Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        TÜRKİYE çeyrek asır boyunca kadına karşı şiddet ile uğraşıyor...

        Devletin etkin birimleri, medya, sivil toplum örgütlerinin bu konuya bu denli ayıplamasına, olumsuzlaştırmasına karşın şiddet neden durmuyor?

        Soruyu psikolog Prof. Dr. Nebi Sümer’e yönelttiğimde, bu konuyla ilgili bir toplantıdan yeni çıkmıştı.

        Sohbetimizden anladım ki işin daha çok sosyolojik yönüyle ve bugünü ile uğraşıyoruz.

        Oysa meselenin özü ilk yetişme çağına uzanıyor.

        Prof. Dr. Sümer, annenin erkek çocuk üzerinden kendini tanımlaması sorunuyla söze girdi.

        Hani kadın arkadaşları ile otururken şu meşhur, “göster bakalım teyzene” sözünden meseleye girdi.

        Erkeklik, güç ilişkisinin bu yaştan çocuğa yüklenmeye başladığına vurgu yaptı...

        Egonun büyütülmesi, ergenlik oluşumuna bağlı yanlış saygı inşasının yarattığı gurur ile savrulduğuna işaret etti.

        Şu sorusu önemliydi:

        “Kadına şiddet uygulayan erkek savunmasında küfür işittiğinde beynine kan sıçradığını söylüyor. O ana kadar küfür ettiği kadının beynine değil de neden erkeğin beynine kan sıçrar?”

        Sorusunun yanıtını da kendisi getirdi:

        “Çoğu şişirilmiş koşullu özsaygı içinde hareket ediyor. Sahip olduğunu düşündüğü ile gerçek var olan arasındaki garkı görünce şiddete başvuruyor. Toplumun yüzleşmesi gereken erkek sorgulaması yerine suçlama ile büyüyor.”

        NARSİZM VE GRANDİYOZ

        Üzerinde yoğunlaştığı daha çok kasaba gençliği...

        Kente geldiğinde Narsizm ve Grandiyoz artıyor.

        Kendisini bir anda özel bir takım güçleri veya yetenekleri olan, her şeyi, ama her şeyi kendisinin bildiğini sanan bir sanrıya kapılıyor.

        Cahilliğini de saldırgan tavrıyla kapatmaya çalışıyor.

        Eğer evlendiği eşi okumuş veya eğitimli bir ailede büyümüş kadın ise o zaman saldırganlığı içinden çıkılmaz hale dönüşüyor...

        Eşi dahil, kendine düşman bellediğini birçok kişiyi, aşağılama, eleştirme yoluna gidiyor; tekrar eden suçlama çabasıyla üste çıkma gayretine kapılıyor.

        Narsistik hal alıyor, yani kişinin bedensel veya zihinsel benliğine karşı duyduğu hayranlık bağımlılık haline dönüşüyor...

        Ona yönelik en küçük eleştiriyi, olumsuzluğu kabullenemeyip avazı çıktığı kadar bağırmanın ardına sığınıyor; olmazsa yumruklarını sıkıyor.

        Daha da olmazsa vuruyor...

        KALDIRIMDA, OTOBÜSTE ARTTI

        Prof. Dr. Nebi Sümer, son dönem kaldırımda yürürken, otobüste giderken veya bir alışveriş merkezinde dolaşırken eşi ile kavga eden erkeklerin sayısındaki artışa dikkat çekti.

        Prof. Dr. Nebi Sümer söyleyince sıklıkla karşılaştığım olaylar zinciri gözümün önünde canlandı.

        Hiç farkı yoktu...

        Kasabada buna bir de hayranlık duyduğu rol modellerin eklendiğini belirtti.

        Sözünü ettiği taptığı bir kimlik veya bir televizyon dizisi kahramanı...

        Hayranlık duyduğu rol model bir de söylemiyle yol veriyorsa, sokakta dilediğini yapma özgürlüğünün kendisine bahşedildiğine inanıyor.

        Bu kişilere fren koyan sosyal normların zayıflamasının getirdiği sorunu da buna ekledi.

        Trump sonrası ABD’yi örnek gösterdi.

        Hani parlamentoyu basacak kadar aymaz tutum alanların kendinde bunu hak görmesi...

        Milletvekili veya senatörlerin odalarına girip masalarının üzerine ayaklarını uzatarak oturduğu görüntüler aslında olanın bir başka kıtadaki perdede izlenmesiydi.

        Tıpkı sinema salonunda olduğu gibi...

        Blinken'dan 'blink...'

        Blinken'dan 'blink...'
        0:00 / 0:00

        ANKARA- Washington ilişkisinin geçmişteki kadar olmasa da aradaki soğukluğu kaldıracak düzeye gelmesi için ciddi bir çaba olduğu biliniyor.

        Bu amaçla yakın geçmişte bir lobi şirketi ile de anlaşma yapılmıştı...

