'Adana Mutabakatı' değil, 'Meşru Müdafaa' hakkı...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başlattığı operasyonun uluslararası meşruiyeti hangi zemine oturtuldu?
Ya da Suriye sahasında yakalanan YPG/SDG/PKK’lılar için hangi hukuk sistemi uygulanacak?
İki soruyu yöneltmemin nedeni, diplomasi alanında konuyu en iyi bilmesi gerekenlerin söylemleri…
Çünkü Barış Pınarı Operasyonu’nun zemini ağırlıklı olarak Adana Mutabakatı’na ve devamı niteliğindeki anlaşmaya dayandırılıyor.
1998 mutabakatını hem de buna dayalı imzalanan 2011 Terörle Mücadele Anlaşmasını detayıyla okumuş biri olarak söylemeliyim ki, ikisi de sağlam dayanak oluşturmuyor.
KALIN VE ALTUN’UN BAKIŞI
Bunu en iyi gören de Cumhurbaşkanlığı…
Çünkü bu konuda en doğru yaklaşımı twitter hesabı üzerinden Sözcü İbrahim Kalın ve İletişim Başkanı Fahrettin Altun gösterdi…
İkisi de operasyonun ana hedefini DAEŞ olarak gösterdi ve doğru zemine oturttu.
Altun, Washington Post’a yazdığı makalede Türkiye’nin DAEŞ terörü ile mücadele etmek için Suriye’ye güç gönderen ilk ülke olduğunu anımsattı.
YPG’ye de bu kapsamda şu çağrıyı yaptı:
“Eğer gerçekten DAEŞ ile mücadele etmek istiyorlarsa, gecikmeden teslim olacaklar. Veya Türk askerleriyle çatışacaklarını söyleyen sözde komutanlarını dinleyecekler ki, bu durumda DAEŞ ile mücadele faaliyetlerimizi sekteye uğratmalarına engel olacağız...”
Hukuki konularda farklı bakanlar olmakla birlikte Türkiye’nin operasyon konusunda DAEŞ zemininde yürümesi gerekiyor.
Çünkü Türkiye, operasyonunu terörle mücadele kapsamında gerçekleştiriyor.
ADANA MUTABAKATI’NIN ZORLUĞU
Bazıları Adana Mutabakatı kapsamında imzalanan anlaşmanın da Türkiye’ye operasyon hakkı verdiğini söyleyebilir.
Ancak unutulmamalı hem 1998 hem de 2011’de imzalanan metinler terörist saldırı söz konusu ise ortak operasyonu zorunlu kılıyor. Burada, “Suriye imza attığı Anlaşmanın koşullarını yerine getirmiyor, o nedenle ‘Zaruret Hali’ ortaya çıktığı için Türkiye tek başına adım atma hakkını elde etti” denilebilir.
Ancak YPG/SDG’yi ABD, Rusya, AB ülkeleri dahil terörist örgüt kabul etmiyor; BM dahil herhangi bir kuruluşun da terör listesinde yer almıyor.
MEŞRU MÜDAFAA HAKKI
Bütün bunlardan dolayı Adana Mutabakatı'nı operasyonun zemini göstermenin ötesinde daha sağlam zemin var.
Askeri kesimin de çalışmalarından yararlandığı Prof. Dr. Sertaç Başeren ile dün sohbet ederken konu üzerinde çalıştığını belirtip ekledi:
“Bugüne kadar Irak ve Suriye sahasında 3 operasyon yaptık. Irak Harekatı’na yönelik 1996 tarihli notamız var. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarında da aynı prosesi kullanıyoruz; ‘Suriye terörizme karşı mücadelede isteksiz ve beceriksiz dolayısıyla biz meşru müdafaa hakkını kullanıyoruz’ diyoruz…”
ABD ve AB ülkelerinin de aynı gerekçeye dayalı olarak Suriye sahasına girdiğine dikkat çekti.
“ABD’nin Suriye’deki varlığı Irak ile birlikte IŞİD’e (DAEŞ) karşı kolektif meşru müdafaadır” deyip, geçmişi anımsattı:
“Irak, o dönem ‘Suriye’den IŞİD saldırıları geliyor, kendimi savunamıyorum, ABD gel bana yardım et, beraber kolektif meşru müdafaa yapalım’ dedi. ABD de “Irak’ın kolektif meşru müdafaa hakkını kullanarak Suriye’de IŞİD’e karşı terörizmle mücadele edeceğim’ diye sahaya girdi.”
