için film boyunca olup bitenleri daha iyi değerlendirme fırsatı buluyor, karakterlerin yaşadıkları durumlar karşısında aldıkları tavırları sorgulayabiliyoruz... Zahler, onların yanında ya da karşısında olmayı bize bırakıyor... Özellikle, son bölümdeki çatışma sahnesinde karakterlerin aklından geçenleri biliyor olmak, gerilim ve heyecanın dozunu artırıyor. Hikâyeyi sahici ve inandırıcı kılıyor.
Son yıllarda suç filmlerinde senaryo yazarlarının hikâyeye takla attırmak, sürpriz yapmak, seyirciyi şaşırtmak, etkilemek için bir sürü numara yaptıklarını biliyoruz.
S. Craig Zahler ise 1990'larda Quentin Tarantino'nun başını çektiği geçmişle gelecek arasında gidip gelen attraksiyonlarla dolu sürprizli hikâye kurgusunu bir yana bırakmış. Kuşkusuz, lineer hikâye akışının da kendine göre birçok avantajı var. En önemli avantajı, seyircinin hikâye içinde karakterlerle birlikte ilerlemesi... Film, bu avantajı kullanmasını biliyor.
“Adaletsiz”, sürekli çekişen iki zıt polis karakteri, içerdiği soygun, takip ve çatışma sahneleriyle tür açısından doyurucu bir suç filmi...
Olaylar, ahlaki açıdan yanlış seçimler yapan iyi insanlarla öldürmekten zevk alan kötü insanlar arasında geçiyor...
Kimin tarafını tuttuğumuz çok açık ama olayların alıştığımız ya da istediğimiz gibi nihayete erdiğini söylemek mümkün değil. Zahler salondan rahatlamış şekilde çıkmamızı pek istemiyor... Final sahnesi itibarıyla Zahler'in alt sınıflar açısından hayata bir mücadele gözüyle baktığı söylenebilir. Yırtıcılara karşı verilen bir hayatta kalma savaşı bu... Bir tür şehir safarisi gibi...
Bu arada Zahler'in, hikâyeye birçok yan karakter dahil ettiğini ve hepsini gerçekten iyi yazdığını belirtelim. Tüm yan karakterler ve yan öyküler filme zenginlik ve derinlik katıyor. Mesela, Jennifer Carpenter'ın oynadığı genç anne karakteriyle soygun sahnesine çok farklı bir boyut geliyor.
Tüm oyuncuların gayet sağlam performanslar çıkardığı “Adaletsiz” 2 saat 39 dakikalık süresiyle biraz uzun olabilir ama kendi adıma sıkılmadan, ilgiyle seyrettiğimi söyleyebilirim. Son olarak, özellikle finaldeki çatışma sahnesinin biraz sert ve kanlı olduğunu belirtelim.
7/10