Paralel evrenler arasında aksiyon komedi
Daniel Scheinert ve Dan Kwan’ın yazıp yönettiği ‘Her Şey Her Yerde Aynı Anda’ (Everything Everywhere All at Once) son zamanlarda seyrettiğim en tuhaf filmlerden biri.
Açıkçası, filmin ilk 15-20 dakikasından çok keyif aldığımı söyleyemem. Karakterlerin paralel evrenler arasındaki yaptığı ani geçişlerin mantığını anlamakta belki güçlük çekmiyorsunuz; ama sizi ne beklediğini bilmiyorsanız, filmin yapısına alışmanız kolay olmuyor. Bütün hikâye, ‘bedenlerin paralel evrenler arasındaki hızlı yolculuğu’ fikri üzerinden şekilleniyor ve olaylar tam da filmin adındaki gibi ‘her şeyin her yerde aynı anda’ olup bittiği sonsuz olasılıklara dayalı paralel evrenler arasında geçiyor.
Paralel evrenler arasındaki anlık yolculukları, hızlı geçişleri bir yana bırakırsanız film, sofistike ve karmaşık bir nitelik taşımıyor aslında. Tam aksine, tanıdık, duygusal bir aile öyküsü bekliyor sizi. Özünde her şey, üç kuşak arasındaki çatışmalar ve heyecanını kaybetmiş bir evlilikle ilgili... Öte yandan, çamaşırhane sahibi orta yaşlı anne Evelyn’in (Michelle Yeoh) dünyayı kurtarmak zorunda kaldığı fantastik ve komik bir hikâye de var işin içinde…
Filmin sözü getirmeye çalıştığı yer, dünyayı kurtarmakla aileyi kurtarmak arasında çok fark olmadığı; hatta ikincisinin biraz daha zor olduğu yönünde… Özellikle de göçmen aileyseniz, vergi dairesiyle başınız beladaysa ve kızınızın cinsel yönelimini kabullenmekte güçlük çekiyorsanız… Üstelik babanız (James Hong) Çin Yeni Yılı’nı geçirmek üzere ABD’ye gelmiş durumda.
Evelyn Wang’ın paralel evrenler arasındaki yolculuğuna vergi dairesinde başlaması kuşkusuz tesadüf değil. Evelyn, ‘şüphe uyandırıcı’ belgelerle onu bekleyen vergi memuru Deirdre Beaubeirdra’nın (Jamie Lee Curtis), çamaşırhanenin sonunu getirebileceğini biliyor. İşinden bezdiğini ve aile sorunlarıyla artık baş edemediğini hissediyoruz. İşte bu yüzden, katı bürokratik yaklaşımıyla tanınan IRS, yani ABD vergi dairesi, Evelyn’in başka dünyalara kaçıp gitmek istediği en ideal yer… Ama kısa sürede gerçeklikten kaçışın öyle kolay olmadığını anlıyor. Tam tersine, daha ağır sorumluluklar bekliyor onu ve başta geçmişi olmak üzere ‘her şeyle her yerde aynı anda’ yüzleşeceği bir maceranın orta yerine düşüyor.
Film bittikten sonra tüm bunları düşünüp yazmak dert değil ama seyrederken her şeyi yerli yerine koymak biraz zaman alıyor. Çünkü yönetmenler ‘büyük resmi’ seyirciye göstermekte acele etmiyorlar. Tam aksine, sizi görsel bir kaosun içine atıyor; orada kendi yolunuzu bulmanızı istiyorlar. Geniş açılı detay zengini kadrajlar, yakın planlar, hızlı kamera hareketleri, hızlandırılmış çekimler, özel efektler ve kısa planların montajından oluşan bir kaos bu… Öyle ki, ilk 30 dakikada filmden nefret edip çıkmanız mümkün.
