DC evrenine yeni kahraman geldi: Black Adam
Genişletilmiş DC Evreni’nin 11’inci filmi ‘Black Adam’, bir fantezi öyküsü gibi açılıyor. 5 bin yıl öncesine, Afrika kökenli insanların yaşadığı Kahndaq’a gidiyoruz. Birkaç cümleyle yapılan özette, bir zamanlar demokrasiyle yönetilen Kahndaq’ın Anh-Kot adlı generalin yaptığı darbenin ardından dikta rejimine geçtiğini öğreniyoruz önce. Sonra da krallığını ilan eden zalim Anh-Kot’un, Eternium adında sihirli bir kristalin peşine düştüğünü ve bu uğurda halkını köleler gibi çalıştırdığını…
Anh-Kot’un amacı, kara büyünün yardımıyla Eternium kristalinden yapılan Sabbac Tacı ile her şeye hükmetmek. Buna karşılık, başka alemde yaşayan büyücüler konseyi, Anh-Kot’un Sabbac Tacı’nı ele geçirmesini engellemek için krala karşı isyan başlatan köle çocuğa ‘Shazam’ gücünü veriyor. Teth-Adam adında, Superman’i aratmayan bir süper kahramana dönüşen çocuk, Sabbac Tacı’nı takmak üzere olan kralın karşısına çıktığında, olup bitenlerin detayına pek vakıf olamadan günümüze geçiyoruz.
Günümüzde Kahndag’ın, Intergang adı verilen Batı kökenli yabancı sömürge güçlerinin yönetiminde olduğunu görüyoruz. Yani, demokrasi hâlâ hayal ve halk yine baskı altında. Kahndaq’lı arkeolog Adrianna Tomaz (Sarah Shahi), kardeşi Karim (Mohammed Amer) ve meslektaşı İsmail’le (Marwan Kenzari) Sabbac Tacı’nın peşine düşüyor. Amacı, tacın kötü güçlerin eline geçmesini engellemek… Şehrin dışındaki dağ mağaralarında geçen aksiyon - gerilim sahnelerinin ardından Adrianna, tacı ve hayatını kurtarmak için son çaresine başvuruyor: Bildiği kadim büyünün sözlerini tekrarlıyor ve Teth-Adam’ı (Dwayne Johnson) uyandırıyor. Sonra olaylar hiç kimsenin beklemediği şekilde gelişiyor. Öte yandan, Teth-Adam’ın uyandığını öğrenen Adalet Topluluğu (Justice Society of America – JSA), duruma el koymak için Kahndaq’a Carter Hall / Hawkman’in (Aldis Hodge) yönetiminde 3 kişilik bir ekip gönderiyor.
İlk bölümde fantezi – macera kadar hikâyenin politik çerçevesi de çiziliyor. Aslına bakarsanız her şey, Kahndaq halkının özgürlük özlemi çevresinde kuruluyor. ‘Özgürlük mücadelesi’ diyemiyorum çünkü sömürgeci Intergang’ın paralı beyaz askerlerinin halkı silah gücü ve baskıyla sindirdiğini görüyoruz. Ama Teth-Adam’ın gelişiyle Adrianna ve ergen oğlu Amon (Bodhi Sabongui), aradıkları kahramanı bulduklarını düşünerek umutlanıyor; onun sayesinde özgürlüklerine kavuşacaklarına inanıyorlar. Buna karşılık, Adalet Topluluğu onun kahraman değil, tüm dünya için çok tehlikeli bir kitle imha silahı olduğunu öne sürüyor; hemen yakalanması ve kontrol altına alınması gerektiğini söylüyor. Gizemli Teth-Adam’ın ise kahramanlık konusunda pek istekli olmadığını anlıyoruz.
Kahramanlığın ve kurtarıcı olmanın gerçek anlamı, filmin açık şekilde ilgilendiği konulardan biri… Aslına bakarsanız, tüm film Teth-Adam’ın kendi geleceğiyle ilgili vereceği kararlar üzerine şekilleniyor. Sonuçta her şey gücünü nasıl kullanacağıyla ilgili… Dolayısıyla, filmin üçte birlik ilk bölümü bittiğinde, iyilerin kötüler karşısında ikiye ayrıldığını görüyoruz. Bir yanda, baskı altında bir halk; diğer yanda ise yargısız infazlara karşı Adalet Topluluğu var…
Adalet Topluluğu’nun yıllardır sömürülen Kahndaq ile ancak Teth-Adam’ın ortaya çıkışından sonra ilgilenmeye başlaması da kuşkusuz filmin altını çizdiği noktalardan biri… Tam da burada, Adrianna’nın sorduğu, Adalet Topluluğu’nun yanıt veremediği sorular üzerinden kayda değer bir sömürgeci Batı eleştirisi göze çarpıyor. Filmin sonuna kadar Adalet Topluluğu’nu ABD’den yönetenlerin, Kahndaq’daki iç dinamikleri çözemediğini; her şeye sadece kendi ‘güvenlik’ meseleleri üzerinden, yani çok dar bir açıdan baktığını görüyoruz. Burada inkâr edilemez, nokta atışı bir ABD eleştirisi var.
