AK Parti'nin üçüncü dilimi
İktidar partisi seçim sonuçlarının değerlendirmesini tam yaptı mı?
Yani, kimler oy vermedi, geçmişten bugüne gelene kadar seçmen profili nasıl değişti?
Dün oy vermeyenler, gelecek sandıklarda tekrar döner mi?
Veya AK Parti’ye bugüne kadar oy verme alışkanlığını sürdüren bazı seçmenin, iki sandıktır bu davranışını neden değiştirdiğine gerekçeleriyle hiç bakıldı mı?
Ya da gidenlerin eli ötekine vermeye alışıp, kalıcı hale mi dönüştü?
Muhafazakar seçmen, kendi içinde yeniden ayrışıp, özellikle genç kesimleri farklı bir faza mı geçti?
Şunu belirteyim ki partinin küçük de olsa bir kesimi bunları sorgulamış…
Son günlerde yaptığım sohbetlerden çıkardığım kadarıyla, AK Parti’de durumu iyi şekilde analiz edip, gelecek okumalarında bulunan akil insanlar var…
Bu aşamada bir noktanın altını çizmeliyim ki, hepsinin de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan gönül bağı sorgulanamaz; hatta böyle bir konunun açılmasını kendileri için hakaret sayacak karakterde isimler…
YENİ SİSTEM İÇSELLEŞMEDİ
Öncelikle seçim döneminde bazı hatalar yaptıklarını kabul ediyorlar.
Yaşanan sıkıntıların gerisinde yatan en önemli nedenin sistem değişikliğine başta AK Parti kadrolarının uyum gösteremediğine inanıyorlar.
Başkanlık sistemine geçilmesine karşın, hem siyasetin hem de hükümet etme yönteminin eski araçlarla; parlamenter sistemin ölçüleriyle değerlendirilmesinden yakınıyorlar.
Ama asıl üzerinde durdukları nokta, AK Parti kadrolarının gittikçe hantallaşan ve devletleşen yapıya dönüşmesi.
Bir de “eldeki önemli değerlerin ardı sıra yitirilmesini, kalanlarla alınabilecek yolun da ancak bu kadar olacağını” kayda geçiriyorlar.
Buna, gidenlerin karşı atağa geçip rakip olma çabasını da eklemek gerek.
ÜÇ PARÇALI SEÇMEN
Sohbetlerimden çıkardığım kadarıyla, AK Parti’de sandık sonuçlarına ilişkin bakış şöyle özetlenebilir…
Partinin kuruluşu döneminden bu yana sadık seçmen kitlesi var; bunun oranı %20’ler civarında.
Bu oran zaten AK Parti kurulmadan önce RP döneminde de vardı ve oy verme alışkanlığı olan kitleydi.
RP’nin sonrasında ulaştığı oya bakıldığında bu kitlenin olduğu gibi AK Parti’ye geçtiği söylenebilir.
AK Parti, icraat ve politikalarıyla buna bir %15 ekledi ve %35’e ulaştı.
İkinci dilimde gelenlerin ağırlıklı bölümü merkez sağ partilerdeki muhafazakarlardan oluştu.
Bir başka yere gidecek adresleri de yoktu.
O nedenle ardından gelen tüm sandıklarda istikrar gösterdi ve kalıcı hale dönüştü…
HAREKETLİ OLAN SON %15
Kendileri bu terimi kullanmıyor ama aslında yaşanan İslamcılarla, muhafazakarların ayrıklığının AK Parti’de bütünleşmesiydi...
Bu da AK Parti’yi hükümet yapmakla bırakmadı, TBMM’de herhangi bir engelle karşılaşmayacağı kadar ezici iktidarı da sundu.
Hatta hakim parti konumuna taşıdı.
Ardından gelen süreçte ortaya koyduğu politika ve icraatla ötekilerde kalanları da aşamalı yanına çekti; parçalı olarak gelse de bunun oranı %15 civarında oldu.
Hem 2004 yerel seçiminde %45, hem de 2007’deki genel seçimle gelen %46 baz alındığında parçalı olarak bunun nasıl yükseldiğini görmek olası…
Ama son dilimde yer alan seçmenin davranışı ikinci dilimdekiler gibi olmadı…
Çünkü çoklu yapıya sahip; dört, hatta bazen kendi içindeki klikler de göz önüne alındığında çok daha fazla farklı grubu içinde barındırıyor.
Blok davranış gösteriyor gibi gözükse de milliyetçilerin yanı sıra Kürt, liberal, hatta ulusalcı milliyetçi-sol oyları bünyesinde barındırdığı için zıtların birliğini oluşturuyor.
O nedenle her sandık döneminde politika dilinin kıvamı tam tutturulduysa blok hareket etti, kıvam bozulduğunda ayrışıp ötekine gitti.