‘Her Şey Her Yerde Aynı Anda’, sadece paralel evrenler arasında değil, film türleri arasında da hızla geziniyor. Evet, özünde bilimkurgu türünde bir aile filmi... Ama bundan daha fazlası var: Sözgelimi, belirli bir noktadan sonra matrak bir Uzakdoğu dövüş ve aksiyon filminin içinde buluyorsunuz kendinizi. Üstelik öyle tadımlık birkaç dövüş sahnesinden söz etmiyorum. Dövüş koreografilerinin öne çıktığı aksiyon sahneleri, filme nerdeyse hâkim oluyor. Ayrıca, Evelyn ve eşi Waymond’un (Ke Huy Quan) ilişkisi üzerinden gidersek romantik komediden söz etmemiz mümkün. ‘Sosis parmaklar evreni’nde olup bitenlere absürt komedi diyenlere de itiraz etmem. Bu arada, yönetmenlerin her türün ayrı ayrı hakkını verdiğini söyleyelim.
Türler bir yana, açık şekilde gönderme yapılan filmler de var. İronik şekilde Michelle Yeoh’un başrolünde oynadığı modern ‘wuxia’ örneği ‘Kaplan ve Ejderha’ (Crouching Tiger, Hidden Dragon - 2000) mesela… Görüntü yönetmeni Larkin Seiple’in tam bir Wong Kar Wai atmosferi kurduğu ‘Aşk Zamanı’nı (In the Mood for Love – 2000) akla getiren sahneleri unutmayalım. Peki, ‘Rakakun’ olarak yeniden yorumlanan ‘Ratatuy’a (Ratatouille - 2007) ne demeli? Animasyon filmi ‘Ratatuy’un bu görsel kaosta ne işi var, demeyin. Çünkü o filmdeki farenin aşçı şapkasının içinden yaptığı beyin kontrolü ile paralel evrenler yolculuğu arasında benzerlik var.
Aslına bakarsanız, Wang ailesinin yaşadığı paralel evrenler macerasının popüler filmler ve film türleri arasında bir yolculuk olduğu söylenebilir. Hatta her evren ayrı bir film demek bile mümkün.
Filmin en ironik yanı, sonsuz olasılıklar evreninde dahi anne Evelyn ile kızı Stephanie Hsu (Joy Wang) arasındaki sorunun bir türlü çözüme kavuşamamış olması… İkisinin de taş olduğu, Yeryüzü’nde hayatın olmadığı evrende bile aynı problem bekliyor bizi.
Filmin bir yerinde paralel evrenleri farklı seçimlerin oluşturduğu söyleniyor. Dolayısıyla, Evelyn ile Waymond’un romantik ilişkisinde çok daha fazla olasılık çıkıyor karşımıza. Evlenmedikleri evrenler var mesela… Evelyn ile vergi memurunun paralel evrenlerdeki ilişkisi ise sürekli form ve içerik değiştiriyor.
Filmin temel meselesi olan ilişkiler üzerinden baktığımızda, Daniel Scheinert ve Dan Kwan’ın paralel evren fantezisi üzerinden gelmek istediği noktayı şöyle yorumlayabiliriz: Aslında hayal gücüyle birçok olasılığı tek bir hayata sığdırmak mümkün. Yeter ki hayatımıza en geniş perspektiften, sonsuz olasılıkları düşünerek bakalım. Ancak o zaman sorunlarımızı çözebilir ve kendimize yeni bir hayat kurabiliriz.
Tam da burada, filmin karakteristik özelliklerinden biri olan paralel evren değiştirme yöntemini hatırlamakta yarar var: Kimsenin aklına dahi gelmeyecek sıra dışı bir şey yapınca, paralel evrenler arasında seyahat edebiliyorsunuz. O şey her neyse bazen çok çılgın, delice ve saçma olabiliyor. Kesin olan, sizi rutinin dışına çıkaran bir davranış olması… Wang ailesinin temel sorunu aslında rutinlere mahkûm yaşaması; aile bireylerinin çözümsüzlüğü yaşam biçimi haline getirmesi değil mi?
