Akışkan hukuk...
Bir başka ülkenin, bir başka ülkede suç işleyen vatandaşını, bir başka ülke yakalayıp, bir başka ülkeye göndermesi halinin uluslararası hukukta yeri var mı?
İki yıl önce yaşama veda eden Polonyalı Sosyolog Zygmunt Bauman, bu tür durumlar için geliştirdiği kurama “Akışkan Modernite” adını vermişti...
Gittikçe içinden çıkılmaz hale dönüşen, kronik belirsizlik varsayımıyla hareket eden bireyler için kuramını geliştirmişti.
Ben de girişi Bauman’dan esinlenerek koydum…
Çünkü uluslararası ceza, mülteci hukuku çalışan akademisyenler ve uluslararası kuruluşlarda görev yapanlarla konuşmamdan yola çıkarak belirtmeliyim ki içinde bulunduğumuz yeni durum uluslararası hukuk açısından tam bir kronik belirsizlik hali…
Dün yaşanan gelişme de bunun en önemli göstergesi…
Türkiye, uluslararası hukukun kendisine verdiği yetkiyle Suriye sahasında terörle mücadele kapsamı içinde girdi ve yabancı teröristlerden bazılarını yakaladı.
Bunları da ülkelerine göndereceğini açıkladı, bu kapsamda ilk adımını dün attı, Barış Pınarı Harekat bölgesinde ele geçirilen DAEŞ mensubu ABD vatandaşı yabancı terörist savaşçıyı, Edirne Pazarkule Sınır Kapısı’ndan Yunanistan tarafına sınır dışı (deport) etti.
Yunanistan da Pazarkule’nin karşısındaki Kastanies Sınır Kapısı’nda bu kişinin ülkesine girişini kabul etmeyince iki ülke arasındaki tampon bölgede kaldı.
TALEP ETMEDİĞİNDE NE OLACAK?
Uluslararası hukuk açısından konu tam da bu noktada başlıyor.
Çünkü bugüne kadar suçluların iadesine yönelik anlaşmalar, suç işlemiş kişilerin bir başka ülkeye kaçması durumunda çalıştı ve o ülke, vatandaşı olan suçlu kişinin kendisine teslimini istedi.
Başta Fethullah Gülen olmak üzere Washington bugün bazı kişiler için bu kuralı işletmiyor olsa da Türkiye ile ABD arasında bugüne kadar bu kapsamda birçok kişinin iadesi sağlandı.
Ancak burada farklı bir durum var, çünkü bir başka ülkede suç işlemiş vatandaşını talep etmiyor; daha ilerisi önceki hafta Hollanda’nın yaptığı gibi vatandaşlıktan çıkarıyor.
Vatandaşı olan DEAŞ mensubunun kendisine gönderilmesi halinde ise uçaktan indirmeyeceğini açıkça beyan ediyor.
Anlaşılan o ki Türkiye de bu gibi riskleri aşmak, hem de hava yolu şirketlerini zor durumda bırakmamak için, sorunun çözümünü kara yoluyla sınır dışı etmekte bulmuş.
9 MADDELİK ÇÖZÜM YOLU
Ancak bu da meselenin çözümü için yeterli değil…
Aralarında insan hakları, mülteciler ve uluslararası ceza hukuku akademisyenleri ve hakimlerin de bulunduğu konuştuğum 10 civarında hukukçu ilk adımda, “çok özel bir durum…” cümlesini kayda geçirdi.
Üzerinde durdukları bir diğer nokta da Türkiye’nin bu konuda haklılığıydı.
Hepsinden edindiğim bilgiler ışığında sıralamam gerekirse:
1- Türkiye, DAEŞ faaliyeti başta olmak üzere, kendisine yönelik terörist saldırıları engellemek adına Suriye sahasında girdi.
2- Ele geçen DAEŞ’lı yabancı terörist savaşçılar, üniter sınırları içinde faaliyetini gerçekleştirdiği için Suriye’nin ele alıp yargılaması gerekir, yetki ondadır.
3- Ama toprağındaki egemenlik boşluğu nedeniyle Şam bunu yapamadığı için bu kişilerin yargılamalarının yapılması gereken yer vatandaşı bulunduğu ülkedir.
