Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ANKARA ile Şam arasında istihbarat başkanlarının görüşmesinde belirli bir noktaya gelindikten sonra hareketlilik başladı.

        Haziran ayından bu yana da bölgede artarak devam ediyordu.

        İlk işaretleri de geçmişte de çok sıkıtı yaşatan İdlib’in kuzeyinde kalan bölgeden gelmeye başladı.

        Bölgedeki Nusra ve IŞİD benzeri yapılardan arınıp, grupların bir araya gelmesiyle oluşan Heyet Tahrir El-Şam, 2018’deki Zeytin Dalı harekatından bu yana bölgeye hakim olan Özgür Suriye Ordu’sunun kontrol ettiği bölge sınırına iş makinaları ile 4 metre genişliğinde, 5 metre derinliğinde hendekler kazmaya başladı; çıkan toprağı da yanaklara yığdı.

        El Gazaviye ve büyük sığınmacı kampının bulunduğu Atme yakınlarındaki Dair Ballut bölgesinde hendek üzerine iki geçiş güzergahı kurdu.

        Çevrede bulunan bazı kamplardaki sığınmacıları da başka bölgedeki kamplara gitmeleri için zorladı.

        Bu durum kuzeyden güneye ticari hareketleri kontrol altına almak anlamına da geliyordu.

        HTŞ’NİN GEREKÇESİ

        Nitekim HTŞ hendek kazmasının amacını şöyle açıkladı:

        “Kadın kılığına giren kişilerin uyuşturucu kaçakçılığının önüne geçmek, IŞİD benzeri İslam Devleti’ne bağlı hücrelerin de ÖSO bölgesinden İdlib’e geçişini engellemek…”

        Açıklama böyle olsa da, bunun HTŞ’nin akaryakıt, gıda olmak üzere bölgedeki tüm ticareti kontrolü altına almak olduğunu bölgedeki herkes biliyor.

        Bölgede yaşam süren ve sahayı çok iyi bilenlerle iki gündür konuşuyorum.

        Aktardıklarına göre HTŞ’nin bu adımı atmasının gerisindeki en önemli neden Türkiye’nin uzun süredir Cilvegözü/Bal el-Hava sınır kapasındaki ticari aktiviteyi yavaşlatıp, Zeytin Dalı bölgesindeki Öncüpınar’dan sevkiyata yönelmesi...

        Böylece İdlib bölgesindeki yapılara gidecek desteği azaltıp kontrol altına almak istiyor…

        HTŞ, Zeytin Dalı bölgesine hakim olamadığı için, kapıdan girişin azalmasıyla birlikte ticari geliri düşünce kendi yöntemlerini kullanmaya başladı...

        Bir kadını ÖSO bölgesinden kaçak mal getirdiği gerekçesiyle vurup öldürdü, çocuklarını da tutukladı, bölgedeki halka gözdağı verdi.

        Ardından hareketini kuzeye, Afrin bölgesine kaydırdı ve dün itibarıyla Cinderes’e hakim oldu…

        Zeytin Dalı bölgesindeki ekonomik hareketi kontrol altına alabilecek duruma geldi.

        Buna ticari gerekçeye dayalı birinci adım denilebilir.

        DESTEĞİ, HAMZA VE MURAT TUGAYLARI…

        İkincisi ise biraz da bölgedeki diğer örgütler ile Türkiye destekli yapılarla HTŞ ilişkisi…

        Bir süredir ÖSO içindeki bazı gruplar sorun çıkarıyor ve çatışma çıkarıyordu.

        Sultan Murat, Hamza Tugayı gibi büyük yapılara göre az sayıda kalan bu grupların tutumu başlangıçta önemsenmiyordu.

        Fakat bu yapılar HTŞ’nin kuzeye hareketi ile birlikte ticari güçlerini kaybedeceği endişesiyle diğer gruplarla birlikte hareket etmeye başladı.

        Şam Cephesi’nin (Cephe eş-Şamiye) öncülük ettiği daha radikal unsurlardan oluşan bu gruba, Celsül İslam, Levant ve Üçüncü Kolordu (Üçüncü Lejyon) destek verdi.

        Üçüncü Kolordu diye de adlandırılan bu grubun HTŞ ile çatışması artınca, hesapta olmayan şekilde Al Bab bölgesi de karıştı.

        Bir gazeteci ve 7 aylık hamile eşini öldürenlerin Hamza Tugayı elemanları olduğu gerekçesiyle bazı gruplar tepki gösterip eylem yaptı, çatışmaya başladı.