SURİYE İÇ SAVAŞINA KARIŞMADAN
Burada dikkat edilmesi gereken noktanın “Hiçbirinin Suriye’nin iç savaşına müdahaleyi gerekçe göstererek sahaya girmemesi” olduğunu anımsattı.
Başeren, uluslararası hukukun “iç savaşta, terörizmle mücadele etmek için yerini almaya izin verdiğini” belirtti.
Irak’ın bu kapsamda verdiği ikinci nota ile “DAEŞ terörü artıyor, ABD öncülüğünde uluslararası bir koalisyon oluştursun, bana yardım etsin” çağrısında bulunduğunu hatırlattı.
Türkiye’nin bu koalisyon gücü içinde kolektif hareket etmek için yer aldığını belirtip ekledi:
“Orada da meşru müdafaayı yine Suriye’nin beceriksizliği ve terörizmle mücadelede isteksizliği noktasında izah ettik...”
FRANSA’DAN DAHA GEÇERLİ
Başeren, DAEŞ’in, Nice’te 84 kişinin ölümüne yol açan kamyonlu saldırısı sonrası Fransa’nın kolektif meşru müdafaadan ayrıldığını belirtip o dönem yaşananları anımsattı:
“Fransa bu tarihten sonra ‘Irak’ın uğradığı meşru müdafaa nedeniyle değil, saldırıya uğramam dolayısıyla doğrudan doğruya IŞİD terörüne Suriye sahasında müdahale ediyorum’ dedi.”
Türkiye açısından da “Onlar hangi gerekçe ile oradaysa ben de oradayım; hem de sınırda yer alan bir ülke olarak” deme argümanının çok daha güçlü olduğunu belirten Başeren, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bizim bu operasyon için söyleyeceğimiz belli, IŞİD terörüne karşı meşru müdafaadır. Bunun nedeni de terörle mücadelede Suriye’nin isteksizliği ve beceriksizliğidir.”
Başeren’in de belirttiği gibi Adana Mutabakatı veya 2011 Anlaşması gibi argümanların uluslararası hukukta sağlam bir karşılığı yok.
Ama teröre karşı “meşru müdafaa askeri güç kullanımının en geçerli yolu”, çünkü uluslararası hukukta da karşılığı var…
Gerekçesi de Ankara Gar, Atatürk Havalimanı, Gaziantep gibi diğerlerine göre oldukça fazla.
ABD’NİN SAHADA ETTİĞİ İŞLER
Son dönemde Ankara’nın bu konuda önünü kesmek için çaba göstereninin çok olduğu da açık.
Buradan yola çıkarak, DAEŞ’in bulunduğu kampların boşaltılması, burada bulunanların silahlandırılıp yeniden sahaya sürülmesi dahil yığınla senaryo ortaya konulabilir.
Bunu engellemenin tek yolu da düzenli ordu görüntüsü içinde sahada bulunmaktan geçer.
Ayrıca sivillere zarar verildiğine yönelik iddiaları da yok eder.
Gelelim işin bir diğer yönüne…
Sahada ele geçirilen PYD/YPG/SDG/PKK militanlarının hangi hukuki duruma göre yargılanacakları konusuna.
Biraz karmaşık bir konu olmakla birlikte ABD’nin sahada “şu zalimin bize ettiği işler” dedirtecek davranışı var.
ABD, DAEŞ elemanlarını yakaladığında, bunları bir kampta enterne etti; bir anlamda Cenevre Sözleşmesi kapsamında davranır göründü.
Oysa burada yaptığı tamamen teröristi enterne etme durumuydu.
Hiçbir hukuk sistemi terörizmi koruyamayacağına göre sahada ele geçirilenlere uygulanacak kural da bellidir.
Nitekim Prof. Dr. Başeren de “Türk Ceza Kanunu kapsamında yargılanırlar, her ne kadar başka ülkede ele geçirilmiş olsa da terör faaliyeti Türkiye’ye yönelikti ve o kapsamda ceza görmeliler” dedi.
ÇARE ŞAM’DA
Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise bir süredir ABD ve Rusya’nın da arabuluculuk çağrısı yaptığı PYD/YPG/SDG ile Şam yönetiminin uzlaşması…
Türkiye’nin bunun öncesinde Şam ile bir orta noktada uzlaşması gerekir.
Liderlerin buluşması, görüşmesi söz konusu olmasa da sahada birlikte hareket için Şam ile uzlaşması gerekir.
Ankara’nın karşısına çıkarılması olası birçok çetrefilli senaryonun da sonlandırılmasını sağlar.