4- ABD bu sorunu Irak’ta “işgalci” olduğunu açıklayarak çözdü; uluslararası meşruiyetini “işgal hukukundan” elde etti. Irak başta olmak üzere Afganistan ve diğer ülkelerde yakaladığı El Kaide mensuplarının yargılamasını ABD, Guantanamo’da mahkeme kurarak yaptı. Eğer ülkesinde benzer şekilde yargılasaydı, iç hukuku açısından sorunlarla karşılaşırdı.
STATÜSÜ BELLİ OLMAYAN ADADA
5- Bu örnekten yola çıkılarak Suriye sahasında ele geçirilen AB üyesi ülke vatandaşı DAEŞ’lıların yargılanması Ege’de statüsü belli olmayan bir adada mahkeme kurulup yapılabilir.
6- Ancak şunun açıkça bilinmesi gerekir ki Türkiye Suriye’de işgalci olarak bulunmuyor; kendisine yönelik saldırıları engellemek için terörle mücadele amaçlı hareket düzenliyor. İçişleri Bakanı Soylu’nun haklılığı da burada ortaya çıkıyor. Çünkü, Suriye kendi toprağına hakim olamadığı için bu kişiler ele geçirildiğinde gönderilmesi ve yargılaması gereken yer vatandaşı olduğu ülkedir.
7- Hiçbir ülke bu sorumluluktan kaçamaz. Çünkü DAEŞ’e katılan kişinin suçu ne zaman işlediği uluslararası ceza hukuku açısından önemlidir. Sonradan vatandaşlıktan çıkarılması Hollanda’yı sorumluluktan kurtarmaz; vatandaşlık cezanın değil, idare hukukunun sorunudur.
8- Eğer bu kişiler arasında doğrudan kendisine yönelik eylemde bulunan varsa Türkiye yargılama hakkını elde eder. Bozkurt-Lotus Davası da bu hakkı Türkiye’ye tanıyan ve Adalet Divanı kuramı haline de gelen en önemli karardır.
9- Türk Ceza Kanunu’nun 12’nci maddesi de, bir yabancı aşağı sınırı bir yıl hapsi gerektiren bir suçu, yabancı bir ülkede Türkiye’nin zararına işlediyse, Türkiye’nin bu kişiyi ele geçirdiğinde, mahkemeye çıkarma hakkını tanır. Yargılama yapılması kararı Adalet Bakanı’nın istemine bağlıdır.
İÇ HUKUKUN İŞLEMEDİĞİ BİR YER
Şurası açık ki, DAEŞ meselesi uzun yıllar sadece bu coğrafyada değil, çok daha geniş çerçevede devletlerin ve insanlığın en önemli sorunu olmaya devam edecek.
Uluslararası ilişkiler konusunda görüşüne güvendiğim bir dostumun söylediği gibi eninde sonunda ülkelerin iç hukuklarının geçerli olmadığı, statüsü belli olmayan bir sahada yargılanmaları zorunlu hale gelecek.
Bu akışkan hukukta, bugün olmasa da yarın kaçınılmaz olacak…
*
Mümtaz Hocam…
Hani yaşamınızda öyle insanlar vardır ki size sıkıntı vermekten, yanıltmaktan korkar.
Bir gün olsun yanlış yaptırmaz, zarar görmenizden endişe eder.
Prof. Dr. Mümtaz Soysal da benim için o isimlerden biriydi.
Gazetede kapı komşum, yanından her daim bir öğretiyle ayrıldığım bilge kişim, bir türlü arası iyi olmadığı bilgisayar arkadaşım, kıvancım, şevkim, sanki bir aile büyüğüm, arkadaşım, dostum, dertdaşım, hocamdı…
Sabrın, yılmadan mücadelenin, haklı olduğun konuda sonuna kadar ısrarın, sahadan kaçmamamın ne demek olduğunu hepimize yaşamıyla öğretti.
Biz gazeteci milletinin özgürce mesleğini yapmasının yolunu açan maddenin Anayasa hükmü haline gelmesini sağlamakla kalmadı, Anayasa’nın ne denli önemli olduğunu topluma öğretti.
Doğru bildiğinden de bir gün olsun dönmedi.
Adı gibi yaşadı…
Acı haberini aldığımda 17 saat kadar süren uçak yolculuğundan yeni inmiştim.
Okuduğumda jet lag etkisinden zannettim, kabullenmek istemedim; sonra rahatsızlığını anımsadım.
Kendimi tutamadım, ağladım...
Hak yolun açık, ruhun revan, devrin devam olsun Hocam...