        Dikkat çeken ise tam bu dönemde Türkiye desteğindeki Hamza Tugay’ının HTŞ’ye destek güç göndermesiydi.

        Hamza Tugayı ile birlikte Sultan Murat ve Ahrar üş-Şam da HTŞ’ye yardıma gitti.

        HTŞ gücü ardında bulunca Afrin kırsalında tepeleri ele geçirip hakimiyeti ele aldı.

        Bölgedekilerin dikkat çektiği nokta HTŞ’ye karşı savaşan grupların hepsinin Türkiye’nin Şam ile yakınlaşmasından hoşlanmayan gruplar olması.

        Karşısındakilerin ise Türkiye’nin desteğindeki Türkmen ağırlıklı yapılardan oluşması…

        ŞAM YAKINLAŞMASI SONRASI

        Zaten Türk Silahlı Kuvvetleri de çatışmaları bastırmak için bir adım atmadı; desteğindeki Hamza Tugayı’nın HTŞ ile birlikteliğini seyretmekle yetindi.

        Bunun ne anlama geldiğini bölgeyi çok iyi bilen ve sürekli gidip gelen Prof. Dr. Serhat Erkmen’e sordum, “Ekonomik ve siyasi yönleri var” deyip ekledi:

        “Geliri azalan HTŞ Zeytin Dalı bölgesine yöneldi; farklı yapıda olan ve siyasi olarak da benzer düşünceye sahip bulunmayan gruplar ile ister istemez çatışmaya başladı.”

        Bölgedeki gelişmeleri takip ettiğini söyledi, daha fazla görüş beyanından kaçındı.

        Bölgede yerleşik olanlarla yaptığım sohbetten anladığım kadarıyla uzun süredir sorun olan, Türkiye’nin politikalarına aykırı tutum alan gruplardan rahatsızlık hissediliyordu.

        Bu kesimler ÖSO içinde de ayrılıklara yol açmakla birlikte imajına da zarar verici tutumlar içindeydi.

        İdlib’e hakim HTŞ ile çatışmalarının gerisindeki etken de bölgede var olan, “ticarete hakim olan bölgeye de hakim olur” anlayışından kaynaklı…

        Türkiye’nin güçlü destek verdiği, Hamza Tugayı, Sultan Tugayı gibi bölgeye etkin olan ve içinde ağırlıklı olarak Türkmen savaşçılar barındıran bölgedeki güçlerin HTŞ’ye desteğine olumsuz yaklaşmıyor.

        EN ETKİN GÜÇ

        HTŞ’nin bölgede etkinliğinden endişe duyup farklı yorumda bulunanlar bir noktayı bilmesi gerekiyor ki Türkiye bölgenin en güçlü ve düzenli ordusu…

        Suriye sahasında herhangi bir gücü yokken, arkasına güçlü destekler almış IŞİD benzeri yapıların temizlenmesini sağladı.

        Yetmedi ABD ve Rusya’nın olduğu sahada en etkili bir diğer oyun kurucu haline geldi.

        Bunda da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Harp Okullarından yetişmiş kadroları ile akademili ve bölgeyi iyi okuyan alaylı güvenlik güçlerinin önemli katkısı oldu.

        Hala da hakim güç olarak bölgede bulunuyor ve yeniden yapılanmanın önünü açıyor.

        Bütün bu yaşananlar da bölgede yeni bir aşamaya geçilirken yaşanan sancıdan ibaret…

        Referandumun ayak sesleri…

        Referandumun ayak sesleri…
        0:00 / 0:00

        CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun New York açıklamasını yayınladığı twitter mesajı önemliydi.

        Gitmeden önce başörtüsü ile sınırlı kalmak kaydıyla Anayasa değişikliğine destek vermeye hazır olduğunu açıklayan CHP lideri, bu mesajında tersi bir tutum takındı.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı işaret ederek, “Onunla ne aile konuşulur, ne Anayasa... Bu konu kapanmıştır” dedi.

        Kılıçdaroğlu ile geziye katılan gazeteciler de bu sözlerin CHP’nin Anayasa değişikliğine destek vermeyeceği anlamına geldiğini yazdı.

        CHP yöneticileri ile dün sohbet ederken gördüğüm şu ki, içlerinden bir grup Anayasa değişikliğine destek vermemek gerektiği konusunda ısrarlı.

