Farklı bakış açısından mafya öyküsü
Mafya ya da gangster filmlerinin ezici çoğunluğu, erkeklerin cephesinden anlatılan hikâyelerden oluşur. Türün merkezinde erkekler vardır. Kadın karakterler, ancak suça ve suçluya yaklaştıkları ölçüde ya da erkekler arasındaki çatışmalarda oynadıkları roller itibarıyla öne çıkarlar. Kadınlar genellikle erkeğin korumasına muhtaç pasif kişilikler olarak çizilirler.
Sıra dışı yaklaşımı nedeniyle uzun süre bir mafya filmini olduğunu dahi anlamadığımız ‘Zorlu Kaçış’ (I’m Your Woman) ilk sahnelerinde Jean (Rachel Brosnahan) de pek farklı görünmüyor. Evliliğinin hikâyesini anlatmaya aşk masalı gibi başlıyor ama çocuğunun olmadığını söyleyerek masalı hemen sonlandırıyor. Eşinin hediye ettiği, henüz etiketini bile çıkarmadığı giysisiyle bahçede otururken yalnız ve umutsuz bir ev kadınından farksız… Kendi evinde etiketi kesecek makas bulamaması, hayatındaki birçok şey üzerinde kontrolü olmadığının bir göstergesi sanki. Hemen peşinden filmin en tuhaf anlarından birinde, eşi Eddie (Bill Heck), kucağında bir bebekle kapıda belirdiğinde, etiketli giysi ile bebek arasında ister istemez bağ kuruyoruz. Jean, evde oturuyor; Eddie onu mutlu etmek için hediyeler alıyor. Bebek de sanki bu hediyelerden biri ve Jean, bebeği hiç itiraz etmeden kabulleniyor.
‘Zorlu Kaçış’, Jean’in anne olmayı ve Eddie’den bağımsız olarak var olmayı öğrenmesi üzerine kurulu bir film… Jean için çok zorlu bir süreç oluyor bu; çünkü gece yarısı kucağında bebeğiyle apar topar evini, kurulu düzenini terk etmek zorunda kalıyor. Eddie’nin ortadan kaybolmasıyla birlikte polisin ve mafyanın hedefi haline geliyor.
Filmin uzun bir bölümünde Jean, korunmaya muhtaç edilgen bir karakter olmaktan çıkamıyor. Eddie, Eddie’nin ortağı ya da onu korumakla görevlendirilen Cal (Arinzé Kene) ne derse onu yapmak zorunda kalıyor. Kucağındaki bebeği ve güvenlik sorununu düşündüğümüzde, zaten başka bir şansı yok gibi görünüyor. Eddie’nin olmadığı yalnız bir hayata ve adını Harry koyduğu bebeğe alışmaya çalışırken can güvenliğinin tehlikede olduğu gerçeğini başlangıçta pek ciddiye almıyor aslında. Bu dönemde, hâlâ Eddie’nin gelip sorunlarını çözmesini bekleyen sinirli bir eş gibi davranıyor. Ama tehdit büyüdükçe beklemekten vazgeçip sorumluluk sahibi, olgun birey gibi hareket etmeye başlıyor. Özellikle Teri (Marsha Stephanie Blake) mafya mağduru diğer kadın olarak öyküye dahil olması ve Jean’in ‘büyük resmi’ görmesi, dönüm noktası oluyor. Pasif karakter olmayı kabullenmiyor ve kendi kaderini tayin etme hakkını kullanmaya karar veriyor.
Hikâyenin son üçte birlik bölümünde yıllarca benzerlerini izlediğimiz mafya öykülerinden birine bu kez bir kadının gözünden tanık olduğumuzu keşfettiğimizde, ‘Zorlu Kaçış’ başka bir nitelik kazanıyor. Tam da buralarda filmin konsepti ve kendine özgü yanları, yerli yerine oturuyor. Geleneksel erkek bakışlı mafya filminin tersine döndüğünü görüyoruz.
O noktada gereksiz detaylarla uğraşmıyor film. ‘Eddie ile büyük patron arasındaki mesele neydi? Kim neyin peşinde?’ gibi sorular önemini yitiriyor. Çok daha can alıcı bir yerden, iki annenin gözünden bakıyoruz olaylara. Jean burada yalnız değil. Mafyanın diğer mağdurlarıyla birlikte, bir çeşit ‘aile cephesi’ içinde yer alıyor ve hep birlikte beyaz erkeklerden oluşan mafyaya karşı varoluş savaşı veriyorlar.
