Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hosteslik, sürekli gezmeyi, hareketli, sıra dışı, renkli bir hayatı akla getiren mesleklerden biri… Belçika – Fransa ortak yapımı ‘Zero Fucks Given’ (Rien à foutre) adlı filmin yazar ve yönetmenleri Emmanuel Marre ve Julie Lecoustre ise hikâyeye, zihnimizdeki hostes ya da resmi adıyla kabin görevlisi imajına pek uymayan bir yerden başlamayı tercih ediyorlar: İlk sahnede ana karakter Cassandre’ın (Adèle Exarchopoulos) çalıştığı havayolu şirketinin, onu sadece kabin görevlisi olarak değil, ‘ürün satıcısı’ gibi gördüğünü, hatta her uçuş için belirli satış kotaları koyduğunu anlıyoruz. Film ilerledikçe, mesleğin keyifli ve güzel yanlarından ziyade zorlu ve yorucu yanlarına tanık oluyoruz.

        İlk yarısı itibarıyla, ‘Zero Fucks Given’ın belirli meslekler üzerinden rekabetçi kapitalizm eleştirisi yapan filmlerden biri olduğunu düşünmek mümkün. Ki, bir yanıyla öyle zaten… Özellikle, Cassandre’ın kabin görevlisi olarak sözleşmesinin bitmesi ve kabin amiri olarak eğitim almaya başlamasıyla mesleğin zorluklarına, katı kurallarına daha çok yer veriliyor. Hatta marksist ve feminist okumaları teşvik eden bir noktadan bakılıyor mesleğe… Ama ‘Zero Fucks Given’ın bir mesleği konu almak kadar o meslek sayesinde kendisinden kaçan bir karakterin filmi olduğunu anlamakta pek gecikmiyoruz. Film ilerledikçe Cassandre’ın profesyonel kimliği silikleşirken kabin görevlisi olarak herkesten gizlediği ruhu ve acıları belirginleşmeye başlıyor.

        Kabin amirliği eğitimindeki ‘gülümseme provaları’ sırasında, senaryoda bu mesleğin neden seçildiği netleşiyor. Çünkü kabindeyken özel hayatınızı, dertlerinizi, sıkıntılarınızı bir yana bırakmanız ve hangi ruh halinde olursanız olun, yolculara her koşulda gülümseyerek hizmet vermeniz bekleniyor. Cassandre her zaman gülümsemiyor, gülümseyemiyor. Ama profesyonellik adına duygularını gizlemek belli ki hoşuna gidiyor. Onun için hem başkalarından hem kendinden saklanmak için ideal bir meslek bu… Öte yandan, mesleğin katı kuralları ve iş disipliniyle arası çok iyi değil. Ayrıca yükselme isteği de yok.

        Şirketteki işini kaybetme endişesi olmasa, terfi edip kabin amiri olmayı aklından bile geçirmeyen biri Cassandre. Öykü geliştikçe, evinden ve özellikle ailesinden uzak olmayı sevdiğini, gelip geçici tek gecelik ilişkiler yaşamayı tercih ettiğini ve birine bağlanmaktan kaçındığını görüyoruz. Farklı şehirlerde gecelemek, meslektaşlarıyla aynı lojmanı paylaşmak, geceleri diskolarda eğlenmek ve internetten arkadaş aramak, onun için bir yaşam biçimi haline gelmiş durumda.

        Ulaştırma sektöründe daha iyi çalışma koşulları için greve giden işçilerle konuşurken, değişim istemediğini söyleyen Cassandre, filmin ilk bölümünde sorumluluktan hoşlanmayan bireyci ve bencil biri gibi çıkıyor karşımıza. Ama bir süre sonra, her şeyden önce yalnız olduğunu, hatta filmin yalnızlığı anlattığını keşfediyoruz. Belki dışarıdan öyle görünmüyor ama uçakta, lojmanda ve gece kulüplerinde, kalabalıkların arasında hep yalnız biri Cassandre. Ayrıca, çelişkilerle dolu olduğunu seziyoruz. Bir gece diskoda partnerine romantizmden hoşlanmadığını belli ederken, başka bir gece şefkat görmek istiyor. Koltuğunda oturmayı reddettiği için katı ve sert davrandığı Doğu Avrupalı kadın yolcuya daha sonra kuralları boş verip çok yakın ve sevgi dolu davranabiliyor mesela…

        Cassandre’ın annesini bir trafik kazasında kaybettiğini öğrenmekte gecikmiyoruz aslında. Unutulacak bir detay olmadığı için elbette hiç aklımızdan çıkmıyor ama uzun süre boyunca konu hiç gündeme gelmiyor. Ta ki, hâlâ annesinin GSM hattını kullandığını öğrendiğimiz ana kadar. Telefondaki operatör tarife değişikliği için hattın artık iptal edilmesi söylediğinde, Cassandre’ın yüzünde beliren ifade ve dolan gözleri, filmin kalbindeki asıl meseleyi işaret ediyor. O an Cassandre’ın hosteslik serüveninin baştan sona kendinden kaçış olduğunu hissediyoruz.

