Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        3 dalda Oscar’a aday olan ‘Balina’ (The Whale), başrol oyuncusu Brendan Fraser’a, daha şimdiden çoğu ABD’deki eleştirmen birliklerinden gelen 20’yi aşkın ödül kazandırmış durumda. Fraser, en iyi erkek oyuncu dalında Oscar’ın da en güçlü adaylarından biri… ‘Balina’yı seyrettiğinizde, dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nden bu yana Fraser’ın aldığı övgüleri gerçekten hak ettiğini görüyorsunuz.

        Samuel D. Hunter’ın ilk kez 2012’de New York’ta sahnelenen kendi oyunundan uyarladığı ‘Balina’, tek mekânda geçen karakter ağırlıklı bir dram. Üniversite öğrencilerine çevrimiçi İngilizce yazı dersleri veren Charlie (Brendan Fraser), bozuk olduğu gerekçesiyle kamerasını hep kapalı tutar. Asıl neden ise dış görünümünü öğrencilerinden saklamak istemesidir. Yürüteçle hareket edebilen, eğilip kalkamayan Charlie, fazla kiloları nedeniyle hayatını tek başına sürdürmekte zorlanır. Kalp ve damar sağlığı açısından da durumunun vahim olduğu bellidir. Tek arkadaşı olan hemşire Liz (Hong Chau) geldiğinde ve tansiyonuna baktığında, Charlie’nin acil olarak hastaneye kaldırılması gerektiğini ama sağlık sigortası olmadığı için tedaviyi reddettiğini anlarız.

        REKLAM

        Hayatını kaybetmeyi göze alan ve nerdeyse ‘ölümüne yemeye’ devam eden Charlie, ömrünün son günlerinde 8 yıldır görmediği kızı Ellie (Sadie Sink) ile bağ kurmak ister. Ama karşısına iletişime girmesi çok zor, geçimsiz, hakaretamiz konuşmaları tercih eden agresif bir ergen çıkar. Charlie, onun için 8 yıl önce kendisini terk eden bir babadır ve ilginin hiçbir türlüsünü hak etmez.

        Birkaç günde geçen, karakterlerin geçmiş öykülerine doğru açılan ve diyaloglar üzerinden gelişen bir film ‘Balina’... Charlie’nin cephesinden baktığımızda, ilk sahnelerinde yalnızlık ve obeziteyle ilgili bir film gibi görünüyor. Ama süre ilerledikçe yan öyküler, yeni katmanlar çıkıyor karşımıza. Hikâye sadece Charlie’nin yaşadığı özyıkımın neden ve sonuçları üzerine kurulu değil. Geçmişte verdiği kararların ve yaşadıklarının çevresindeki diğer karakterlerin hayatı üzerinde bıraktığı etkilere de tanık oluyoruz. Filmin başında Tanrı’nın mesajını iletmek üzere Charlie’nin kapısını çalan genç misyoner Thomas’a (Ty Simpkins) baktığımızda, Charlie ve Liz’in geçmişinde trajik olaylara neden olan misyonerlik geleneğini temsil ettiğini öne sürmek mümkün. Thomas’ın, film boyunca hiç görmediğimiz ama ‘anahtar karakter’ niteliği taşıyan Alan’ın gençliğini, naifliğini ve kafa karışıklığını simgelediği dahi söylenebilir.

        Baba ile kızın sorunlu ilişkisinin temelinde hiç kuşkusuz Charlie’nin yıllar önce aşk ve tutku uğruna aldığı bir karar var. Ama film bu kararın doğru veya yanlış olmasıyla pek ilgilenmiyor. Charlie’nin nerdeyse ‘kronik intihar süreci’ olarak benimsediği hayat tarzının gerisinde aşk, onulmaz bir acı, kayıp travması ve suçluluk duygusu var. Bunları aşamayacağını kabullendiğini veya aşmak istemediğinin farkındayız. Hayatının son günlerinde onun için önemli olan tek şey, Ellie’nin nasıl biri olduğunu anlamak… Hatta anlamak bile değil, hissetmek… Özellikle Ellie’nin dürüst olup olmamasına odaklanıyor. Kalan sınırlı ömründe ona yalnızca dürüstlüğün erdemlerini değil, hiçbir şey öğretemeyeceğinin farkında… Tek istediği, onunla ilgili sezgilerinin doğru olup olmadığını sınamak.

