Örümcek-Adam Avrupa tatilinde
Yıkık dökük bir Meksika kasabasında geçen açılış sahnesini bir yana bırakırsak “Örümcek-Adam: Evden Uzakta” (Spider-Man: Far From Home), “Avengers: Endgame”de kaybettiğimiz kahramanlarla ilgili duygusal bir bölümle başlıyor.
Ön jeneriğin hemen peşinden, Whitney Houston'un söylediği “I Will Always Love You” şarkısı eşliğinde izlediğimiz görüntülerin acemi ve abartılı sinema duygusu, bizi şaşırtıyor ama çok gecikmeden iki liselinin hazırladığı amatör bir video seyrettiğimizi anlıyoruz. Aynı videoda Thanos'un parmak şıklatmasıyla “toz olup” 5 yıl sonra dönenlerle ilgili “teknik” bilgiler de yer alıyor... Hatta gidenlerin aniden ortaya çıkmasına ne ad verildiğini bile öğreniyoruz.
Özetle, “Örümcek-Adam: Evden Uzakta” (Spider-Man: Far From Home), bizi “Avengers: Endgame”in hüzünlü, karanlık ve trajik dünyasından alıp liseli ergen gençlerin neşeli ve matrak dünyasına taşımayı başarıyor...
“Örümcek-Adam: Evden Uzakta”, hafif bir film. Romantik yanları da var ama özel efektlerin kullanıldığı gösterişli aksiyon sahneleri, her şeyin önüne geçiyor.
Özellikle Venedik'te cömert bir gün ışığı altında çekilen aksiyon sahneleri, dikkat çekici. Güzelim Venedik'in tarihi yapılarının yerle bir olduğu bu sekansta, gerçek çekimlerle özel efektler mükemmel şekilde bir araya getiriliyor. Turistik Venedik görüntüleri, süper kahraman filmlerinin estetiğiyle buluşuyor... Burada iki süper kahraman, suyun içinden çıkan Elemental adı verilen canavarla kapışıyor...
“Örümcek-Adam: Evden Uzakta”, özellikle ilk yarısında “turistik tatil filmi” tadını hiç kaybetmiyor. Prag'da geçen bölümlerde de aynı yaklaşımı görüyoruz. Ama orada ışıl ışıl bir gece filmi bekliyor bizi... Çünkü canavar, bu kez ateşin içinden doğuyor.
Venedik ve Prag gibi Avrupa turizminin gözbebeği iki tarihi şehrin ardından Berlin'e uğruyoruz. Ama birkaç hava çekimi hariç Berlin'in filme turistik bir dekor olduğunu söylemek zor. Orada iç mekânda geçen bir sahnede “iyiyle kötünün asıl mücadelesi” başlıyor. Peter Parker (Tom Holland), tatil havasından tümüyle kurtuluyor ve karşı karşıya olduğu sorunun ciddiyetini kavrıyor. Yıllarca Soğuk Savaş'ın simgesi haline gelmiş şehir olarak Berlin, filmin dönüm noktası için kuşkusuz anlamlı seçim...
Peter Parker'ın Berlin'den sonra Hollanda kırsalında, rengarenk çiçek tarlaları arasında geçen sahnesini de unutmayalım. Örümcek-Adam orada son hazırlıklarını yapıp Londra'daki “final maçı”na hazırlanıyor... Londra sahnelerinde Venedik'te olduğu gibi yeniden gün ışığına ve turistik şehir dokusuna geri dönüyoruz.
“Örümcek-Adam: Eve Dönüş”ten (Spider-Man: Homecoming) hatırladığımız Jon Watts'ın yönettiği “Örümcek-Adam: Evden Uzakta” aksiyon, mizah ve romantizmin birleştiği eğlenceli bir film... Hikâyesi çok derin değil. Ama içi boş ve sığ bir film olduğunu düşünmüyorum.
“Spider-Man: Homecoming” ile birlikte düşünüldüğünde Peter Parker'ın “kişisel gelişimi” açısından ilgiye değer ipuçları taşıyor.
“Homecoming”de, bir an önce süper kahraman olmaya, abilerinin dünyasına girmeye can atan bir Peter Parker vardı karşımızda... Baba yerine koyduğu idolü Iron Man'den beklediği çağrı gelmeyince işgüzar bir kahraman haline geliyordu. Hatta bir noktadan sonra süper kahramancılık oynayan çocuktan farkı kalmıyor, etrafına yarardan ziyade zarar veriyordu.
İlk filmde asıl mesele, Peter Parker'ın gerçek kimliğini tümüyle bir yana bırakıp Örümcek-Adam olmak istemesiydi. Burada ise tam tersi bir durum var. “Avengers: Endgame”de yaşananların ardından Peter Parker, Örümcek-Adam kimliğini bir süreliğine unutmak, sınıf arkadaşlarıyla çıkacağı Avrupa gezisi sırasında süper kahramanlığa ara vermek istiyor...
