Önlemsiz tedbir
Sözünü ettiğim yer Ankara’nın en köklü kolonya üreticisi Eyüp Sabri’nin tarihi dükkanının önü…
İnsanlar Anafartalar Caddesi boyunca yaklaşık 300 metre kadar Ulus yönünde kuyruk oluşturmuş.
Dar kaldırımda yan yana dizilmişler, tek hedefleri bir şişe kolonya alabilmek...
Buna neden de Bakan Koca’nın bir gün önce 60 derece üstü kolonyanın Koronavirüs salgınından koruduğunu söylemiş olması.
Dikkat ediyorum insanların hepsi birbiri ile yakın temas içinde ve karşılıklı muhabbette…
Dükkanın içi de tıklım tıklım, bırakın aksırmayı, tıksırmayı; biraz kekelese diğerine tükürük sıçratması kaçınılmaz bir darlıkta.
KORUYUCU ALIRKEN KORUNAMAYANLAR…
Güya gelecekte kendisini korumak için tedbir alıyor ama o an için tek bir önlemi yok…
Tezgahtarlardan birinin dahi muhtemel riske karşı koruma önlemi almadan günlük işine devam ediyor olması da cabası...
Sanıyorlar ki her Türk evinin tırtıllı cam şişedeki vazgeçilmez limon kolonyasının tanıdık ruhu, ellere döküldü mü bir çırpıda virüsü boğacak.
Ben kuyruktaki muhabbeti izleyip bunları düşünürken çalan telefonumun da Koronavirüs ile ilgili olduğunu anlamam uzun sürmedi.
YILLIK İZİNDEN Mİ?
Hukuk alanında tecrübesine güvendiğim arkadaşım Avukat Murat Keçeciler, bir müvekkilinde karşılaştığı durumu anlatarak söze girdi:
“Yurt dışındaydı yeni döndü, Bakanlık evinde 14 gün karantinada kalmayı zorunlu tutuyor. Ama işyeri bunu yıllık izninden saymak istiyor ve oradan düşeceğini belirtiyor…”
Hukuk karşısında her iki tarafın da haklı olduğunu belirtip ekledi:
“Bunun çözümü için kısa sürede bir kararnamenin çıkması lazım. Yoksa insanlar işe gitmedi diye işsiz de kalabilir, tazminatsız da atılabilir…”
Haksız da değil, çünkü bu konuda yapılmış sözlü açıklama var, hukuki zemin teşkil edecek bir karar yok.
RAPOR ALINACAK YER
Ancak bu da beraberinde bir diğer sorunu üretiyor.
Diyelim ki yurt dışından geldiniz ve evinizde karantinada kalacaksınız...
Bunun için pasaportunuzu ibraz ederek 14 günlük doktor raporu almanız lazım.
Ancak bunun için tam teşekküllü bir hastaneye gitmeniz gerekir, çünkü kanun ve yönetmelikler gereği bir defaya mahsus olmak üzere işyeri hekimi en fazla 2 gün, aile hekimi de 10 gün rapor verebilir.
Bundan daha uzun süreli rapor alabilmek için tam teşekküllü bir hastaneden heyet raporu alınması gerekiyor.
Ya da 10 gün sonunda ikinci kez aile hekimine gitmek lazım; onun da iki kereden fazla ardıl rapor yazma yetkisi yok…
RAPORLU BELGESİ GİRİŞTE VERİLMELİ
Burada dikkat çekmek istediğim kişinin rapor alması için hastaneye gitme zorunluluğu.
Diyelim ki hastalığın pik yaptığı İtalya’dan döndü.
Henüz Koronavirüs belirtisi de göstermiyor…
Bunun için önce toplu taşıma aracına binmesi, oradan hastaneye ulaşması, doktor, hemşire, hasta dahil çalışanlar ile bir metreden daha yakın mesafeden konuşması gibi yığınla teması söz konusu olacak.
Dolayısıyla bir rapor için hastalık yayıcısı gibi etrafta dolaşacak.
Oysa yurda girerken pasaport kontrol sırasında, kararname ile yetkilendirilmiş bir belge verilse ve evinde 14 gün zorunlu ikamette tutulduğu belirtilse sorun kalmayacak.
Virüs saçıcısı gibi dolaşmasının önüne geçilecek.
