Son günlerde seyrettiğim en güzel film
Çinli yönetmen Bi Gan’ın imzasını taşıyan ‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’ (Long Day’s Journey into Night), dünya prömiyerini 2018 yılında Cannes Film Festivali’nde, Belirli Bir Bakış bölümünde yaptı. Eleştirmenlerin çoğundan yüksek notlar ve övgüler aldı.
Festival gösterimlerini saymazsak, Fransa, ABD başta olmak üzere az sayıda ülkede sınırlı sayıda salonda vizyona girdi. Sözgelimi, Türkiye’de sadece Filmekimi kapsamında seyircilerle buluştu. Kendi ülkesindeki ‘vizyon macerası’ ise ‘film pazarlama’ derslerine konu olacak kadar ilgiye değerdi. Çinli dağıtımcılar, filmi bir ‘art house’ olarak değil, yeni yıl tatilinde, geniş kitleye hitap eden ‘popüler ve romantik bir aşk öyküsü’ olarak pazarladılar ve ilk gün mükemmel bir gişe hasılatına ulaştılar. Film aynı gün sosyal medyada gündemdeydi ama olumlu anlamda değil. İkinci gün bilet satışları şaşırtıcı olmayan şekilde yüzde 96 oranında düştü…
Filmi geçtiğimiz günlerde BeinConnect’te seyrettim ve Çinli dağıtımcıların ‘vur kaç stratejisi’nin dürüstlükten ne kadar uzak olduğuna kendi gözlerimle tanık oldum. Engin Günaydın’ın oynadığı Zeki Demirkubuz filmi ‘Yeraltı’nın bir ‘Recep İvedik’ filmi gibi pazarlandığını ve bunun seyirciler üstünde yaratacağı ‘travmatik’ etkiyi düşünün… Kaldı ki, ‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’, sadık ‘art house’ seyircilerini bile ikiye bölebilecek bir film… Birçok seyircinin filmi çok sevmeyeceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.
Film, ilk yarısında geçmişle bugün arasında gidip gelen, seyirciden yüksek oranda dikkat isteyen, bulmaca tarzında karmaşık bir hikâye anlatıyor. İkinci yarıda, olaylar artık bir yere bağlanacak, bulmaca çözülecek diye beklerken ana karakterimiz gizemli, tuhaf bir yerde sıkışıp kalıyor ve filmin sonuna kadar da oradan çıkamıyor. Dolayısıyla, hikâye bir yere bağlanmıyor.
‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’un, konvansiyonel hikâye anlatma sinemasına meydan okuması itibarıyla David Lynch’in filmlerini hatırlattığı söylenebilir. Lynch’in ‘Kayıp Otoban’ (Lost Highway), ‘Mulholland Drive’ filmlerini birkaç kez seyrettiğinizde, yapbozun parçalarını birleştirmek ve hikâyenin bütünü hakkında fikir sahibi olmak mümkündür. Lynch’in çözümü en zor filmi olarak bilinen ‘Inland Empire’da olasılıklar sınırsızdır ama yine de bir hikâyenin varlığı hissedilir…
‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’ta ise hikâye tümüyle yarım bırakılıyor. İlk yarıda, gerçekle anılar arasında gidip geliyoruz. İkinci yarıda, bir sinema salonunda uyuyakalan ana karakterin rüyasını seyretmeye başlıyoruz. Karakterin uyandığını görmeden, rüya ve film aynı anda sona eriyor…
Yorgun bir günün sonunda gece yarısı, arada dalıp gittiğiniz için olup bitenleri toparlamakta güçlük çektiğiniz bir film seyrederken uyuyakaldığınızı ve hikâyenin rüyalarınızda devam ettiğini düşünün… ‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’ işte tam da böyle bir film…
Filmin ana karakteri Luo Hongwu (Jue Huang) açısından da durum pek farklı değil. Geçmişle şimdinin birbirine karıştığı bilinç akışı, uykuya dalmasıyla bilinçdışını yansıtan bir rüya şeklinde devam ediyor.
İşte bu yüzden, Lynch filmlerindeki gibi çözülecek bir bulmaca yok aslında… Lynch, sözünü ettiğimiz filmlerinde hatıra, rüya ve gerçeklik arasındaki sınırları kasten bulanıklaştırır. Bi Gan’ın filminde ise dikkatli bir seyirci için anılar, gerçek ve rüya arasındaki sınırların biraz daha net olarak çizildiğini görmek mümkün. Bi Gan’ın konvansiyonel sinemaya meydan okuduğu asıl nokta, hikâyeyi yarım bırakması ve filmi rüyaya dönüştürmesi… Ama şunu da unutmamak gerek. Luo’nun filmin açılışında ‘Onu ne zaman görsem yine bir rüyada olduğumu biliyordum ve rüya gördüğünün farkındaysan bedeninin dışına çıkmışsın demektir…’ dediğini hatırlarsak Bi Gan’ın seyirciye en başından itibaren dürüst davrandığını söyleyebiliriz.
‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’u herkese önermem mümkün değil… Birçok seyircinin böyle bulmaca gibi filmleri sevmediğini biliyorum. Buna karşılık, seyirciye meydan okuyan, entelektüel yanı ağır basan bir film olmadığının altını çizmek isterim. Filmden keyif almanız için bir yapbozun parçalarını birleştirmek veya bulmaca çözmek zorunda değilsiniz. Alt metinleri okumak ve filmi yorumlamak konusunda sizi kendi halinize bırakan bir yönetmen var… Hatta keyif almanız için ille de her şeyi anlamanız ve yerli yerine oturtmanız gerekmiyor… Çünkü ‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’, her şeyden önce görsel bir deneyim… Kendi adıma, ‘Geç de olsa, iyi ki seyretmişim’ dediğim bir film.
Öncelikle görsel olarak sevdim filmi… Bi Gan’ın, yer yer Wong Kar Wai’yi hatırlatan bir renk ve çerçeve anlayışı var… İlk bölüme, bir neo-noir estetiği hâkim. Nadiren karşımıza çıkan gündüz sahnelerinde pastel ağırlıklı kasvetli bir atmosfer ağır basıyor. Gece sahnelerinde ise karanlık, koyu renklerin önünde yağlıboyayı hatırlatan sıcak ve canlı renkler görüyoruz. Luo Hongwu’nun 12 yıl sonra peşine düştüğü eski sevgilisi Wan Qiwen’in (Wei Tang) giydiği koyu yeşil saten elbise, tüm bu renk paletinin ortasında bir tür çekim merkezi gibi...
Luo’nun rüyasını seyrettiğimiz ikinci yarının merkezinde ise terk edilmiş bir açık cezaevi var… Yeşil elbise tutkuyu, yarım kalmış hüzünlü bir aşkı; bir çeşit ucuz eğlence merkezine dönüşmüş harabe cezaevi ise karakterin ruhunun çıkışsızlığını temsil ediyor…
Bi Gan’ın 59 dakikalık tek plan halinde çektiği rüya bölümü, labirent gibi dehlizlerin olduğu maden tünellerindeki vagon yolculuğuyla başlıyor. Kısa bir masa tenisi maçı ve motosiklet yolculuğu gibi sahnelerin ardından artık kullanılmayan eski bir açık cezaevinde devam ediyor. Karakterin mekândan mekâna, duygudan duyguya geçtiği; peş peşe birçok olay yaşadığı rüyasını, sürekliliği hiç bozulmayan tek bir plan halinde çekmek, eşine benzerine az rastlanır bir sinemasal deneyime dönüşüyor. Özellikle, ana karakterle birlikte, ilkel bir teleferik işlevini gören telin üzerinden eğlence mekânına doğru süzüldüğümüz sahne, nerdeyse hipnotize edici, benzersiz bir rüya hissine sahip.
Sonlara doğru, hiç görmediğimiz horozların ötüşüyle, bize uyanmaya yakın gördüğümüz rüyaları hatırlatan tüm bu ikinci yarıda, başta ‘Stalker’ olmak üzere Andrey Tarkovski filmlerini hatırlamamak mümkün değil. Filmin bütününe baktığımızda da ritim ve sinema duygusu olarak Bi Gan’ın Tarkovski’den çok etkilendiğini görebiliyoruz.
Bi Gan’ın, baştan sona gecenin içinde geçen tek planlık bu rüyayı filmin sinema salonlarındaki gösterimlerinde 3D formatıyla sunduğunu belirtelim. Televizyonda filmi baştan sona 2D seyrediyoruz ama bunun büyük bir kayıp olduğu söylenemez. Bi Gan’ın asıl derdi, filmin görsel dokusunu değiştirmek… İkinci yarıda 2D seyrederken de, renk paleti ve mizansenin kesilmeyen sürekliliği nedeniyle filmin duygusu zaten tümüyle değişiyor. Luo’nun önce çıkışı aradığı, sonra başka bir kimlik ve imajla karşısına çıkan sevgilisinin peşine düştüğü rüya bölümünde Franz Kafka’nın eserleri de geliyor akla ama kafkaesk bir film olduğunu öne sürmek biraz abartılı olabilir.
‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’un daha derinine inmek, filmin her iki yarısını birbirine bağlayan her şeyin dökümünü çıkarmak ve kıyaslamak kuşkusuz çok zevkli olabilir. Sadece tek seyredişte dahi gerçekler ve hatıralardan oluşan ilk bölümün, bütün bir rüya sekansını şekillendirdiğini görmek mümkün. Rüya sahnesinde olup biten her şey, ilk bölümde gördüklerimizin bilinçdışındaki bir yansıması… Sözgelimi, gerçek hayatta kaybettiği yakın arkadaşı Vahşi Kedi, rüyada maden tünellerine yaşayan 12-13 yaşlarında masum, şirin ve başına buyruk bir çocuk olarak çıkıyor karşısına.
Luo’nun, Vahşi Kedi’nin cansız bedenini gerçek hayatta bir maden kuyusuna attığını not etmek gerek.
Geçmişi hatırladığı bölümlerde hayalleri akla getiren bir yeşil elbiseyle gördüğümüz Wan’ın, rüya bölümünde daha gerçekçi bir giysiyle, kırmızı mont ve blucinle karşımıza çıkması da kayda değer bir nokta.
Gerçek ve rüya, bilinç ve bilinçdışı birbirini yansıtan aynalar gibi... Filmin başında Vahşi Kedi’yi en son elma dolu bir arabayı çekerken gördüğünü söylüyor Luo. Rüyada da elma sepetleri taşıyan ata hâkim olmaya çalışan bir genç var mesela… Rüya bütün acılarının, sıkıntılarının bir yansıması… Rüyanın sonlarında karşısına çıkan eli meşaleli kızıl saçlı kadın ise kendi annesiyle Vahşi Kedi’nin annesinin bir karışımı… İlk bölümde ‘Annem bana kovandan bal getirirken elinde meşale tutardı’ diyor… Vahşi Kedi’nin annesiyle de kızıl saç rengini konuştukları bir yer var.
Kendi annesini her iki bölümde de hiç görmüyoruz. Anne tam bir gizem perdesinin ardında… Özellikle belirsiz bırakılsa da çocukken kendisini terk eden anneye duyduğu özlem filmin gizli merkezi gibi… Yeşil elbiseli Wan Qiwen’i annesine benzettiğini de unutmamak gerek.
İlk bölümde tünelde takip ettiği Wan’a ‘Seni ona benzettim’ diye gösterdiği fotoğraf, filmin belki de en kafa karıştırıcı anı… 12 yıl sonra bu kez cebinde Wan’ın fotoğrafıyla dolaşıp onu arıyor. İki fotoğrafın uzaktan birbirine benzemesi gerçekler ve hatıralar arasındaki sınırların bulanıklaştığı bir yer.
Wei Tang tarafından canlandırılan Wan Qiwen ve Kaizhen adlı iki kadın karakterin ortak özelliği, Luo’nun karşısına başka bir erkeğin sevgilisi olarak çıkmaları… Luo için önem taşıyan saat, fotoğraf, yeşil kitap, kartal desenli raket gibi nesneler ve tünel, demiryolu gibi mekânlar her iki bölümde derinden derine birbirine bağlı… Ve her şey ana karakterin dinlemek istediği Japonca bir şarkıyla ilgili… Tabi, bir de aşk ve tutkuyla dönen bir evle… Rüyayı analiz ettiğinizde hatıralara, hatıraları analiz ettiğinizde ise rüyaya başka gözlerle bakmanız mümkün ve bir yanıyla her şey çağrışımlarla ilgili… Bilinç ve bilinçdışı, birbirini aydınlatan iki fener gibi… Freud ve Jacques Lacan’ın düşüncelerini ve metinlerini kullanarak filmleri analiz etmek isteyenler için ‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’, tam bir altın madeni…
En basit şekilde özetlemek istersek, babasının ölümünün ardından doğup büyüdüğü kente dönen ve yıllar önce kaybettiği sevgilisini aramaya başlayan Luo’nun hikâyesini anlatan bir film bu… Luo ve sevgilisi Wan’ın bir şekilde suç dünyasıyla bağlantılı kişiler olduğunu da ekleyelim…
Film, İngilizce ve Türkçe adını Amerikalı yazar Eugene O’Neill’in klasikleşmiş oyunundan; Çince orijinal adını ise Şilili yazar Roberto Bolano’nun ‘Dünyadaki Son Akşamlar’ isimli kısa öyküsünden alıyor. Bi Gan, her ikisinin de sevdiği eserler olduğunu ama filmle direkt bir akrabalıkları olmadığını söylüyor.
59 dakika süren kesintisiz planın özel efekt olmadan gerçekleştirilmiş tek bir çekim olduğunu da not etmek istiyorum. Sahnenin ön hazırlıkları 2 ay sürmüş ve çekim 7 kez tekrar edilmiş. Teknik ve estetik anlamda unutulmayacak kadar mükemmel bir çekim bu…
Farklı denemelere açık sinema severlere önerebileceğim ‘Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk’, açıkçası son günlerde seyrettiğim en güzel film oldu.
8/10