Mahkemeler dönemi
Gezi Davası’nda mahkemenin kararı ve Osman Kavala’nın tahliye haberi, AK Parti kulisinde milletvekilleriyle sohbet ederken geldi.
Hatta ilk haberi veren de AK Partili milletvekili oldu…
Yanımda oturan, AK Parti’nin etkili, çalışkanlığı ile takdir toplayan, sevilip saygı duyulan milletvekilinin davranışı etkileyiciydi.
Sanki uzun süredir sırtında kalmış yükü indirmiş gibi arkasına doğru yaslanıp, derin bir oh çekti…
“Bu iyi oldu…” deyip sustu…
Tavrının, çevresindeki diğer arkadaşlarında yansıttığı hava da farklı değildi…
Herkes karardan hoşnuttu, ama bunu dışa açık etmeyi arzu etmeyen ihtiyatlı memnuniyet içindeydi…
Ancak hepsinin tavrı, büyük bir yorgunluğa sebebiyet yaratan bir durumdan kurtulmuş olmanın sevincini yansıtıyordu.
MAHKEMELER SÜRECİ
Haksız da değiller…
Çünkü Türkiye’nin son 15 yılının gündeminin önceliği yargılamalar, dolayısıyla mahkemeler oldu.
AK Parti kapatma davasıyla başladı ve bugüne kadar da kesintisiz devam etti; henüz bitmiş de değil.
Türkiye’yi hukuk devleti görüntüsünden uzaklaştıran, “mahkemeler devleti” gibi algılanmaya iten süreç…
Nedeni de açık, bir toplu dava bitmeden öbürü başladı…
Ergenekon, Balyoz, Gezi, İzmir Askeri Casusluk, KCK, Askeri Casuslukta Kumpas ve FETÖ…
Her biri yüzlerce sanığı kapsayan, klasörlerce dosyada tekabül eden davalar.
Sadece yargılananları değil, aileleri, çevrelerini de etkisi altında bırakan yargılamalar süreci...
ÖZGÜVENİ TÜKETTİ
Öyle bir hal aldı ki, sadece yargılananları etkilemedi, herkesi “Acaba benim başıma da gelir mi?” korkusunu saran dönemi de yarattı; toplumu kaygılı ve içe büzük hale getirdi.
Hukukun norm ölçülerini yerle yeksan etti, toplumsal özgüveni tüketti; suskunluk sarmalında kıvranır şekilde bıraktı.
Böyle dönemde yapılan yargı reformlarını da etkisizleştirdi.
Adalet Bakanı Gül’ün de bir süre önce altını çizdiği gibi, uygulamadan kaynaklı sorunlar, Türkiye’deki hukuk sistemini etkiledi.
O derece ki isimsiz tanıklar savcı, etkili kimlikler hakim oldu…
Siyasetin yanında bir de bilirkişiler eklendi…
NİTELİKSİZ BİLİRKİŞİNİN KARARI
Aslında gelinen noktayı MHP Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız bir süre önce TBMM Bütçe Komisyonu’nda Adalet Bakanlığı bütçesi görüşülürken dile getirdi.
Ancak bugünü tanımlaması açısından Yıldız’ın şu tespiti önemliydi:
“Niteliksiz bilirkişiler, düzenlenen raporlarda hak kaybı ve mağduriyetlere neden oluyor. Kendilerini âdeta hâkim yerine koyuyor. Hâkimler de, bilirkişi raporlarının yalnızca sonuç kısmıyla hüküm kuruyor. Hâlbuki hâkim, bilirkişi raporlarında saptanan bulguların dosyadaki bilgi ve belgelerle örtüşüp örtüşmediğini denetlemelidir. Hâkim delile bakmıyor, savcı delil toplamıyor, mahkemeler niteliksiz bilirkişi eline kalmış.”
YENİ DÖNEMİN KAPISI
Türkiye dün Gezi Davası kararıyla yeni bir dönemin kapısını araladı.
Çünkü bu dava uluslararası arenadaki diplomatik temaslar dahil, her adımda Türkiye’yi yoruyordu.
Türkiye hakkında kanaat oluşturulurken baz alınmadığı, örneklenmediği bir tek konu yoktu.
Süreç 19 Ekim 2017’de başladı; davanın ilk sanıklarından bazıları özgür kaldı, geriye kalan 16 kişi için istenen ceza ise akıllara durgunluk veren boyuttaydı.
Her bir sanık için ayrı ayrı 606 yıldan, 2 bin 970 yıla kadar uzayan ve toplamda 47 bin 520 yılı bulan hapis cezası talep edildi.
Tutukluluk süresinin uzaması, hem de hukuki ölçüsüzlük, sadece devletlerarası ilişkilerde değil, AİHM nezdinde de Türkiye’yi sıkıntıda bıraktı.
KANUN DEVLETİNDE DE KARAR VARDIR
Hani bir tekerleme vardır; “Hukuk devleti yerine, kanunun devleti olundu” diye…
İleri sürülen kanun devletinde sonuçta hüküm vardır; davanın bir sonunun olduğu aşamayı bünyesinde barındırır.