Amacı arkadaşı MJ'ye (Zendaya) kur yapmak ve onu baştan çıkarmak... Hedefine öylesine odaklanmış durumda ki Nick Fury'nin (Samuel L. Jackson) telefonlarına dahi çıkmıyor, valizine Örümcek-Adam kostümlerini koymuyor.
Filmin bu bölümlerinde ondan süper kahramanlık bekleyen seyircileri sinir edecek kadar sorumluluktan kaçan, isteksiz bir Örümcek-Adam var karşımızda... “Benim de özel hayatım, yaşanması gereken bir gençliğim var” diyen süper kahramanlara alışık olmadığımız kesin.
Tüm bunlar, bize Peter'ın henüz lise öğrencisi olduğunu hatırlatması açısından önemli; çünkü Peter Parker için hoşlandığı kızı baştan çıkarmak, dünyayı kurtarmaktan daha önemli... İşte bu yüzden, filmin belirli bir noktasına kadar süper kahramanlık ve Örümcek-Adam kimliği Peter Parker için kelimenin gerçek anlamıyla tam bir yüke dönüşüyor... Venedik ve Prag'ta, gönülden değil, mecburiyetten savaşıyor.
Ayrıca Avengers ekibindeki ağır abilerden ayrı, tek başına savaşmak konusunda da gönülsüz. Burada, gözlerden kaçırılmaması gereken bir özgüven sorunu var şüphesiz... Jake Gyllenhaal'un canlandırdığı Quentin Beck/Mysterio ile olan ilişkisine de buradan bakmak gerekiyor. Beck'e bir ağabey gibi bakıyor. Daha önce Tony Stark'ın kendisi için hazırladığı süper kahraman giysileriyle uyum sağlamakta zorluk çekmişti... Burada da Tony Stark'tan gelen özel bir "gözlük" var. O gözlükle yaşadığı uyumsuzluk da özgüven ve sorumluluk duygusuyla ilgili...
Peter Parker filmde kötü adamlarla mücadele ediyor var ama karşısındaki asıl engeller, bu kez kendi içinden çıkıyor: Özgüven sorunu ve sorumluluktan kaçma isteği...
Kaldı ki, hikâyedeki asıl dönüşüm de Peter Parker'ın sorumluluk hissetmesiyle başlıyor. Gerçek anlamda sorumluluk hissetmek gönülden savaşmayı, gönülden savaşmak ise halası May'in (Marisa Tomei) “Peter Parker çınlaması” dediği özel yeteneği beraberinde getiriyor... Filmin başında halasının attığı muzu yakalayacak refleksi gösteremeyen Peter Parker finale doğru gücünün sınırlarını zorlamayı öğreniyor... “Çınlama” burada özgüvenle ilgili bir metafor...
Berlin ve Londra'daki sürpriz rakibinin gücünün illüzyona dayanması da kuşkusuz önemli... Berlin'deki binada yaşadığı illüzyonlar serisi bence filmin en güzel sahnesi... Parker, orada illüzyon karşısında ne kadar zayıf ve etkisiz olduğunu kavrıyor. Özellikle aynalar çekiminde Rene Magritte'e yapılan gönderme gerçekten hoş...
Sorumluluk duygusu olmayan, özgüvensiz bir Peter Parker, çok kolay kandırılan bir süper kahramana dönüşüyor. İllüzyonu ancak özgüvenle aşıyor ve “ağır abiler” olmadan tek başına savaşmayı öğreniyor... Ama bu meselenin derinlemesine ele alındığını söylemem mümkün değil.
Aksiyon, mizah ve filmin görsel dokusuna gösterilen özenin karakterlere ve onların arasındaki ilişkilere gösterildiğini söylemek de çok zor... Peter'ın yakın arkadaşı Ned rölünde Jacob Batalon filmin komedi yanını güçlendiriyor. Buna karşılık, MJ ile Peter arasındaki ilişkinin çok düz yazıldığını düşünüyorum. Oysa “Homecoming” hoşlandığı kızın babasının kötü adam olması itibarıyla gönül ilişkileri açısından daha karmaşık ve dramatik bir durumu içeriyordu.
“The Lego Batman Movie”, “Spider-Man: Homecoming” ve “Ant-Man and the Wasp” gibi filmlerden tanıdığımız Chris McKenna ile Erik Sommers'in, yukarıdaki itirazlarıma rağmen senaryo konusunda iyi iş çıkardıklarını düşünüyorum. Özellikle mizah duyguları iyi... “Örümcek-Adam: Evden Uzakta”, aksiyon ve mizah duygusuyla eğlenceli, sürükleyici bir film....
6.5/10