        Bir başka grup ise başörtüsü tek başına gelirse destek vermeleri gerektiğini belirtip, “Eğer başka maddeler eklenirse karşı çıkmalıyız. Bu iş referanduma giderse bize yaramaz” bakışında.

        Hemen belirteyim AK Parti sadece başörtüsü konusunu kapsama alacak bir hazırlık yapmıyor; aile konusunu da içine alan düzenlemeye hazırlanıyor.

        Nitekim AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, dün yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı’nın yurt dışından dönüşünün beklendiğini ve alternatifli paket hazırladıklarını duyurdu.

        REKLAM

        Yazıcı, Anayasa’nın hak ve özgürlüklere ilişkin 24’üncü maddesi ile aileyi tanımlayan 41’inci maddesi üzerinde çalıştıklarını belirterek şu açıklamada bulundu:

        “Bu madde içerisinde ailenin kimlerden oluşacağını ve karı-kocanın haklarının neler olduğuna ilişkin bir cümleden ibaret bir düzenleme çalışması yapıyoruz. Bu ikisini birlikte mi getirelim, farklı bir zamanda mı gelsin bunları da tartışıyoruz…”

        Aile ile ilgili düzenlemenin pakette yer alıp almayacağına henüz karar vermediklerini de sözlerine ekledi.

        İYİ Parti henüz tutum bildirmedi, gereksiz bir tartışmaya girildiğini söylemekle yetindi.

        HDP ise CHP gibi başörtüsü konusu dışında bir düzenleme gelirse oy vermeyeceğini açıkladı…

        Görüldüğü gibi tarafların pozisyonunu net…

        AK Parti de her halükarda Anayasa değişikliğini getirmekte kararlı…

        Sorun da bu aşamada başlıyor.

        Çünkü Cumhur İttifakı bileşenleri AK Parti ve MHP’nin toplamı Anayasa değişikliğinin geçmesine yetmiyor; toplam oyu 335’de kalıyor.

        En azından referandumlu geçebilmesi için 26 oy eksiği var.

        Yani İYİ Parti veya HDP’den birinin desteğine ihtiyaç duyuyor.

        Milliyetçi muhafazakar tabana dayanması dolayısıyla İYİ Parti’nin ağırlıkla desteği söz konusu olduğunda referandum kaçınılmaz hale gelecek gibi görünüyor.

        Önceki akşam İYİ Parti’nin etkin bir ismi ile sohbet ederken içine girdikleri bu girdaba dikkat çekip ekledi:

        “Destek vermesek tabana izah edemeyiz, verirsek de 6’lı masada çatlak var algısına yol açar… Referandumda taban bölünür…”

        AYNI GÜN SEÇİM KARARI GELİRSE

        Eğer ki bir referandum söz konusu olacaksa, bunun zamanlaması da önemli…

        Var sayalım ki AK Parti teklifini getirdi ve TBMM’den 360 ile 400 arasında oyla geçirdi…

        REKLAM

        Anayasa’nın Halk Oyuna Sunulmasına İlişkin Kanun’u gereği 60’ıncı günü takip eden ilk Pazar referanduma gidilmesi gerekiyor.

        Referandum ile seçimi eşitleyen rakam da burada ortaya çıkıyor.

        Seçim kanunları da karar alınması halinde 60 günden önce sandığın getirilemeyeceğine hükmediyor.

        Yani referandum kararının çıktığı gün, seçim kararı da alınırsa, Cumhurbaşkanlığı, milletvekili genel seçimleri ile referandum sandığının aynı güne denk gelmemesi için neden yok…

        1995’TEN FARKI

        Bu aşamada 1995’teki Anayasa değişikliğinde karşılaşıldığı gibi “referandumun ilk milletvekili seçimiyle birlikte yapılacağına” ilişkin bir kanun maddesi de eklenebileceği savunulabilir.

        Nitekim o dönem konuldu, ancak üçte ikiden fazla (bugünkü rakamla 400) oyla geçti.

        Ancak bu kez önünde, 1995’ten farklı bir durum var; o da 2001 Anayasa değişikliği ile getirilen “seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde uygulanamayacağı” hükmü…

        Çünkü referandum da seçim kanunlarındaki hükümlere tabidir.

        Yine de son karar vericinin YSK olduğu gerçeği de bir kenarda duruyor.

        Buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim Anayasa değişikliği TBMM’den referandumsuz, 400 üstü oyla geçer.

