İsraf siyaseti
Bu coğrafyada en çok tutan propaganda tarzıdır.
Aslı “yolsuzluk” olmakla birlikte, belki de kavram siyasette uzun yıllar kullanılmasından dolayı epridiği için toplumsal algıda yüzüne pek bakılmaz hale gelmişti.
Yerine de yeni bir kavram gerekiyordu, Millet İttifakı toplumun tüm kesimlerinin vicdanına seslenen yeni bir söylem türetti...
“İsraf…”
Seçim boyunca da Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener sürekli tekrar etti.
Bununla da kalınmadı, CHP tüm adaylarının propaganda araçlarının başına “israfı önleme” ile ilgili madde koydurdu.
Söylemini de bunun üzerine oturttu.
MHP lideri Devlet Bahçeli’ye 1999 seçimlerinde “3 Y- yasak, yolsuzluk, yoksulluk” diye açıklayıp, ağırlıklı olarak da yolsuzluk üzerine kurduğu propagandasından çok daha etkili oldu.
Yıpranmış, her kesimin kullandığı araç haline dönüşmüş yolsuzluğun yerine tam oturdu.
Aslında konjonktür de desteğini gösterdi; ekonomik kriz, yoksullaşma, işsizlik de söylemin toplumda yer etmesine katkı verdi.
Hatta toplumun en önemli yakındığı mesele haline dönüştürdü.
CHP seçim döneminde başlattığı propagandasını o noktada tutmadı ve devamını da getirdi; hükümeti en çok etkileyen malzemeye çevirdi.
İSTİHDAM İSRAFI
Önce kadrolar ile başladı, belediyelerde ne kadar bankamatik çalışan varsa isimlerini ifşa etti.
Hatta bazılarının da AK Parti il örgütünde çalışırken, belediyeden maaş aldığını belge ve fotoğraflarıyla ortaya koydu.
Yetmedi, bazılarının belediyeden maaş almakla birlikte, başka yerlerde de çalıştığını da belgeledi.
Bazılarının da seçimin hemen öncesinde ihtiyaç olmamasına rağmen partili olmaları nedeniyle işe alındıklarını belgelerle kamuoyuna gösterdi.
Bu durum, her evde en az bir işsizin bulunduğu toplumun vicdanında mantar gibi tepki üretmesi için yeterliydi.
Tepkinin en çok arttığı kesimler de AK Parti’de üçüncü dilim diye tanımlanan, %20 çekirdeğinin üzerine koyduğu %15’lik muhafazakar seçmene eklediği, liberal ve demokratların içinde olduğu %15’lik dilimden geldi.
Zaten iki seçimdir farklı partilere de gitmekten kaçınmayan bu %15’lik dilim sessizliğini tepkiyle de gösterdi.
Belediyelerden işten atılanlara karşı duyarsızlığın gerisinde yatan neden de bu oldu.
İSRAF HARCAMASI
İstihdamı, harcama israfı takip etti.
Özellikle görevden alınan HDP’li 3 büyükşehir belediye başkanının açıklamalarından yola çıkılarak sosyal medya aracılığıyla yayılan “ağırlama, tören, temsil” giderlerinin abartılı hali toplumda zaten oluşan vicdan çatlığını arttırdı.
“Bu kadar da olmaz ki…” dedirtecek boyutlara varan harcama kalemlerinin, farklı büyükşehirlerde de ortaya çıkarılması beraberinde ciddi bir sorgulamayı da getirdi.
MALLARIN İSRAFI
Propaganda şimdi yeni bir aşamaya, malların israfının sergilenmesine geldi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun seçim döneminde propagandasının en önemli aracı haline getirdiği, toplumda da “çakarlı arabalar” olarak tepki gösterilen kamu malı otomobiller konusu sonunda Yenikapı’da ortaya çıktı.
AK Parti diğerlerinde olduğu gibi buna da karşı propaganda üretme konusunda geride kaldı.
Geçmişte, 17/25 Aralık, 15 Temmuz, Gezi Süreci, 2009 ekonomik krizi, öncesinde de Cumhurbaşkanlığı seçimindeki gibi aleyhine olan süreçleri lehine çevirmedeki cevvaliyetini gösteremedi.
Tam tersine, “tehdit” içerikli dile yöneldi, bu da toplum vicdanında karşı cepheden yaratılmış algının daha yerleşmesine ve güçlenmesine neden oldu.