Yönetmen Julia Hart, kamera kullanımı ve montaj anlayışını tümüyle Jean’in bakış açısı üzerinden şekillendiriyor. Olayları onun gözünden görüyor, eşinin gizli yaşamıyla ilgili her şeyi onunla birlikte keşfediyoruz. Son bölümde, mafyanın bir türlü bitemeyen kanlı iç hesaplaşmasına Jean ile birlikte dahil olduğumuz sahnelerde film, adeta başka bir aşamaya geçiyor.
Senaryoyu eşi Jordan Horowitz birlikte yazan Julia Hart, ‘Miss Stevens’ (2016), ‘Fast Color’ (2018) ve ‘Stargirl’ (2020) gibi filmleriyle biliniyor. Hart, Jean’in gece yarısı evi terk etmesiyle birlikte başlayan ve son ana kadar devam eden abartısız, inandırıcı bir gerilim duygusu inşa etmeyi başarıyor.
Jean ile Teri’nin bir diskoda içine düştükleri silahlı çatışma sahnesi ve finale doğru şehrin tenha, karanlık caddelerindeki takip sekansı, filme aksiyon getiriyor; gerilim duygusunu zirveye taşıyor. Ama Julia Hart, hiçbir çatışmanın olmadığı hareketsiz sahnelerde de gerilimi kurmasını biliyor. Jean’in Cal’le birlikte çıktığı yolculuk ve daha sonra bebeğiyle birlikte yerleştiği ‘güvenli ev’ geçen bütün sahnelerde gerilim alttan alta hep sürüyor. Jean’in tanımadığı bir şehirdeki huzursuzluğu, evde yaşadığı izolasyon duygusu ve bebekle baş edememe endişeleri çok iyi anlatılıyor. Birçok sahnede ciddi bir tehdit yok gibi görünüyor ama Jean alacakaranlıkta bebek arabasıyla yürürken bile geriliyoruz. Kötü bir şey olacakmış hissini üstümüzden atamıyoruz.
Cal’in onu götürdüğü şehir dışındaki kulübede bir western göndermesi seziyoruz. Kulübe, onun için bir dönüm noktası oluyor. Ona babacan bir tavırla yaklaşan Art’tan (Frankie Faison) silah kullanmayı öğreniyor ve harekete geçme kararını yine orada alıyor.
Görsel atmosfer açısından farklı ‘resim’lerden oluşan bir dünyası var filmin… Jean’in Eddie ile birlikte yaşadığı ev, güvenlik ve refah duygusunu simgeleyen aydınlık, geniş ve ferah bir mekân olarak tasvir ediliyor. Ama kaçış sahnesiyle birlikte karanlık hissi filme ağırlığını koyuyor. Cal’in Jean’i yerleştirdiği gizemli evde tekinsizlik hissi yükseliyor. Western kulübesiyle film, biraz olsun ferahlarken, Jean ve Teri’nin şehre inmesiyle kara film atmosferi egemen oluyor. Görüntü yönetmeni Bryce Fortner, farklı mekânlar ve imajlar arasında gidip gelen sağlam bir iş çıkarıyor. 1970’ler duygusunu retro hissi veren ve yer yer soluk sarıya kaçan bir renk paletiyle yansıtıyor. Özellikle, şehirde geçen gece takip sahnelerindeki rengi ve ışığı sevdiğimi söylemek isterim. 1970’ler duygusunu iddiasız, sade ama doğru şekilde yansıtan prodüksiyon ve kostüm tasarımını unutmayalım. Özellikle gece kulübü sahnesi 1970’lerin disko atmosferini etkili şekilde yansıtıyor.
Oyunculara gelirsek öncelikle, filme yapımcı olarak da imza atan Rachel Brosnahan’dan söz etmek gerekiyor hiç kuşkusuz… Prime Video’nun en sevilen dizilerinden biri olan ‘The Marvelous Mrs. Maisel’ ile tanınan 1990 doğumlu Brosnahan, sade, işlevsel ve doğal oyunculuğuyla, nerdeyse her sahnesinde yer aldığı filme büyük katkıda bulunuyor. Başarıda senaryo ve yönetmenlik kadar Brosnahan’ın performansının da payı var. Cal’de Arinzé Kene ve Teri’de Marsha Stephanie Blake de gayet iyiler. Bu arada, bebek Harry’yi canlandıran Jameson ve Justin Charles ikizlerinin çok şirin olduğunu belirtmek isterim.
Dünya prömiyerini geçtiğimiz ekim ayında AFI Fest yapan ‘Zorlu Kaçış’ (I’m Your Woman) 4 Aralık’ta ABD’de sınırlı sayıda gösterime girdikten sonra 11 Aralık’ta Prime Video’nun içeriğine dahil oldu. Yeni ve nitelikli film seyretmenin zor olduğu şu dönemde sinemaseverler için iyi bir seçenek olduğunu düşünüyorum.
7/10