Elini kolunu bağlayınca
Asılan ilanlar partideki küçük bir grup hariç, kimseyi hoşnut etmemişti.
Belki bundan olsa gerek panolarda da uzun süre kalmadı, gazetelerde de devam ettirilmedi.
Vatandaşın tepkisini çektiği için sandıkta da oy kaçırdı.
Sözünü ettiğim ANAP’ın 1989 yerel seçiminde kullandığı iki ilanı.
Birinde üzerinde Çinliye benzeyen bir adam ve yanında Çince harflerle yazılmış kalın yazılar.
Hemen altında da büyük harflerle “Farklı dilden konuşan bir belediye başkanı ister miydiniz?” yazısı vardı.
Diğerinde ise her yanı iplerle bağlanmış koltukta oturan bir adam, yanında “Eli kolu bağlı bir belediye başkanı ister miydiniz?” yazısı yer alıyordu.
Devamında ise belediyelerin yatırımlarının 5 yılda 20 kat arttığı, devletin kaynaklarının büyük kısmını mahalli idarelere ayırdığını belirtip, “Hükümetle uyum içinde çalışacak belediye başkanlarına oy verilmesini isteyen” geniş bir yazıya yer verilmişti.
TELLİ BAĞ, LİMONA YENİLDİ
Rakibi bu iki ilanın karşısına bir elin limonu sıkan afişini astı ve üzerine de şu kısa yazıyı koydu:
“Limon gibi sıkacağız…”
Kazanan bu ilanı asan SHP oldu, ANAP ise en büyük hezimetini yaşadı, oyu bugün de siyasi bir deyim haline gelen “%21,75” oranına düştü.
Seçim sonrası ise önemli bir gelişme yaşandı.
SHP’den seçilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın, partisinin büyük tepkisini çeken Başbakan Özal’dan randevu talep istedi.
Aracısı da Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken birlikte hareket ettiği grubun içinde yer alan Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel’den başkası değildi.
GİTMEMEK OLMAZDI
Çevresindeki en yakın arkadaşları dahi bu gelişmeden dolayı tepkiliydi.
Ziyareti sonrası Karayalçın’a tepkileri anımsatıp, “Partinizden bu denli tepki geleceğini bildiğiniz halde neden gittiniz?” diye sorduğumda yanıtı kısa ve net olmuştu:
“Eğer Ankara’ya raylı sistemi, metroyu getirip, yeni kenti kuracaksam, hükümetten ayrı düşerek bunları gerçekleştirmem olası değil… Sayın Özal da aynı şeyi söyledi. İkimizin de planlamacı olduğunu belirtti ve iyi anlaşacağımızı belirtti. Asıl ziyaret etmemek akla mantığa uygun değildi…”
Şunu belirtmeliyim ki Karayalçın’ı oraya götüren de Özal’ın seçim döneminde panolara astırdığı ilanların aksine davranış göstermesiydi.
Belediye başkanlarının önünü kesmedi, iş yapana kapısını sonuna kadar açtı, en iyi anlaştığı ve hakkında övgüler düzdüğü Belediye Başkanı da Karayalçın oldu.
Dikimevi-Bahçeli hafif raylı sistem hattını tamamladığı için tebrik etmek için makamına kadar da gitti.
Sincan-Kızılay metro hattının yolunu da bu sayede açıldı.
Bütün bunları yazmamın nedeni son dönem iki bakanlığın belediye başkanlarının atamalarının önünü kesmek için yayınladıkları genelgeler.
BAŞKANLIK SİSTEMİNE AYKIRI
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın BELKO için çıkardığı genelgeyi Ankara Ticaret Mahkemesi iptal etti, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın Halk Ekmek Genel Müdürü için çıkardığı genelgeye de aykırı emsal oluşturdu.
Büyükşehir Belediye Başkanı’na Kanun bu yetkiyi vermişken ve bugüne kadar teamül de bu şekilde işlemişken bundan başkası da olmazdı...
Ayrıca AK Parti’nin büyük bir emekle yaşama geçirdiği Başkanlık Sisteminin mantığına da aykırı.
