Siyasal mesafeyi de açtı…
“TÜRKİYE’de Kutuplaşmanın Boyutları 2020” araştırmasının sonuçları, sadece siyasal olarak değil, duygusal olarak da sosyal mesafeyi ne denli açtığımızı net ortaya koyuyor...
Siyasetten, ötekinin tanımına, kadın sorunlarından, diğer siyasi partilere bakışa kadar birçok gerçeği göz önüne seren araştırmayı dün okurken en dikkat çeken yönü, parti taraflarının birbirini siyasi rakipten çıkarıp, “öteki” diye tanımlamaya başlamış olmasıydı.
Sadece koronavirüs nedeniyle değil, siyasal olarak da sosyal mesafenin ne denli açıldığını gözler önüne sermesi açısından önemli bir veri.
Özellikle de bu kesimlerin dezenformasyon kampanyalarına açık hale gelmiş olmaları da işin bir başka vahameti.
VİRÜS GİBİ SARDI
Bu tek başına birkaç partide de söz konusu değil, virüs gibi insandan insana geçmiş, bütün partileri etkisi altına almış.
Yakın zamana kadar farklı siyasal görüşte olanların birbiriyle evlenmesi veya farklı düşüncedeki ailelerin evliliğe hoşgörü ile bakmaları söz konusu olurdu.
Hatta bunun en uç örneği de kısa süre önce Olaylar ve Gerçekler Programımızda ağırladığımız AP ve DYP’nin en önemli ismi Hüsamettin Cindoruk’un 60 yıla yakın zamandır, CHP’nin önemli ismi Altan Öymen’in avukatlığını yürütüyor olmasıydı.
Siyasal kültürün ve hoşgörünün en güzel örneğiydi ve hala devam etmekte olduğunu da televizyon ekranında ikisi aynı şevk içinde açıkladı.
MAHALLESİNDE DAHİ İSTEMİYOR
Görünen o ki böyle bir dönem bir daha zor gelecek.
Çünkü araştırmaya katılanların yüzde 75’i çocuklarının “en uzak” hissettikleri partinin taraftarlarından biriyle evlenmesini istemiyor.
Araştırmaya katılanların yüzde 72’si kendilerine “en uzak” hissettikleri partinin taraftarlarıyla iş yapmak istemediğini belirtirken, yüzde 67’si çocuklarının onların çocuklarıyla arkadaşlık etmesini daha istemiyor.
Daha acısı, yüzde 61’i ise komşu olmak istemediklerini ifade ediyor, mahallesinde hatta kentinde seçilmesine dahi tahammül göstermiyor.
Hatta demokratik katılım içinde kendisine hak olarak gördüğünü ötekine vermekten imtina ediyor.
Yaşadıkları şehirde öteki partinin gösteri yapmasına, toplantı düzenlemesine, hatta basın açıklaması dahi yapmasına sıcak bakmıyor; acı olan da bunların oranlarının %40’a ulaşıyor olması.
Öteki partinin de kazanabileceğini düşünmüyor.
Kendisi için hak gördüğü özgürlüklere diğerinin erişmesini onaylamıyor.
Bu da duygusal kutuplaşmanın ne denli noktaya ulaştığını önümüze koyuyor, ötekileştirmeyi getiriyor.
Çoğulculuğun paylaşımı yerine çoğunluğun tüm hakları ele geçirip tekelleştirdiği bir düşün ortamına toplumu taşıyor.
Daha önemli olan ise Türkiye’nin en önemli sorunu olarak gösterilen, hatta yılbaşından sonra reform paketi olarak yeni bir bölümünün geleceği yargı ile ilgili konuları ailesiyle yemek masasının ötesinde tartışmaktan dahi çekiniyor.
KENDİNE HİÇBİR ŞEY, BAŞKASINA HER ŞEY
Bu sonuç şaşırtmadı.
Kendine hiçbir şeyi, başkasına her şeyi pahalı gören, eş değerlilik hesabıyla düşünen, ötekine kin güden, içe büzük, toplumsallaşma yerine kitleselleşmeyi seçmiş bir toplum…
Buna neden olan birçok gerekçe sıralanabilir…
Yaşanan kaygılarının, başına bir şey geleceği korkularının, şüpheci, tereddütlü, ötekileştirici kitleyi yarattığı varsayılabilir.
Ancak bundan çıkıp toplumsallaşmanın, çoğulculuğun, paylaşımcı demokratik mekanizmaların, olgunluğun sağlanamadığı bir sürecin sonunda, geçmişten örnek göstereceğimiz rol modeller de kalmaz.
Gelecek nesil, gördüklerini gerçek sanır.
Onun götüreceği yer de eğitimsiz, fesat, fitneci, ispiyoncu, ötekileştirici, dışlayıcı toplumlardır…
Bu yapıların hayatı ne denli zehir ettiğini anlamak için uzağa gitmeye de gerek yok; çevremize bakalım yeter.