        Anlaşılan o ki Trump dönemindeki gibi olmasa da ağır bir tempoda ilişkilerin en azından kurumlar arasında normale dönmesini ABD de istiyor.

        Bunun işaretleri daha önce Beyaz Saray, bir süre önce de Ankara Büyükelçisi’nin açıklamasında görmek olasıydı.

        “CAATSA yaptırımları dışında kalan alanlarda ilişkileri geliştirmek için çaba gösterilecek” cümlesi de bunun yansımasıydı.

        Ankara da buna sessiz kalmadı ve bir süre önce Haberturk.com sitemiz Halk Bank davası ABD’de devam etmekte olan Hakan Atilla’nın izne ayrıldığını ilk duyurduğu Borsa İstanbul’dan istifa haberini de verdi.

        ABD’DEN GELEN MESAJ

        ABD’den de bunun karşılığı geldi.

        Önce Pentagon sözcüsü Helikopter kazasında şehit olan askerler için taziye mesajını açıkladı.

        Ardından da Dışişleri Bakanı Blinken, İngilizcede göz kırpma anlamına gelen “blink” yaptı...

        Çekilme kararı aldıkları Afganistan’da devam eden barış görüşmelerinin Türkiye’nin ev sahipliğinde yapılmasını önereceğini bir mektupla taraflara bildirdiğini duyurdu...

        Ardı sıra gelen gelişmelere bakıldığında aslında bunun ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır.

        Türkiye’nin uzun süredir NATO görev gücüne çok büyük destek verdiği Afganistan üzerinden aktarırsam...

        ABD YERİNE ALMANYA

        Blinken’ın da mektubuna yansıdığı gibi ABD Afganistan’dan 1 Mayıs’a kadar tamamen çekilmekte kararlı.

        Yerini de yeniden ilişkilerini belirli bir noktaya çektiği, hatta Türkiye dahil bir çok konuda ortak tavır belirleme kararı aldığı Almanya’ya, dolayısıyla da “geri geldik” dediği AB’ye bırakmakta kararlı.

        Nitekim Afganistan’da daha güçlü bir şekilde kalacaklarını kısa süre önce gerçekleşen Münih Güvenlik Konferansı’nda Şansölye Merkel net söyledi.

        Alman ordusunun Afganistan’da 18 yıldır görev yaptığına dikkat çekerek, misyonun başarılı olması için daha uzun süre kalabileceklerini bildirdi.

        Ardından da ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın mektubu geldi.

        Afganistan Devlet Başkanı Muhammed Eşref Gani ve Afgan Milli Uzlaşı Yüksek Konseyi Başkanı Abdullah Abdullah’a barış görüşmeleri için önerilerini sunduğu mektubunda gelecek haftalarda barış görüşmelerini sonlandırmak için Türkiye’nin ev sahipliği yapmasını isteyeceklerini duyurdu.

        Bunun iki nedenle önemi var.

        TRUMP ANLAYIŞININ BİTİŞİ

        Daha önce Türkiye bu görüşmenin kendisinde yapılması istemiş, eski Başkan Trump, kişisel yönetim anlayışıyla NATO üyesi olmayan bir ülkeye, Katar’a görüşmeleri taşımıştı.

        Afganistan’da 2011’den bu yana süren görüşmeler sonucunda 25 Şubat 2019’da Katar’ın Başkenti Doha’da ABD ile Taliban temsilcileri buluşmuştu.

        Doha’da 7 ay süren görüşmeler sonunda ABD’nin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad anlaşmanın sağlandığını Trump’ın onayının beklendiğini açıkladı.

        Bu sırada bir ABD askerinin öldürülmesi üzerine Trump anlaşmayı onaylamaktan vazgeçti, çatışmalar başladı.

        Aralık 2019’dan bu yana da süren çatışmalar Şubat 2020’de barış anlaşması ile son buldu.

        Ancak bu kez Taliban ile Afgan yöneticiler arasında yapılması gereken barış anlaşması görüş ayrılıkları nedeniyle askıya alındı.

        ÇOK ŞEYİ ETKİLER

        Biden yönetiminin iş başına gelmesiyle birlikte Afganistan konusu yeniden masaya yatırılırken, bölgede bulunan veya gözlemci olan bütün ülkelere anlaşmanın yapılabilmesi için destek olmaları çağrısında bulunulurken, barış görüşmelerinin merkezinin değiştirilmesi için de adım atıldı.

        Blinken, hükümetinin göreve gelirken ifade ettiği gibi kurumsal ilişkiye döndü.

        Afganistan’da bugüne kadar Taliban dahil bütün kesimlere en rahat ulaşan Türkiye de barış görüşmelerinin sonlandırılmasını istedi.

        Kişisel ilişkiden çıkıp, kurumsallığa yöneldiğini bir daha gösterdi...

        Bunun Türkiye’nin iç politikasına da etkisi olacağı görülüyor...

        Dokunulmazlıklardan tutun da yargı paketine kadar çok geniş bir etkisi olur...

        Diğer Yazılar