        REKLAM

        İşte bu yanıyla, alışageldiğimiz ayrı düşmüş baba – çocuk dramlarından farklı şekilde ilerliyor ‘Balina’… Baba ile kız, birlikte yolculuğa çıkmıyor, serüven yaşamıyorlar. Babasının her tür yaklaşma çabasına karşı aşılmaz duvarlar ören Ellie, bulduğu her fırsatta acımasız ve kötü bir evlat olduğunu göstermek istiyor. Üstelik, son bölümde karşımıza çıkan annesi Mary (Samantha Morton) dahi Ellie hakkında iyi şeyler söylemiyor, söyleyemiyor… Belirli bir noktadan sonra biz de Ellie’nin özünde nasıl bir insan olduğu sorusuna odaklanıyoruz.

        Charlie’nin Ellie konusundaki iyimserliğinin kökeninde onun dürüst biri olduğuna duyduğu inanç var. Tüm hayatını kendine ve çevresine dürüst davranarak değiştiren biri için kuşkusuz önemli bir erdem bu... Öğrencilerine verdiği yazı ödevinde de onlara dürüst olmasını öneriyor Charlie… Öte yandan, evine sürekli pizza getiren Dan’in (Sathya Sridharan) ve öğrencilerinin karşısına çıkmayan, fiziksel görünümünü onlardan saklayan Charlie bunun dürüst bir davranış olmadığının farkında… Kaldı ki, can yoldaşı Liz’den bile sakladığı şeyler var. Tam da burada, Ellie’nin dürüstlüğünün ona iyi geldiğini söyleyebiliriz.

        Edebiyat, İngilizce eğitmeni Charlie için kuşkusuz büyük önem taşıyor. Filmin hemen başında Amerikan edebiyatının öncü klasiği ‘Moby Dick’ romanı üzerine yazılmış mütevazı denemedeki içten gelen cümlelerin onu ne kadar derinden etkilediğini görüyoruz. O noktada, edebiyatla dürüstlük arasında kurduğu bağı ve onun için ifade ettiği önemi anlıyoruz. Ellie ile Walt Whitman konuşmak için çabalaması da bunun göstergesi.

        Filme adını veren balina, Herman Melville’in ‘Moby Dick’inden geliyor. Hem roman hem balina, açılışı ve kapanışı birbirine bağlaması açsından kritik metaforlar. Romanın anlatıcısı Ishmael’in yalnızlığı ile balina arasındaki ilişki, filmdeki karakterleri gördüğümüz bir ayna adeta. Oyunun ve senaryonun yazarı Samuel D. Hunter’ın ‘Moby Dick’e farklı bir gözle bakmamızı istediği kesin.

        Duygusal final, melodramlara şerbetli seyirciler üzerinde belki etki bırakmayabilir ama kendi adıma yoğun ve etkileyici buldum. Tabi burada oyuncuların performansını ve Darren Aronofsky’nin yönetmenliğinin hakkını teslim etmek gerek.