Oysa sürekli devam eden yargılamalar nedeniyle, hükümsüzlüğün kesintisiz hüküm sürdüğü, bir türlü kararın verilmediği “mahkeme devleti” algısını yarattı.
Türkiye’nin sahip olduğu hukuk devletinin önüne ideolojik bağıyla karar alan bazı hakimler perde çekti…
O nedenle dünkü kararı önemsiyorum.
Yeni bir adım, aşama kat edildi; soluk aldırdı…
TAM BUNLARI SÖYLERKEN
Yazıyı bu şekilde tamamlamıştım ki, akşam saatlerinde Kavala’nın, geçmişte kapatılmış bir dosya yeniden canlandırılarak gözaltına alındığı haberi geldi.
Aslında bu satırları dünden yazacaktım, ancak durumun ne şekilde gelişeceğini anlamak istedim.
Şunu belirteyim ki bu davanın herhangi bir aşamasında hükümetin dahli olmadığı görülüyor; çünkü müdahalesi olsaydı beraat çıkmazdı.
Ayrıca Cumhurbaşkanı da dün Grup toplantısı ve sonrasında karara ağır tepki koydu ama, “Yargı kararına saygı duymak lazım” dedi.
İSTİNAFTAN MAHKUMİYET ÇIKAR
Bu gelişmeleri bir yana koyup davaya dönersem, öncelikle bu Kavala dışında tutuklu kalmamıştı; hepsi serbestti.
Dolayısıyla hükümet ontolojik mesele olarak gördüğü davayı uzun süredir tek başına Kavala’ya indirgemiş gibi kamuoyunda algı oluşmasına yol açıyor.
Ayrıca hükümetin konuyla ilgili tarafları biliyor ki davanın soruşturma aşamasında görev alan savcılar eksik dosya hazırladı ve FETÖ’cü çıktı; mahkeme de önüne gelen bu evraklara bakarak kararını verdi.
Şimdi ne olur derseniz; mahkemeler döngüsü devam eder.
Hükümetten gelen tepkiler de gösterdi ki bir sonraki aşamada istinaf mahkemesi davayı soruşturma dosyalarını yeniden oluşturur, bu davadan beraat yerine bu kez ceza çıkar…
*
Bahçeli’nin “İYİ Parti” açılımı
TBMM’de dün en çok konuşulan, hem iktidar hem de muhalefette nedeni sorgulanan bir konu vardı.
O derece ki Rand Corporation’ın darbe senaryosunu bile geride bıraktı.
O da MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bugüne kadar hep “İP” diye andığı, İYİ Parti’yi ilk kez gerçek adıyla dile getirmesiydi.
Onu da Grup konuşmasında değil, çıkışta gazeteci arkadaşlarımızın soru sormasına izin verdiği açıklamasında dile getirdi.
Şunu daha önce de belirttim, MHP lideri Devlet Bahçeli üniversiteden hocamdır; siyasete atıldığı günden beri de bir gazeteci olarak takip ederim.
Bir cümle kuruyorsa, bir konuya dikkat çekiyorsa, bilinir ki arkasında bir neden vardır…
Herhangi bir cümlesini de durduk yerde boş yere söylemez, gerekli olduğu için dile getirir…
SİYASİ PARTİ İSTİKRARSIZLIĞI
Siyasette bunu bilen çok olduğu için Bahçeli’nin dünkü İYİ Parti söylemi kadar öncesindeki cümlesi de önemliydi:
“Türkiye'nin siyasi istikrara, birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğu bir dönemde, hiçbir siyasi partide istikrarsızlık söz konusu olmamalıdır. Bunlara dikkat etmek lazım. Bir tarafta yeni parti kurulması tartışmaları var, bir tarafta FETÖ'nün siyasi ayağı tartışmaları var, bir tarafta da partileri karıştırmak isteyen zihniyetler var. İYİ Parti, iyi günde olsunlar, tahriklere kapılmasınlar.”
BAHÇELİ’NİN ÜÇ NEDENİ
Bahçeli’nin sözleri İYİ Parti’de de etki yarattı, nedeni sorgulandı.
Hoş, Osmaniye eski milletvekili Hüseyin Türkoğlu’nun cenaze töreninde İYİ Parti lideri Akşener ile tokalaşmış bu da kayıtlara geçmişti; bu bir zorunluluk hali olarak görülmüştü.
Ancak dünkü açıklaması yeni durumun açık ilanıydı…
Kendisini yakından tanıyan bazı siyasi kimlikleri aradığımda anladım ki hazırlıklılar…
Şu üç noktaya dikkat çektiler:
1- İYİ Parti içindeki istifalarla MHP olarak herhangi bir işimiz yok.
2- Bir partinin içinden tamamını almak, istikrarsızlık yaratmaktır. Yeni kurulan partilerin bu yönde bir adımı söz konusu olabilir. Onun için tedbirli olsunlar diyor. Yeni bir siyasi istikrarsızlık sürecine Türkiye’nin sokulmaması gerektiğine inanıyor…
3- TBMM’de milletvekili hareketi ile oluşacak bir istikrarsızlık beraberinde ülkedeki istikrarsızlığı getirir. Bunu gördüğü için dostane bir dille sadece İYİ Parti’ye değil, herkese uyarıda bulunuyor...