        Şirketin katı kuralları nedeniyle işinden uzaklaştırılan Cassandre, filmin ikinci yarısında çalışırken üstüne ‘zırh’ gibi geçirdiği üniformasını çıkarmak ve kendisiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Artık kaçacak bir yeri olmadığı için evine dönüyor; kız kardeşi ve babasının yanında kalıyor, eski arkadaşlarıyla görüşüyor. Tüm bu süreçte, yeni bir Cassandre çıkıyor karşımıza.

        Bu ikinci bölümde, yönetmenler aşırı duygusal sahneler ve duygu dolu anlardan uzak duruyorlar. Tam aksine, gündelik hayatın içindeki sıradan anların, diyalogların, duyguların, sessizliklerin keşfine çıkıyorlar. Babası ona doğumunu anlatırken Cassandre’ın yüzüne kilitlenmiş kamera, belli etmese de çok duygusal bir an yaşadığını gösteriyor bize. Annesinin ölümüyle önce dolaylı yollardan yüzleşiyor. Kaza raporu, avukatla görüşme gibi bürokratik detaylarda duygularını belli etmiyor ama onu kaza yerinde dolaşırken gördüğümüz an, annesini kaybetme travmasının altından aslında yeni yeni kalkmaya başladığını fark ediyoruz. Kabin görevlisi olmanın onun için en başından beri bir kaçış olduğu ancak o anlarda netleşiyor. Ve en önemlisi, ailesiyle birlikte olmanın ve anne kaybıyla yüzleşmenin ona iyi geldiğini hissediyoruz. O noktada, Cassandre’ın annesini kaybettikten sonraki geçmiş hikâyesi de zihnimizde beliriyor. Belli ki altından kalkamadığı bir şok yaşamış, matem tutmayı reddederek kaçmaya çalışmış ve işine sığınmış… Film, Cassandre’ın geleceğiyle ilgili açık uçlu bir final sunuyor bize.

        2021 yılında Cannes Film Festivali’nde Eleştirmenlerin Haftası’na seçilme başarısı gösteren ‘Zero Fucks Given’ın Cassandre’ın iki farklı hayatını gösteren iki parçalı yapısını zihin açıcı ve farklı bulduğumu söyleyebilirim. Anlatımını da sevdim.

        Emmanuel Marre ve Julie Lecoustre, birlikte yönettikleri ilk filmde, dar mekânlarda çekim yapmalarını kolaylaştıran, fotoğraf makinesini andıran küçük bir kamerayla (Panasonic Lumix S1H) gerçek mekânlarda çalışmışlar. Uçak sahnelerini stüdyoda değil, kiraladıkları bir uçağın içinde çekmişler. Bazı sahnelerde akıllı telefon çekimlerine de yer vermişler. Özellikle uçak içi çekimlerinde dengeli, iddiasız bir aydınlatmayla yakın planları tercih etmişler. 1.66:1 oranındaki kadraj oranı, filmin duygusu ve yakın planları açısından doğru bir seçim.

        REKLAM

        Tüm bunların filme ekstra bir gerçeklik duygusu verdiğini düşünüyorum. Birçok sahnede, ana karaktere odaklı hareketli bir takip kamerası kullanıyorlar. Konuşmadığı ve başkalarını dinlediği anlarda dahi Cassandre’ın görüntülendiği sahnelerin sayısı hiç az değil. Yönetmenler, açı ve karşı açıları galiba hiç kullanmıyorlar. Sahneleri birkaç açıdan çekip bitiriyor, uzun planları tercih ediyorlar. Arada Vangelis’in ‘To the Unknown Man’ gibi elektronik müzikleriyle seyirciye nefes aldırmayı ihmal etmiyorlar. Tüm bu sahnelerde hep Cassandre’ın peşindeyiz ya da onu izliyoruz. Filmin hızlanmaktan ziyade giderek yavaşlayan bir ritmi olduğunu da belirelim.

        Yönetmenlerin minimal ve doğal bir oyunculukla ana karakterin iç dünyasına sızmak istedikleri belli…. Çünkü sadece kabin görevlisi olarak değil özel hayatında da duygularını göstermek istemeyen içedönük bir karakter Cassandre… ‘Mavi En Sıcak Renktir’ (La vie d’ Adèle – 2013) ile hatırladığımız Adèle Exarchopoulos, Cassandre karakterine derinlikli ve çok duyarlı bir yorum getiriyor; filme çok şey katıyor. Onun dışındaki oyuncuların çoğu profesyonel değil.

        Türü komedi – dram olarak geçiyor ama kendi adıma filmi komedi olarak görmediğimi söyleyebilirim. ‘Zero Fucks Given’ı MUBI’de seyredebilirsiniz.

        7/10

        Diğer Yazılar