İdlib'de başlayan…
Astana ve Soçi mutabakatları ile çatışmazlık bölgesi ilan edilmiş bu kapsamda da epey mesafe alınmıştı.
Ancak İdlib'e konuşlu muhalif gruplardan bazıları ateşkes sürecini hiç sevmedi; çünkü silahların susması onların da kaybı anlamına geliyor, militan toplamakta zorlanıyorlardı.
Buna karşın Türkiye'nin de girişimiyle İdlib'in Şam güçlerine destek veren Rusya ve İran'ın konuşlu olduğu bölgelerden içeri doğru uzanan hat boyunca 15 Ekim'e kadar ağır silahlarını geri çekmeyi kabul etti.
Hatta büyük bölümünü de geri cephelere taşıdı, bu konuda Türkiye önemli rol üstlendi.
Gerginliği Azaltma Bölgesi kapsamında bölgeye hakim Hayat Tahrir Şam ve El Kaide'nin de arasında bulunduğu muhalifler derinliği farklı olmak üzere 17 Eylül'de varılan mutabakata uygun olarak ağır silahlarını geri çekmeyi kabul etti.
Eylül ayında da Rusya'nın da denetimi kapsamında bölgede her şey planlandığı gibi gitti.
ESAD'IN AÇIKLAMASI
Normalleşme sürecinin işlediğinin varsayıldığı bir sırada Baas Partisi'nin toplantısında Esad, “İdlib ile ilgili varılan anlaşma geçici bir eylemdir. İdlib diğer bölgeler gibi Suriye devletinin bir parçası olacak” açıklaması yaptı.
Putin de aradan birkaç ay geçtikten sonra aynı açıklamayı yapmış olsa da Esad’dan gelen sözler bölgedeki sükûneti bozdu ve yeniden hareketlenme başladı.
Tükiye’nin, Münbiç ve Fırat’ın doğusunu önceleyen operasyon için bölgeden ÖSO unsuru Nureddin Zengi Grubu mensuplarından güç kaydırmasını fırsat bilen El Kaide orjinli HTŞ, Daret İzze bölgesini kontrol altına almak için harekete geçti.
Yılbaşı ile birlikte bölgeye hakim olmakla kalmadı, diğer muhalif gruplardan da katılım aldı.
Ahraru Şam’ın içinden bazı güçler de El Kaide ve HTŞ’ye karşı savaşmayacağını ilan edip Afrin bölgesine çekildi; Gab Ovası El Kaide odaklı güçlerin eline kaldı.
Bölgede 1500’ü aşkın silahlı grubun diğer tarafa geçişi ve bölgeyi HTŞ’ye teslimi bu bir anlamda Türkiye’nin İdlib ile Afrin bağının kesilmesi anlamına da geliyordu.
RUSYA’DAN HAVA OPERASYONU
İdlib’in yarıdan fazlasının Rusya, İran ve Şam yönetiminin bölgedeki birincil hedef olarak gördüğü güçlerin eline geçmesi Moskova’yı da hareketlendirdi.
Çünkü bu durum, Soçi’de varalın mutabakat gereği kontrol altına tutulmasına karar verilen Halep ile Hama’yı birbirine bağlayan M5 otoyolunun büyük bölümünün de kaybı demekti.
İlginç olan bu durumun Çin’i de hareketlendirmesiydi…
Çünkü Çin yönetimi karşıtı Türkistan İslam Partisi’nin (TİP) bölgedeki etkinliğini yükseltiyor, Çeçen ve Dağıstan kökenli militan çekmesini kolaylaştırıyor.
Ancak ticaret ve ulaşım için önem arz eden Halep- Hama (M5) ve Halep- Lazkiye (M4) otobanlarının kontrolünde istenilen sonuç alınamadı; Türkiye ile Rusya’nın ortak devriyesi gerçekleşemedi…
Her ne kadar, 15-20 kilometre derinliğe ağır silahlar çekilmiş olsa da aşırı muhalif grupların güneyde Şam güçlerine yönelik vur-kaç taktiği saldırısı arttı.
Oluşturulmak istenen Müşterek Koordinasyon Merkezi de bir türlü harekete geçirilemedi.
Moskova da bunun üzerine güneyden kuzeye doğru Han Şeyhun, Cisr El Şuğur, Lataminah ve Mağrab Numa, hatta Kuzey Hama’nın en tepe noktalarına kadar olan alanda 15 bölgeyi bombaladı.
GÜNEYDEKİ BOMBARDIMAN
Gerginliği Azaltma Bölgesi amacına ulaşılamadığı 14 Şubat'ta yapılan Soçi Zirvesi'nde de en önemli konu oldu ve yeni duruma uygun operasyona girilmesi kararına varıldı.
Ardından da son iki gün boyunca Şam güçleri güneyden başlayıp Halep Lazkiye otobanına (M4) kadar olan bölgeye yoğun bombardımana başladı.
Görünen o ki bu saldırılar kesintisiz devam edecek.
HTŞ'ye bir anlamda başına gelebilecekler gösterilecek.
Amaç, M4 ve M5 otobanının güvenliğinin sağlanması, bölgedeki aşırı muhalif gruplardan arındırılmasının sağlanması yönünde.
Ancak bu da bölgede sıkışmış kalan TİP başta olmak üzere El Kaide orjinli militanların dışarı çıkıp başka alanlara saçılması veya yabancı terörist savaşçıların ülkelerine dönmesi anlamına geliyor.
Bu da Türkiye'nin iknaya dayalı çözüm önerisini güçlendiriyor, ancak Rusya ve Şam'ın kararlı tutumu nedeniyle durum içinden çıkılmaz bir hal almış bulunuyor.
TERÖR BULAŞIK
Ancak bu yöndeki operasyona kara güçlerinin de girmesi, çatışmayı Cisr El Şuğur bölgesiyle sınırlı bırakmayıp, işin içine bir de İran kontrolündeki milislerin de devreye girmesiyle kuzeye yayılması tehlikesini bünyesinde büyütüyor.
Burada ortaya çıkabilecek en büyük tehlike ise daha önce Suriye'den kaçıp gelenlerin aksine teröre bulaşık 3 milyonluk göç dalgasını yaratacak olması.
Yani İdlib'den gelecek olanlar hayatında çatışma görmeyenlerden oluşmayacak.
Tam tersine en az bir kez insan ölümüne bizzat tanıklık etmiş, kendisine veya bir yakınına silahlı saldırı ile yüz yüze kalmış veya kendisi bu eylemi gerçekleştirmiş kişiler olacak.
Bu da İdlib'den yayılacak tehlikenin ne denli yüksek olduğunu anlatmaya yeter…