Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Japon yönetmen Hirokazu Koreeda’nın bugüne kadar seyredip de beğenmediğim bir filmi olmadı henüz. Güney Kore’de, sevdiği Güney Koreli oyuncularla birlikte çalışma isteğinin sonucunda gerçekleştirdiği ‘Bebek Servisi’ (Broker) de beğendiğim Koreeda filmlerinden biri oldu.

        ‘Bebek Servisi’, dünyanın bazı ülkelerinde, annelerin hiçbir bürokratik prosedüre bağlı olmadan, isterlerse kimliklerini saklayarak yeni doğmuş çocuklarını bırakabildiği ‘bebek kutusu’ uygulamasından yola çıkıyor. Film, böyle bir bebek kutusu çevresinde hayatı kesişen insanların hikâyesini anlatıyor.

        İlk sahnede neler olup bittiğini tam olarak kestiremiyoruz. Gece vakti genç kadın, bebeğini kutunun önüne bırakırken, onu otomobilin içinden dikkatle izleyen iki kadın görüyoruz. İçlerinden biri, anne ortadan kaybolunca bebeği alıp kutuya koyuyor ve yeniden araca dönüyor. Sonra aynı gece kilisede bebek kutusu nöbetine kalan Hyung Dong-soo (Gang Dong-won) ile borç içinde yüzen kuru temizlemeci Ha Sang-hyeon’u (Song Kang-ho) tanıyoruz. Kısa sürede, iki kafadarın kutuya bırakılan bebekleri alıp yasa dışı yollardan sattığını ve ilk sahnede bebek kutusunu uzaktan izleyen Soo-jin (Bae Doona) ve Lee’nin (Lee Joo-yeung) ise onları suçüstü yakalamak isteyen polisler olduğunu anlıyoruz.

        REKLAM

        Karşımıza çıktıkları ilk anlardan itibaren Dong-soo ve Sang-hyeon’un alıştığımız tarzda kalpsiz ve acımasız kötü adamlar olmadığı belli. Bebeğe gösterdikleri şefkat ve ilgi bir yana, ertesi gün kiliseye gelip bebeğinin peşine düşen genç anne Moon So-young (Lee Ji-eun) ile yüzleşmekten; hatta onunla birlikte hareket etmekten kaçınmıyorlar. Dong-soo’nun eski minibüsüne binip bebeği karaborsada satmak ve parasını paylaşmak üzere anneyle birlikte yola koyulduklarında, iki dedektif takiplerini sürdürüyorlar. Bu arada, eşzamanlı olarak gelişen paralel cinayet soruşturmasıyla birlikte hikâye, farklı bir kanaldan daha akmaya başlıyor. Ama polisiye örgüden ziyade tümüyle karakter ağırlıklı bir film seyrediyoruz. ‘Bebek Servisi’, ‘geriye dönüş’ (flash-back) tekniğini kullanmadan karakterlerin geçmişine doğru uzanan bir yol filmi…

        Filmin etkili yanlarından biri, karakterlerin geçmiş öykülerini ve aralarındaki ilişkileri çok iyi geliştirmesi… Koreeda, her zaman olduğu gibi yazarlık ve yönetmenlik kalitesiyle karakterlerini derinlikli hale getirmede hiç zorluk çekmiyor. Amerikan karakter dramlarında olduğu gibi oyunculuk şovuna hizmet eden, psikolojik gerilimi yükselten uzun ve çarpıcı diyaloglar yok. Kaldı ki, diyaloglar kadar sessizlikler de öne çıkıyor. Karakterlerin zihninden geçenleri sezdiğimiz bir sinema yapıyor Koreeda…

        İlk bölümde karakterlere baktığımızda, aslında çok parlak bir manzara yok karşımızda: Kutuya bırakılan bebekleri satmak üzere çalan iki erkek; karanlık sırları olduğunu hissettiğimiz gizemli anne ve bebek satıcılarını suçüstü yakalamak için tuzak kurmaktan kaçınmayan iki polis görüyoruz. Buna karşılık, yolculuk ilerledikçe karakterlerin içindeki iyilik ve sağduyunun gerektiğinde kişisel menfaatleri bile geride bırakabilecek bir potansiyel taşıdığını keşfediyoruz.

        REKLAM

        Takipteki iki polisi bırakıp sadece minibüstekilere odaklandığımızda, hepsi için maddi sıkıntılar, aşılması zor sorunlar, hatta çıkmazlar olduğu çok açık. Ama karşılarına çıkan engellerle, bencilleşmeden ve birbirlerini önemseyerek baş etmeye çalışmaları önemli. Bizi en çok etkileyen ise içlerindeki özveri duygusunun görünür hale gelmesi… Ama bütün filmlerinde olduğu gibi Koreeda, melodram ve duygu sömürüsünden uzak duruyor. Kaldı ki, ‘son perde’de olaylar bir kendini iyi hisset filminde olduğu gibi gelişmiyor.