NAZİK VE NAZLI
Tabii ki tek başına propaganda dili buna etmen olmadı; ekonomiden, sosyal hayata kadar her alandaki icraat, üslup ve görüntü, ilk olarak bu nazik ve nazlı %15’lik dilimi hareketlendirdi.
AK Parti’den kaçtığında bazen aslına döndü, ilk kaynağına yöneldi; örneğin ağırlıklı olarak MHP veya HDP’ye tekrar oy verdi.
Bazen de küsüp kabuğuna çekildi, gördüğü yanlışların düzeltilmesini bekledi.
Nitekim 7 Haziran seçimi böyle bir süreçti; Erdoğan “seçmenin mesajının alındığını, yanlışları düzelteceğini” söyleyince, 1 Kasım’da tekrar oy vermekte mahsur görmedi.
“Yanlış, yunluş olabilir, ama yaparsa en iyisini Erdoğan yapar” bakışını korudu.
Erdoğan ile arasındaki coşkulu ve feragatli bağı bozmadı; kendisine vaat edilenlerin bir gün gerçekleşeceği umudunu korudu.
Çünkü yıllardır karşısında durduğu, ama yıllardır kimsenin dokunmaya muktedir olamadığı geleneksel kurumları ve yaşam tarzlarını yerle yeksan eden iktidara oy veriyor olmak ayrıcalıktı.
Üstelik oy verdiği lider bunu yapmakla kalmadı, sosyal yardımlar ve özgürleştirdiği hayat tarzı ile yeni imkanlar ve fayda da sağladı.
Bir zamanlar kapısından girmeyi dahi akıl edemediği kurumlara yönetici olabildi ya da kendinden olan onlara rahat ulaşır olmanın keyfini sürmeye başladı.
Karşısında artık ne elitler ne de iktidar dışı egemen güçlerin tahakkümü söz konusuydu.
MAKAS AÇILINCA
Bu durum 2015 yılına kadar devam etti…
Başkanlık sistemine geçildiğinde de geride kalan tüm aksaklıklarının tükenip, her şeyin süratle iyiye gideceğine yönelik aceleci propaganda bu kesimle arasındaki mesafenin açılmasına yetti.
Çünkü propaganda ile kendisine oy kaygısıyla yanlış şırınga edilen “her şey hemen olacak” umudu, algıdaki gibi çabuk gelmedi.
Propagandada kullanılan dil ile gerçeği arasındaki makas açılınca seçmen de tepkisini ötekine oy vererek gösterdi.
Hatta bu birkaç sandık ardı ardına gelince, ya sandığa tamamen gitmeme eğilimini güçlendirdi veya ötekinde kalıcı hale gelmeye başladı.
ÜÇÜNCÜ DİLİMDEN KAYMA
Yeni partilerin ortaya çıkışı, öteden beri var olan partilerin de lider değiştirerek sahneye çıkması bu üçüncü kesimdeki %15’in ötekine gitmesinin gerekçelerini oluşturdu.
İttifakların önünün açılması da aynı bir hız kattı…
CHP, tek başına alamayacağı kesimden oy alırken, oluşturduğu ittifaktaki İYİ Parti ve SP de baraj kaygısını aşıp, milletvekili çıkarma olanağına kavuştu; hatta grup kurdu.
Son seçimde de Ekrem İmamoğlu’na ezici çoğunlukta seçimi kazandırdı.
İMAMOĞLU’NUN AKSİNE
AK Parti’deki değerlendirmeye göre gidenlerin ağırlıklı bölümü ilk %20 ve ikinci gruptaki %15’ten değil, sonradan eklenen üçüncü bölümdeki %15’ten oldu.
Bunun tekrar yuvaya geri dönmesini veya bir alt kademeyi de etkileyip ikinci dilimde erozyon yaratmasını görmek için çok erken, ancak gelecek sandıktaki davranışı etkili olacak.
Ancak AK Parti içinden Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun iki farklı siyasal oluşuma yönelmesi, sadece üçüncü değil, ikinci, hatta temel alınan birinci dilimi etkileyeceği de unutulmamalı.
Ayrıca siyaset sonbahar ile birlikte yeni bir döneme girerken, sistem sorgulamasını da bugünden başlattı.
Fark edilmeyen veya olmaz sanılan birçok şeyin yarın olma olasılığını İstanbul seçimiyle ortaya çıkardı.
Yeni bir sürecin de kapısını araladı…
Bu yeni kapı, sevgili arkadaşım Oray Eğin’in mükemmel kalemiyle aktardığı söyleşisinde Ekrem İmamoğlu’nun savunduğunun aksine, partilerin örgütlü ekip gücünü, birey siyasetinden üstün tutacak.