        Çünkü içine girilen durumun, bunun dışında kimseye faydası olmaz…

        Eğer ki 400 altında kalırsa yeni bir sandık ve müsebbibi tartışmasına hazır olalım…

        Ataç Sokak Bir Numara

        Ataç Sokak Bir Numara
        0:00 / 0:00

        HER yanı beton bloklarla dolu Kızılay’ın göbeğinde bir vaha olduğunu öğrenmemin üzerinden 30 yılı aşkın süre geçmiş.

        O günden bu yana da yanından çok kez geçmeme karşın, içerisinin ne durumda olduğunu merak etmemiştim.

        Buna neden kendilerine tahsis edilmiş olmasına karşın, Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) başkanlarının oturmayı tercih etmemesiydi.

        İçindeki tarihi Ankara konakları da uzun süre de tadilatta kalmıştı…

        ABB Başkanı Mansur Yavaş Ankara’nın Başkent oluşunun 99’uncu yılı nedeniyle düzenlediği resepsiyonda bu vaha ve içindeki tarihi konaklarıyla tekrar buluşturdu.

        Sohbet ederken anladım ki duvarının yanından defalarca geçmiş olmasına karşın, yıllarını Ankara’da geçirmiş birçok kişi içeride bu denli güzel bir bahçenin bulunduğunu bilmiyormuş.

        ÇANKAYA RESEPSİYONU

        Resepsiyona gelirsem…

        Bugüne kadar sadece Cumhurbaşkanı’nın düzenlediği 29 Ekim resepsiyonlarına bu denli yüksek katılım olurdu.

        Pandemi dolayısıyla etkinlikler iptal edildiği için de dünkü resepsiyon aslında sosyalleşmeye ne denli özlem duyulduğunun bir başka göstergesiydi.

        Ankara’da on yıllardır gazetecilik yapan biri olarak şunu belirtmeliyim ki Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği hiçbir etkinliğe dünkü kadar üst düzeyde ve çok sayıda katılım olmadı.

        Resepsiyonun dikkat çeken bir diğer yanı da önemli…

        Bana geçmiş Cumhurbaşkanlarının Çankaya Köşkü’nde düzenlediği resepsiyonları anımsattı; sanki oradan örneklenmiş gibiydi.

        Öncelikle organizasyon çok başarılıydı; en küçük detay atlanmamıştı.

        Belediye Başkanı ve eşi girişte karşıladığı davetlilerle ayrı ayrı fotoğraf çektirdi.

        Büyükşehir yetkililerinin aktardığına göre Cumhurbaşkanı dahil, bakanlara, siyasi partilerin yöneticilerine ve Ankara’daki üst bürokratlara davet gitmiş.

        Kanepelerin sunulduğu, alkolün yer almadığı resepsiyona, bakanlardan katılan olmadı…

        Bir başka etkinlik dolayısıyla geç katılım sağlayan Ankara Valisi Vasip Şahin dışında da üst düzey bürokrat yoktu.

        AK Parti, MHP, BBP ve HDP’den de tek milletvekili resepsiyonda yoktu.

        Ağırlıklı olarak 6’lı masadaki partilerin milletvekilleri, yöneticileri, ilçe belediye başkanları ile Büyükşehir bürokratları vardı.

        En dikkat çeken tarafı ise davete katılan büyükelçi sayısıydı.

        Bir grup gazeteci ile bahçede bulunduğumuz köşe, Birleşmiş Milletler'i andırıyordu.

        Gelenleri ilk karşılayan kapıdaki görevlilerin listelerinden saydım…

        ABD, Rusya, Çin, Almanya, Japonya, Fransa, Avusturya, İsrail, Kazakistan, Kuveyt, Kore’nin de bulunduğu 76 büyükelçi eşleri ile birlikte katılmış.

        İngiltere, Venezüella, Umman, Azerbaycan, Mali’nin de arasında bulunduğu bazı büyükelçiler önceden bildirim yapmadan, son anda katılmaya karar vermiş.

        Tam seçim sürecine girildiği, Cumhurbaşkanlığı adayları arasında Yavaş’ın adının da geçtiği dönemde resepsiyona bu denli yüksek katılım büyükelçiler arasında sohbetin de konusuydu.

        Ancak, Ataç Sokak Bir Numaradaki davette kordiplomatik ilgi, domestik alakadan fazlaydı…

        Diğer Yazılar