        Açılış sahnesinde detektif Soo-jin’in, bebeğini terk eden So-young’a tepki gösterdiği andan itibaren ‘Bebek Servisi’, annenin bebeğinden ayrılma kararını karakterlerin tavırları üzerinden çok yönlü olarak ele alan bir film… Ayrıca, yetimhaneden kaçıp gruba katılan 7 yaşındaki futbol meraklısı Hae-jin (Im Seung-soo) ile birlikte minibüste annesiz büyüyen iki yetim olduğunu unutmamak gerek. Tam da bu nedenle, So-young’ın bebeğini kime satıp satmayacakları, belirli bir noktadan sonra farklı anlamlar kazanıyor. Olup biten her şeyi uzaktan izleyen iki polisin süreçten etkilendiğini; onların da kafasının karıştığını söylemek gerek. Koreeda’nın filmin ele aldığı konularda kesin sonuca varmak gibi bir hedefi olmadığı açık. Özellikle, başta So-young olmak üzere bebeklerinden ayrılma kararı alan hiçbir anneyi yargılamak istemediği belli.

        Koreeda’nın asıl derdi, yolculuk boyunca minibüsün içinde gelişen ‘alternatif aile’yi gözlemlemek aslında… Tek tek baktığımızda, ailesiz ve yalnız insanlar; ama aralarındaki bağların giderek güçlendiğini görüyoruz. Öyle ki birbirleriyle kan bağı olmayan dört kişi ve bir bebek, günler içinde ‘iki çocuklu üç ebeveynli tuhaf ama sevgi dolu bir aile’ye dönüşüyor.

        REKLAM

        Tam da burada, ‘Bebek Servisi’nin Altın Palmiyeli ‘Arakçılar’la (2018) birlikte Koreeda filmografisindeki alternatif aile öykülerinden biri olduğunu söylemek gerek. Her iki filmde de alternatif ailenin kendiliğinden doğal şekilde gelişerek, gerçek ailenin anlam ve işlevini üstlendiğini görüyoruz. Kan bağının yerini ise sevgi, özveri ve dayanışma alıyor.

        Koreeda’nın, iki filmde de küreselleşen dünyada aşağı yukarı her ülkede karşımıza çıkabilecek ‘alttaki uyumsuzlar’ın öyküsüne odaklandığını aklımızda tutmamız gerekiyor. Sonuçta, yasa dışı olarak bebek satanların suç hikâyesini seyrediyoruz. ‘Arakçılar’da olduğu gibi sadece sınıfsal olarak değil sosyal anlamda da suçlu ve itibarsız olarak görülen insanlar bunlar. Geleneksel ahlak anlayışına göre kuşkusuz problemliler ama dışardan ahlaklı görünen çoğu insanda olmayan erdemlere sahipler…

        Tüm bunlar bir yana ‘Bebek Servisi’, karakterleri, aralarındaki ilişkileri ve duygusal sahneleriyle sağlam bir film. 2000’li yıllarda ‘Parazit’ başta olmak üzere uluslararası başarı kazanan birçok Güney Kore filminde başrolde karşımıza gelen Song Kang-ho, Sangh-hyeon karakterinde yine o kendine özgü şahane performanslarından birini çıkarıyor. Zaafları ve hataları nedeniyle eşinden, kızından kopmuş ‘kötü baba’ Sangh-hyeon’un minibüsteki alternatif ailenin ardındaki asıl birleştirici güç olması, öykünün en parlak yanlarından biri. Film boyunca geçmiş öyküsüne giremediğimiz Sangh-hyeon’un öz kızıyla buluşma sahnesi dikkat çekici. Onu bir baba gibi kabul eden Hae-jin ile lunaparktaki dönme dolap sahnesi de çok etkileyici… Özetle, ‘bebek komisyoncusu’ Sangh-hyeon şefkat ve sevgi dolu bir adam…

        Yetimhanede geçen çocukluğunun ardından, terk edilen bebekleri doğru aileyle buluşturma güdüsüyle yaşadığını anladığımız Dong-woo ve sonlara kadar duygularını düşüncelerini kendine saklamayı tercih eden So-young da hayli etkileyici karakterler. Başlarda suçüstü yakalamaktan başka gayeleri olmayan ama takip ettikleri insanların sevgi dolu alternatif bir aileye dönüştüklerini gördükçe kafaları karışan iki kadın polisi de unutmayalım. Filme sert, yalnız ve ters bir polis olarak başlayan Soo-jin’in filmin ‘gölge ana karakteri’ olduğu bile söylenebilir. Sonuçta, o da bir karakter değişimi yaşıyor.

        Öte yandan, finalin beni tam anlamıyla tatmin ettiğini söylemem zor. Hikâyenin vardığı yerden ziyade karakterler arası ilişkilerde tam olarak yerine oturmayan, yazılmamış eksik kalan sahneler var gibi geldi bana. Yine de ‘Bebek Servisi’ son zamanlarda gördüğüm en incelikli, duyarlı filmlerden biri. Üstelik baştan sona çok hoş bir mizah duygusu olduğunu düşünüyorum. Sözgelimi, Güney Kore’de evlat edinilecek bebeklerin kaşlarının önemini anladığımız sahneler… Yedi yaşındaki yetim Hae-jin’i canlandıran Im Seung-soo’nun da filmin gizli starı olduğunu söyleyelim.

        8/10

        Diğer Yazılar