Evelyn sorunların farkında ama belli ki tam olarak ne yapacağını kestiremiyor. Rutinin içinde kaybolup gitmiş durumda. Paralel evrenler arasında yolculuğa çıkmadan önce çamaşırhaneye karaoke sistemi kurmasını pas geçmemek gerek. Rutinin dışına çıkma, hayatına renk getirme isteğinin açık bir kanıtı bu… Vergi memurunun, kontrol sırasında karaoke faturasına takılmasını unutmayalım; çünkü o da sıra dışı bir detay.
İlk bakışta belki hiçbir alakaları yok ama film üzerine düşünürken Frank Capra’nın ‘It’s a Wonderful Life’ (Şahane Hayat – 1946) adlı klasiğinin aklıma geldiğini söyleyebilirim. Gerçi orada sadece bir farklı hayat olasılığı vardır ama ana karakterin gerçekleri anlamasına yeter.
Tıpkı ilk Tarantino filmlerindeki gibi ‘Her Şey Her Yerde Aynı Anda’yı oluşturan ‘parçalar’ın hepsi çok tanıdık belki ama bütün olarak baktığımda özgün bir yapı olduğunu söyleyebilirim.
Bu arada, filmin anlatımı ile hikâyenin yapısı arasında sıkı bir bağ var. Dolayısıyla, anlatım da en az hikâye kadar çılgın ve delimsirek… Özel efektler ve hızlandırılmış çekimler, görselliğin ayrılmaz parçaları. Geniş açılardan tele objektiflere kadar her tür lensin ve farklı çekim ölçeklerinin kullanıldığı eklektik, biçimci ve bir o kadar da özenli bir yönetmenlik göze çarpıyor.
Yönetmenler, tempoyu üst seviyelere çıkaran, paralel evrenler arasındaki geçişlerin ritmini yakalayan bir hızlı kurgu sineması uyguluyorlar. Ama video klipler, reklamlar veya aksiyon filmlerinden alışık olduğumuz bir montaj anlayışı değil bu… Video klip ve reklamda montaj, müzikle birlikte sizi ritmin içine almayı hedefler. Aksiyon montajında da aynı mantık vardır; hareketin parçası haline gelirsiniz. Burada ise 1960’larda Fransız Yeni Dalga akımının etkisiyle ana akım Amerikalı ve İngiliz yönetmenlerin, özellikle de Nicolas Roeg’un kullandığı, zihni aktif tutan ve hikâyeye derinlik getiren bir montaj var. Yani, montajın getirdiği ritmin keyfini çıkarmaktan ziyade pür dikkat olup bitenleri anlamaya çalışıyorsunuz.
Yapımcıları arasında Marvel’ın Avengers filmlerinin yönetmenleri olarak tanıdığımız Anthony ve Joe Russo’nun da yer aldığı ‘Her Şey Her Yerde Aynı Anda’ya ana akım formlarıyla yapılmış alternatif bir sanat filmi demek mümkün. Üstelik, bir sanat filminde alışık olmadığımız kadar naif, duygusal yanları var. Yorucu ve karışık bir kendini iyi hisset filmi olduğu da öne sürülebilir.
Sonuç olarak, alışkanlıklara meydan okuyan 2 saat 19 dakikalık bir film bekliyor sizi. Sevenler kadar nefret edenlerin de olacağına eminim. Sevip sevmeyeceğinizi kestiremem ama sabrederseniz, daha önce benzerine hiç rastlamadığınız bir seyir deneyimi yaşayacağınızı düşünüyorum.
Son olarak, Michelle Yeoh, Stephanie Hsu, James Hong ve Jamie Lee Curtis’in komedinin tadını çıkaran başarılı performanslar çıkardığını ve filmin müziklerinin Son Lux grubunun imzasını taşıdığını belirtelim.
7/10