Türkiye bu konuda iyi adımlar attı ve bir an önce önlemlerini hızla alarak çevre ülkelerde olmadığı kadar az vakayla karşılaşılıyor.
Pandemik, yani global bir soruna dönüşen Koronavirüste dikkat çeken bir diğer nokta ise bütün dünyanın ilk kez tek sorun etrafında bütünleşik hale gelmesi.
Başka zamanlarda da benzer birlikteliklerle karşılaşılıyordu, ancak onlar bölgesel veya en fazla kıtasal bütünlük arz ediyordu.
Bugün ise dünyanın her bir yanı aynı sorunda buluştu…
Buna karşın meselenin çözümünde ortak paydada buluşulduğunu söylemek olanaksız.
Örneğin İtalya’da bazı firmalar Türkiye’den ithal ettikleri malların parasını Koronavirüs bahanesiyle göndermemeye başlamış, gerekçe olarak da doğal afet mücbir sebebini sunmuş.
Yani Koronavirüs fırsatçılığını sadece perakende piyasası yapmıyor, uluslararası ticarette de aynı aymazlıkta ilerliyor.
*
Belediyelerin hijyen cevvalliği
Koronavirüs konusunda Sağlık Bakanlığı ne denli cevval ise aynı başarıyı büyükşehir belediyeleri de sergiledi.
İstisnasız, partisiz hemen hepsi canhıraş bir şekilde gece gündüz demeden başta toplu taşım araçları olmak üzere, kitle hareketlerinin yaşandığı futbol sahaları dahil her yeri dezenfekte ediyor.
Bunu da doğru yöntemlerle ve etkili ilaç kullanımıyla gerçekleştiriyor.
Bunun en iyi görüldüğü yerlerden biri de yaşamımı sürdürdüğüm Ankara…
Büyükşehir veya Çankaya Belediyesi dezenfekte ekiplerini dün dolaştığım yerlerde bizzat gördüm; arı gibi çalışıyor, hatta insanların ricalarını da kırmıyorlardı.
Bazı taksici ve dolmuşçuların taleplerini de “Onlar da toplu taşıma yapıyorlar” diyerek ayrım yapmadan dezenfekte etmekten geri durmuyor, hatta şevkle görevlerini yerine getiriyorlardı.
DEZENFEKTE TEŞEKKÜRÜ
ArtAnkara Uluslararası Çağdaş Sanatlar Fuarı’nda karşılaştığım Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a gözlemlerimi iletirken kendisini biraz buruk gördüm.
Aynı burukluğu Elazığ depremi sırasında deneyimini sergileyip yıkık altından birçok kişiyi başarıyla kurtaran Ankara Büyükşehir İtfaiye ekibinin çalışması sırasında da hissetmiştim.
Büyük bir emekle çalışırken bu burukluğun nedenini sorgulayınca önce anlatmak istemedi.
ATO Başkanı Gürsel Baran da “Bizim binaları da mükemmel şekilde dezenfekte ettiler, çok başarılılar, teşekkür ederiz Başkanım” dedi ve burukluğuna o da neden vermeyip sorgulayıcı gözlerle bakınca Yavaş, dili ile dişi arasında üzüntüsünü paylaştı:
“Okulları ve kamu kurumlarını da dezenfekte etmeye hazırız. Oradakiler de bizim evlatlarımız ve yakınlarımız. Bu işi iyi de yapıyoruz, izin verin dedik, cevap bile vermediler…”
Bu aşamada sustu, gerisini getirmek dahi istemedi, üstelediğimizde de yanındaki bürokratları gösterip onların bilgi aktarmasını istedi.
Aktardıklarına göre, ellerindeki kadro ve malzemenin mükemmelliğini gösterip okullar ile yoğun kullanılan kamu dairelerinin dezenfekte işlemine hazır olduklarını önce sözlü, sonra yazılı olarak iletmişler.
