ÇOK uzağa gitmeyin.
Otomobillerin arkasındaki çıkarmalara, gençlerin kollarının veya boyunlarının yanına çizdirdiği imzasının hala diri bir şekilde var olması onun yaşadığının en güzel örneği.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in büyük bir emekle bizzat onu görmüş ve hatıralarına aktarmış kişilerin ve yakınlarının anlatımıyla kaleme aldığı “Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk” kitabında da yer verdiği önemli bir bölüm var.
Mustafa Kemal Atatürk, yabancı bir gazeteci ile röportajında vasiyetiyle ilgili kendisinden söz ederken şunları söylüyor:
“İki Mustafa Kemal vardır. Biri karşınızda oturan ben; et ve kemik fani Mustafa Kemal… İkinci bir Mustafa Kemal daha var: onu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem. O ben değil, bizdir. O, burada oturan sizler, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve yeni ülkü için uğraşan aydın ve mücahit zümredir. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüs ettiklerim, onların hasret duyduklarını tatmin içindir. O Mustafa Kemal bütün bir aydın ve mücahit zümrenin temsilcisidir. Fani olmayan, yaşaması ve muvaffak olması mukadder olan Mustafa Kemal odur...”
OKUMAYI, DÜŞÜNMEYİ VE İSTEMEYİ ÖĞRETTİM
Burada da kalmıyor, kendisini tanımlamayı sürdürüyor:
“Milletim bana Atatürk, yani Türklerin babası diyor. Ben bu isme layık olduğumu sanıyorum. Çünkü hakikaten Türklerin babası olmaya çalıştım. Milletime okumayı, düşünmeyi ve istemeyi öğrettim…”
Prof. Dr. Özdemir de sohbetimizde alıntıladığı son kelimeye işaret etti.
“İstemeyi öğrettim…”
Bu cümle dahi 84 yılın ardından kendisinin de vurguladığı gibi ete kemiğe bürünmüş olanın ötesindeki Mustafa Kemal’in bugün de yaşamasının gerekçesidir.
Şöyle bir çevremize bakalım…
Hangi ülkenin kurucu lideri bu denli toplumun yaşamında yer etmiştir.
Kaç ülkede kurucu lider için toplumun bütün kesimi ölüm saatinde hazır ola geçip araçlarından çıkarak, kornaları çalarak, sirenlerle saygısını gösterir?
Kaç genç kollarına, boyunlarına imzasının dövmesini, kaç kişi otomobilinin kaportasına çıkarmasını yapıştırır?
Başta da vurguladığım gibi toplumun Mustafa Kemal Atatürk’e olan sevgisini görmek için uzağa gitmeye gerek yok, önünüzdeki otomobile veya yanınızdan geçen bir üniversite talebesinin koluna, boynuna veya çantasının üzerine bakmanız yeter…
DOLMABAHÇE’DE YAŞANANLAR
Prof. Dr. Hikmet Özdemir görgü tanıklarının aktarımlarından yola çıkarak kaleme aldığı kitabında 7-8 Kasım 1938 günü Dolmabahçe’de yaşananlara ilişkin aktarımı üzerinde de konuştuk.
Belgeler 7 Kasım günü karaciğer rahatsızlığı dolayısıyla karın çevresinde toplanan suyu dışarı atmak için bir boşaltım işlemi (ponksiyon) daha yapılıyor.
Doktoru Neşet Ömer İrdelp’in aktarımına göre bu işlem rahatlatıyor ve 8 Kasım’ı yorgun ama sakin geçiriyor.
Bir aralık masanın üzerinde duran saate bakıyor ve vakti soruyor.
Bunu iki kez tekrar ediyor ve Dr. İrdelp’e “Aleykümselam” deyip kendinden geçiyor, komaya giriyor.
Daha önce de iki kez aynı durumu yaşadığı için doktoru tekrar hayata döndürmek için çaba gösteriyor.
Ancak 9 Kasım’ı, 10’una bağlayan gece yarısı saat 24.00’te Başbakan Celal Bayar, Bakanlar Kurulu’na izlenecek yol haritasını yolluyor.
Belli ki umudu tamamen kesiyor.
NEDEN 09.05?
Bu durumda 09.05 kaydı neye dayanarak kayıtlara geçti?
Prof. Dr. Özdemir, doktorun hayata veda raporunu kesin olarak yazdığı saat olarak kayda düşmüş olabileceğine dikkat çekti.
Bunu kanıtlayan bazı veriler de var.
Dolmabahçe Sarayı’nın girişinde görevli polis memuru Kazım Polat, 06.00 nöbetini yeni devraldığında, Başyaver Celalettin Üner telefon edip bazı ilaçların alınmasını ister.
İlaçlar geldikten bir süre sonra telefonlar sürekli çalmaya başlar.
Doktor Neşet Ömer İrdelp, “Terk-i hayat etmişlerdir” cümlesiyle biten “son” raporu özel kalem görevlisi Haldun Derin’e yazdırır.
Saat 09.05’i göstermektedir…
Ancak “biz” olan Mustafa Kemal Atatürk bugün daha anlamlı; omuzlarımızda yaşamını devam ettiriyor.
Sevgi, saygı, minnetle anıyorum…