        Görsel açıdan baktığınızda, Aronofsky’nin önceki filmleriyle bağlar kurmak ilk bakışta belki zor. Hızlı kurguyu, hareketli kamerayı seven ve derdini biçim oyunlarıyla anlatmayı seven Aronofsky, bu kez tek mekânda geçen bir filme imza atıyor. Aronofsky hem klostrofobi hissini hem teatral dokuyu ısrarla koruyor. Kamerasını evin dışına veya kapının önündeki açık alana nadiren çıkarıyor. Film boyunca yağmuru bir tiyatro oyunundaki gibi hep evin içinden, pencerelerden görüyoruz. Yeri gelmişken, yağmur ve güneşin filmde düz simgesel anlamlar taşıdığını belirtelim. Eve gelenleri de yine tiyatro sahnesindeki gibi önce penceredeki gölgeler üzerinden görüyoruz. Görüntü yönetmeni Matthew Libatique’in adını anmadan geçmek istemem. İç mekânda akılda kalıcı bir renk paleti yakalanıyor. Ev, çok kasvetli değil ama ferahlık hissi de vermiyor. Sıcak tonlar taşıyan renkler, özyıkımın karanlığını hissettiriyor.

        Aronofsky’nin kadraj oranı olarak 1.33:1 gibi dar formatı tercih etmesi, filmin görsel dünyasını belirleyen bir karar. Evin içindeki klostrofobi hissini güçlendirmesi bir yana, Charlie’nin iri, hantal ve hastalıklı bedeniyle yaşadığı fiziksel sorunları en etkin şekilde resimleyen bir tercih bu…

        ‘Balina’nın Aronofsky’nin önceki filmlerine oranla biçimsel anlamda daha sade olduğu kesin. Buna karşılık, Aronofsky’nin biçimciliğinin hiçbir zaman gösteriş ve sinemasal şıklık içermediğini; tam aksine realist ve natüralist bir nitelik taşıdığını unutmamak gerek. Rahatsız edici sahneler, burada da sık sık karşımıza çıkıyor.

        Asıl önemlisi ise ‘Balina’nın tematik olarak, Aronofsky’nin auteur kişiliğini yansıtan bir film olması... Bedensel deformasyon, özellikle ‘Bir Rüya İçin Ağıt’ (Requiem for a Dream - 2000), ‘The Wrestler’ (2008) ve ‘Siyah Kuğu’ (Black Swan - 2010) filmlerinde karşımıza çıkan bir temadır. Aronofsky, söz konusu üç filmde rekabetçi ve baskıcı toplumu bireylerin fiziksel deformasyonları üzerinden anlatır. Burada da karakterler üzerindeki toplum baskısını hissediyoruz.

        Tüm çekimlere saatlerce süren ve Oscar’a aday gösterilen makyaj çalışmasının ardından başlayan Brendan Fraser, ilk anlardan itibaren inandırıcı ve sahici bir görünümle çıkıyor karşımıza. Fraser’ın, Adrien Morot tarafından tasarlanan, son rötuşları post prodüksiyon aşamasında dijital olarak yapılan lateks bir ‘giysi’nin içinde olduğunu belirtelim. Fraser, hiç abartıya kaçmayan, karikatürize olmaktan hayli uzak, duyarlı bir yorum getiriyor karaktere. Charlie karakteriyle aynı kiloda olan bir oyuncuyla çalışılmaması nedeniyle filme ABD’de eleştiriler getirildiğini belirtelim. Ama yapımcıların tanınmamış bir oyuncuyu kabul etme ihtimalinin düşüklüğünü hesaba kattığımızda, bu eleştirilerin sadece siyasi doğruculuk adına yapıldığını düşünmek mümkün. Filmin ‘şişmanlık fobisi’ taşıdığı eleştirilerine de pek katılamıyorum. Hatta tam aksine, aşırı kilolu insanlarla ilgili önyargılarımızı sorgulamamıza vesile olduğunu düşünüyorum.

        Yalnızca Fraser değil, yardımcı kadın oyuncu kategorisinde Oscar adayı Hong Chau, Ellie’de Sadie Sink ve Thomas’da Ty Simpkins de çok iyi. Aronofsky’nin yönetmen olarak kendini unutturup karakterleri öne çıkarması, tecrübesinin ve ustalığının kanıtı. ‘Balina’ oyunculuğa dayalı, statik ve teatral bir film belki; ama süresini hiç hissettirmediğini özellikle belirtmek isterim.

        7/10

        Diğer Yazılar