Sömürgeci Intergang’in dikta rejimi kurmak isteyen yerel güçlerle olan iş birliğini de unutmamak gerek. Özetle, ‘Black Adam’ DC filmlerinde her zaman karşımıza çıkmayan politik alt metinleriyle dikkat çekiyor. Buna karşılık, derinlikli bir film olduğunu söylemek zor. Evet, politik bir çerçeve kuruluyor; eleştirel tavır takınılıyor, bazı doğru fikirler dile getiriliyor ama hikâyede her şey yüzeysel duruyor.
Aksiyon ve özel efekt şovu her şeye hükmediyor. Yönetmen Jaume Collet-Serra’ya da CGI şovunu yönetmek kalıyor. Süper kahraman filmlerinin çoğunda olduğu gibi yine ağırlıklı olarak bir ‘tahribat gösterisi’ seyrediyoruz. Filmin büyük bölümünün süper güçlerin kendi aralarındaki kapışmalarıyla geçtiğini de belirtmem gerekiyor. Genç kuşak seyircilerin, ‘süperlerin dövüştüğü’ bu tür sahneleri sevdiğinin farkındayım. Ama özellikle işin içine mizah girmediği zamanlarda, peş peşe gelen bu tür sahnelerin filmi yeknesaklaştırdığını düşünüyorum.
Filmin karakterleri iyi geliştirmek, derinleştirmek gibi bir niyeti olmadığı aşikâr. Aslına bakarsanız, süper kahraman filmlerin yarısında böyle bir niyet yoktur. Ama sevdiğim süper kahraman filmlerinin en önemli özelliği, karakterler ve onların aralarındaki ilişkilerin iyi yazılmasıdır. Burada senaryoda imzası olan Adam Sztykiel, Rory Haines ve Sohrab Noshirvani’nin işini zorlaştıran nokta, filmdeki karakterleri yeni tanıyor olmamız… Bu arada, filmde gerçekten çok karakter var. Çoğunu ancak aksiyon sahnelerinde tanıyabiliyoruz.
Sözgelimi, Maxine Hunkel / Cyclone (Quintessa Swindell) ile Albert ‘Al’ Rothstein / Atom Smasher (Noah Centineo) arasındaki ilişki, gayet hoş ve eğlenceli aslında. Kaosun orta yerinde flört etmeleri, filmin bütününe hâkim olan yoğun çatışma ortamıyla kontrast oluşturan bir durum komedisine yol açıyor. Görmüş geçirmiş bilge bir Doctor Strange havasını taşıyan Kent Nelson / Doctor Fate (Pierce Brosnan) de filme derinlik ve ağırlık getiren bir karakter. Kimsenin ölmemesini isteyen, katillerin bile canını kurtarmak isteyen Hawkman ile kötülerin ölmesini umursamayan Teth-Adam arasındaki çatışma da kuşkusuz anlamlı. Adrianna’nın çizgi roman meraklısı isyankâr oğlu Amon ile Teth-Adam arasındaki süper kahraman muhabbetlerinin de ilgiye değer olduğunu düşünüyorum. Tüm bunlar sonuçta filmin artistik puanını yükselten faktörler. Ama bunlar dışında ne yazık ki dişe dokunur çok fazla şey yok. Sonuçta, baskı altındaki bir halkın kurtuluşunun yine fiziksel güce ve kahramana bağlı olduğu bir film seyrettiriyorlar bize.
Sevdiğim süper kahraman filmlerinin bir başka önemli özelliği, süper kahramanın kendi içindeki çelişkileri, dramatik açmazları ve kendine karşı verdiği mücadeledir. Projenin geliştirildiği ilk günlerden beri ‘anti-kahraman, kötü adam’ olarak tanıtılan Teth-Man / Black Adam ise beklentilerimizin aksine aslında hayli düz, eski usul bir süper kahraman. Daha en başından ne yapacağını, nereye doğru gideceğini tahmin edebiliyorsunuz. Özetle, vadedilenin aksine karanlık yanları olan bir anti-kahramandan söz etmek mümkün değil. Yönetmen Jaume Collet-Serra, Black Adam’ı ‘süper kahramanların Kirli Harry’si’ olarak niteliyor ama karşımızda Joker veya Deadpool gibi öyle karmaşık bir karakter yok.
Öte yandan, son jenerik yazılarının arasına giren sürpriz final sahnesini düşündüğümüzde, Black Adam’ın Genişletilmiş DC Evreni’nin gelecekteki önemli karakterlerinden biri olacağını tahmin etmek mümkün. Hatta ileride kökenleri itibarıyla, diğer DC kahramanlarının arasında çok eğlenceli biri karakter olabilir. O yüzden süper kahraman filmi meraklılarının kaçırmaması gerekiyor. Gösterişli özel efekt şovlarına ilgi duyanlar da sevebilir ama hikâye, karakter ve dramatik derinlik arayanların çok kayda değer şeyler bulacağını sanmıyorum.
5.5/10