Örneğin Devlet Demiryolları veya Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürleri için TBMM’den onay almasını istemek ne anlam ifade ediyorsa, Belediye Meclisi’nin onayını aramak da aynı anlama gelir.
AK PARTİ’DEKİ TEPKİ
Şunu hemen belirteyim ki AK Parti yönetim kadrolarında da yapılan doğru bulunmamış.
Partinin etkin ve yetkin ismi ile sohbet ederken, “Kendimizin sıkıntısını çektiği bir konuda bizim aynısını yapmamız yanlıştır” dedi.
Bunun kamuoyu vicdanında da olumsuzluk yaratacağını belirtip ekledi:
“Çeyrek asırdır olmayan bir şeyi biz şimdi uygulamaya koyarsak yanlış yaparız; Ankara ve İstanbul halkını karşımıza alırız…”
Haksız da değil…
Çünkü eli kolu bağlanmak istenecek kişi o belediye başkanı değil, o büyükşehirlerde yaşayan yurttaş olacak.
Onun böyle bir durumda ne yaptığı da 1989 örneğinde duruyor…
***
ABD krizi iki aşamalı yürütecek...
ABD’nin S-400 konusundaki tutumu başından bu yana net…
Son olarak da hafta başında ABD Savunma Bakan Vekili olarak atanan Mark Esper ile Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın buluşmasında kararlılığını yineledi.
Hatta s-400’den vazgeçilmezse sadece F-35 ile kalmayıp, “ekonomik sonuçlarının da olabileceğini” de söyledi…
Bu cümlelerin bir süredir Washington’da da dillendirildiği Ankara’ya ulaşan haberler arasındaydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump’ın Japonya’daki G-20 zirvesindeki buluşmasında yeni bir yol haritası üzerinde durulmayacağı, kararın ABD’nin devlet politikası olduğu ve Bakan Akar’a yollanan mektupla da bunun zapt altına alındığı kayda geçirilmiş.
İKİ AŞAMALI KRİZ
Anlaşıldığına göre Washington süreci iki ayaklı yürütmekte kararlı.
İlk ayağı teknik, ikinci ayağı ise politik...
Teknik ayağın en önemli aracı F-35; Türkiye’ye uygulanan yöntem ise tamamen devreden çıkarmak yerine, süreci askıya alan bir taktikle adım adım ilerlemek.
Siyasi ayağının en temel aracı da ABD Kongresi; Türkiye’nin hassasiyetleri dikkate alınarak özen gösterilen konularda, bundan böyle aşamalı olarak adım atma kararı.
RUMLARA SİLAH YARDIMI
Nitekim bunun ilk adımı da dün ABD Senato Dışişleri Komitesi’nde kabul edilen Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı tasarısıyla geldi.
Rumlara 32 yıl sonra silah ambargosunu kaldırmakla kalmayıp, 5 milyon dolarlık yardım da öngören tasarı, Yunanistan’a da aynı kapsamda 3 milyon dolarlık yardımı öngörüyor.
Doğu Akdeniz’de de Türkiye’ye karşı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve İsrail arasında işbirliğini desteklemeyi hedefliyor.
Görünen o ki Washington Türkiye ile ilişkileri kesin bir tarzda kesmek yerine, aşamalı olarak krizi tırmandıran bir zeminde götürmekte kararlı.
Her bir aşamada sertliği daha da artan bir sırayla krizi en yükseğe çıkarma niyetinde.
NEREYE KADAR GİDER?
Özetle S-400 sürecinde bir değişiklik söz konusu olmayacaksa, Ankara-Washington hattında bugüne kadar pek de rastlanmayan bir kriz sürecine girileceği kesin.
Bundan dönüşü de yok.
Ancak bunun çok üst seviyelere, tamamen kopma noktasına taşınacağını sanmıyorum.
Nasıl ki 1974’de silah ambargosuna kadar varan kriz en üst seviyeye çıkıp, sonrasında eldeki diğer araçlarla karşılıklı taviz verilerek belirli bir seviyeye getirildiyse, burada da benzer bir sürece tanıklık edilecek.
Ardından ne olur, ne kadar sürer, onu kestirmek kolay değil, ama hemen bitecek gibi de görünmüyor.