Ancak tek kelime yanıt dahi gelmemiş…
BAŞKAN YAVAŞ’IN ÜZÜNTÜSÜ
Okulların ve kamu binalarının buna ihtiyaç duyduğu bir dönemde “Biz yapabiliriz, orası da bizim kurumlarımız sonuçta” yaklaşımına bir tek teşekkür dahi gelmeden duyarsız kalınması Başkan Yavaş’ı oldukça üzmüş…
Sadece onu değil, ArtAnkara Uluslararası Çağdaş Sanatlar Fuarını gezmeye gelen ve sohbete tanıklık eden iktidar milletvekilleri ve hükümete çok yakın isimler dahil herkesi üzdü…
Cemil Meriç boşa dememiş ideoloji idraklere giydirilmiş deli gömleğidir diye…
*
ArtAnkara’daki Sanatın Tepebaşı
“Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi sanatçı ve sanatın Ankara’da kök salmasına yol açtı…”
Bunu söyleyen benim gibi bir Ankaralı değil, İstanbullu önemli bir sanat insanı…
Haksız da değil; belki birçok kişi bilmez Orhan Veli’nin, Melih Cevdet Anday’ın, Şinasi’nin ya da Kürt Mantolu Madonna’nın babası Sebahattin Ali’nin Ankara’da yetiştiğini…
Hele ki Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Rıfat Oktay’ın arkadaş olup, “Bir de Şinasi” dedikleri yakın dostları Şinasi Baray ile Ulus’tan Yenişehir’e yaptıklarını haytalıkların tek fotoğrafta ne güzel özetlendiğini çoğu kişi bilmez...
AYAZ’IN MÜZESİ
Ankara’da tablo sever her Türkün evinde asılı duran eserlerin yaratıcısı Mustafa Ayaz’ın ne zorluklarla varını yoğunu resim müzesine yatırdığı da bilinmez…
Yalçın Gökçebağ, Şükran-Hasan Pekmezci, Celal Binzet, Hüseyin Yıldırım, Hikmet Çetinkaya ve daha nicelerinin Ankara’daki atölyelerinde tuvale fırça sallayama devam ettikleri çok bilinmez.
İşte bu denli çok sanatçıyı bağrında bulunduran ArtAnkara fikri biraz da bundan doğdu.
Bugün Ankara’nın en büyük alanlarından biri olan Congresium’da 6’ncı Sanat Fuarı’nın açılışını yaptı.
Bu hafta sonuna kadar da devam edecek.
BU YILKİ ÜÇ ÖDÜL
Eğer Ankara’da iseniz muhakkak gidin gezin derim, sanki tablolar, heykeller cennetinin içine düşmüş gibi hissedersiniz.
Toplam 15 ülkeden 125 galeri, müze inisiyatif ve proje yer alıyor 4 bin 500’ün üzerinde eser sergileniyor.
Her yıl düzenli olarak bir kuruma, kişiye ve sanata katkı veren kuruma ödül de veriyor.
Bu yıl, Sanata Katkı Ödülünü Eskişehir Tepebaşı Belediyesi’ne verildi.
Sanatçı Onur Ödülünü ise Abdi İpekçi’deki El, Kuğulu Park karşısındaki Su Perileri, Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları heykellerinin de yaratıcısı olan Heykeltraş Metin Yurdanur aldı.
Kurum Onur Ödülünü de Bayburt’a 45 kilometre uzaktaki bir köyün yamacında ressam sanatçı Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’ın büyük emeklerle kurduğu modern tarzdaki binasıyla dikkat çeken Baksı Müzesi layık görüldü.
Şunu söyleyeyim ki her üç ödül de emeklerinin hakkıydı…
BAŞKAN ATAÇ’IN BAŞARISI
İkisi zaten sanatın içinden gelen, Türkiye’nin çok önemli isimleri, yani işleri sanat…
Ama Tepebaşı Belediyesi ve Başkanı Dt. Ahmet Ataç’ın bir yerel yönetici olarak sanata olan katkısı her şeyin ötesinde…
Aslında Anadolu’nun ortasında diğer metropollere göre küçük bir ilçenin sanat için neler yapabileceğini, uluslararası alanda nasıl bir etki yaratacağını Başkan Dt. Ahmet Ataç siyasete öğretti.
Bir gün yolunuz düşerse parklarını, sokaklarını, hatta Belediye Hizmet binasını gezin.
Binanın dışında sanat eseri sizi karşılar, içinde hizmetini sanatla sunar.
Her bir köşesi heykel ve tablolarla doludur…
Çocuk senfoni orkestrasını ise uluslararası ün kazanmış şefler yönetir.
Başkan Dt. Ahmet Ataç ve yönetimindeki Tepebaşı Belediyesi, aynen Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen gibi Türkiye’nin gururu olmaya devam ediyor.