Üzerine bir de “Göstereceğiniz Clio muydu?” gibi küçümseyici dile sergilenmesi, üçüncü, dördüncü el otomobilin 20 bin lira seviyesine geldiği bu süreçte tepkiye benzin döktü.
Buna bir de 100 kilometrede 63 litre benzin yaktığının sergilenmesi eklenince, bugüne kadar AK Parti’ye oy verdiğinden şüphe duymadığım tanıdığım kişide de şu tepkiye yol açtı:
“Askerde tankçıydım, en çok yakıt tüketen tank bile bundan iki litre az yakıyor; böyle bir rakam yok, herkes biliyor ki çalıyor…”
NE DÜŞÜNMESİ GEREKTİĞİ
Maksat hasıl olmuş olacak ki, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da dünkü çıkışı sonrası İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu bu konuda kendini geri çekip, Genel Sekreteri’ne açıklama yapma görevini vermiş.
Yani meseleyi siyasi ayaktan çıkarıp, kurumsallaştırma yoluna gitmiş.
Ancak açıklamayı kim yaparsa yapsın, Belediye tarafından kullanılmayan, hizmet amacı da olmayan bu kadar aracın Yenikapı’da sergileniyor olması ve Genel Sekreterin bugün açıklayacaklarının çok daha önünde bir durum.
Önemli olan insanların ne düşündüğü değil, ne düşünmesi gerektiğiydi; bu da başarıldı.
GAYRIMENKUL İSRAFI
Şimdi ise bir başka aşamaya geçileceğinden söz ediliyor.
Bu da bazı vakıflar veya bazı siyasetçilerin birinci derece yakınları tarafından kurulmuş vakıfların, belediyelere ait gayrimenkulleri veya işletmeleri bireysel çıkarları için nasıl kullandıklarına ilişkin belgelere geleceğine vurgu yapılıyor.
Burada da amaç, gayrimenkul israfını ortaya koymak ve birilerinin “yoksula kimsesize yardım adı altında” nasıl kazanç sağladığını kamuoyu önüne koymak…
Toplumda bunun yer bulup bulmadığını görmek için de 18 müzisyenin bir araya gelip seslendirdiği, “adalet; özgürlük; kadına karşı şiddet; eğitim; hayvana şiddet” konusunun işlendiği protest rap şarkısını Youtube’dan izleyenlerin sayısının 10 milyonu aşmasına bakmak yeterli.
***
Nuh Mete Yüksel’den bugüne
“Kanunun hükmü gereği, yasaların verdiği yetki ve kurallara uymak zorunda kaldığı için o gün öyle davrandığını” her aşamada dile getirdi.
“Nuh’un Gemisi” isimli kitap da yayınlayıp, kendisine yöneltilen eleştirileri yanıtladı.
Hepsinde de kendi cephesinden haklılık payı bulunabilirdi.
Ama bugün AK Parti saflarında bulunan muhafazakar kesimden kime sorarsanız eski Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel için söyleyeceği cümle aynıdır.
Buna neden hukuksuz bir şekilde yargı eliyle üzerlerinde tahakküm kurulduğuna olan inançtır.
Bu inanç bir kez yerleşti mi kuşaklar da geçse bir yerde karşınıza çıkar.
Düşünsel ardılın herhangi bir zamanında pırtlama yapar.
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında önceki gün verilen 9 yıl 8 aylık mahkumiyet kararının bugün yaratacağı etki de o gün muhafazakar kesimde oluşturduğundan farklı olmayacaktır.
Anlamak için uzağa gitmeye gerek yok; AK Parti kadroları içinde yer bulmuş bazı hukukçuların ve politikacıların karar sonrası sosyal medya üzerinden yazdıklarını okumak yeterli.
İçlerinden biri dünkü telefon sohbetimizde Voltaire’ın “Düşüncelerine katılmıyorum, ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar savunurum” cümlesini anımsattı.
Altını çizdikleri en önemli nokta Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün büyük uğraşlar sonucu hazırladığı Yargı Reformu konusundaki açıklamasının hemen ardından geldi.
Yedi yıl önce yazılan bir twitter mesajını mahkumiyete çevirmek Yargı Reformuna yönelik zaten var olan kaygıyı yükseltti.
Hatta bugünün koşullarında geçmişten daha yaygın olan sosyal medya ağında çok ağır efekte neden olacaktır.
Daha da önemlisi reforma olan inancı kıracaktır.