Sabahattin Ali ile "ihbarcısı"!
Ölümünün üzerinden 70 yıl geçince, bu yılın ilk gününden itibaren artık “herkesin malı” haline gelen Sabahattin Ali’nin kitapları şimdi süpermarketlerde bile sıvı sabun, bulaşık deterjanı, zerzevat ve cümle kuru gıdayla birlikte birkaç liraya satışa çıktı.
Kelimenin tam anlamıyla “yazara hücum” var!
Siz bakmayın bazı çok bilmişlerin bu duruma burun kıvırıp, “Markette kitap olur mu?” demelerine; kitap bu satılıyor ya, kimse okumasa bile evlere giriyor; orada mutlaka bir çocuğun eli değecek, birisi sayfalarını karıştıracak, o bile yeter!
*
Büyük bir mağazanın kitap bölümünde eşelenirken birbirinden farklı birçok yayınevinin bastığı yazarın kitapları arasında rastladım ben de içinde “Oyunlar, Şiirler, Mektuplar, Yazılar, Tutanaklar” olan o ciltli kitaba. Belli ki yayıncılar, Sabahattin Ali’ye dair ne bulurlarsa kitap haline getiriyorlar, her yazdığının müşterisi var çünkü.
Aldım kitabı “Tutanaklar” bölümünü okumaya başladım.
*
Bu tutanakların büyük bir kısmı Sabahattin Ali’nin 1932 yılında Konya Cezaevi’nde başlayıp Sinop Cezaevi’nde biten 14 aylık mahpusluk hayatının hikayesine dairdir.
Savunmalar, itiraz dilekçeleri, beyhude bir kendini aklama çabası...
Ama belli ki hiç biri işe yaramamış; zira bir hiç yüzünden yazarın hayatından neredeyse iki yılını çalmışlar.
Sabahattin Ali*
O tarihlerde Sabahattin Ali Konya’da “Muhtelit Ortamektep Almanca Muallimi”dir.
“Kuyucaklı Yusuf” romanını yazmış, roman Cemal Kutay’ın sahibi bulunduğu, Anadolu’nun ilk renkli başlıklı, 8 sayfalık gazetesi olan “Yeni Anadolu”da tefrika ediliyor.
O zamanlar roman tefrikaları, günümüzün televizyon dizilerinin muadilidir. Ahali gazetelerin kıyasıya bir rekabet içinde yayınladıkları o tefrika romanları büyük bir merakla izlemektedir.
Sabahattin Ali’nin romanı da büyük ilgi görür, gazete önemli bir tiraj alır. Yazar Sabahattin Ali ile patron Cemal Kutay nasıl anlaşmışlarsa artık, ya yazarın telifi eksik ödeniyor veya hiç ödenmiyor, -yazar bunu “fikir ihtilafı ve mali hususat”a bağlıyor.- Sabahattin Ali de 26 gün yayınlanan tefrikayı bir anda yarım bırakıyor, gazete aldığı tirajı kaybediyor.
Bir iddiaya göre Cemal Kutay, “Ben de o komünisti süründürmezsen” gibi bir şeyler söylüyor.
Cemal Kutay’ın beklediği pas nihayet ayağına geliyor.
Sabahattin Ali bir gece Meram’da bir arkadaş evinde, içkili bir muhabbet anında bir şiir okuyor. Şiirin içinde “İsmet”, “Kel Ali” gibi isimler ve “koca teres" diye bir laf geçiyor. Gerçi yazar zinhar böyle bir şiir okumadığını söylüyor ama nafile, dinleyenlerden Remzi Bey hafızasının güçlü olduğunu, şiiri aynen ezberlediğini ve yazarın ağzından çıktığını söylüyor mahkemede. Mahkeme de çoktan şahidin beyanına inanmaya hazır... İhbarın konusu Atatürk’e hakarettir çünkü. O tarihlerde, birisi birisin hayatını kaydırmak istese, “İşte şu herif Atatürk’e hakaret etti” desin yeterdi.
İhbarcılardan birisi de “Yeni Anadolu” gazetesinin sahibi Cemal Kutay’dı.
Mahkeme; Sabahattin Ali’yi yazmadığı, herhangi bir yerde yayınlanmayan, mecliste bulunan Hüsnü ve Yahya Bey’in sarhoş oldukları için şiire ancak kulak misafiri olduklarını, Remzi Bey’in ise şiiri duyar duymaz hafızasına kaydettiğini söylemesi üzerine hayali bir şiir yüzünden tutukluyor, bir yıla mahkum ediyor.
Yazarın kararı temyize etmesi üzerine dava aleyhine bozuluyor, cezasına iki ay daha eklenerek 14 aya çıkarılıyor, memuriyetten men ediliyor, Konya Cezaevi’nde tek kişilik bir tecrit koğuşuna konuluyor, oradan da Sinop Cezaevi’ne götürülüyor, Cumhuriyet’in 10. Yılı münasebetiyle çıkarılan aftan yararlanıyor, cezasının bitimine birkaç ay kala dışarı çıkıyor.
*
Elime geçen kitaptaki tutanakların içinde, Sabahattin Ali’nin birkaç itiraz dilekçesi var. O dilekçelerden birisinde, telifini ödememek için Cemal Kutay’ın bu olayı başına sardığını, Gazi’ye hakaret edecek tıynette bir insan olmadığını belirtiyor ve şunları söylüyor:
“Benim babam asker, babamın babası asker, anamın babası yine askerdi. Bu adamların hepsi bu memleket için kanlarını dökmüşlerdir. Ve benim şimdi damarlarımda dolaşan kan, bu adamların kanıdır. Benim bu memlekete, bu memleketi kurtaranlara ihanet etmeme imkan yoktur. Bu memlekete ve memleket evladına silah atan asi Kürt derebeylerinin ahfadı (torunu) değilim.”
*
Demek muhbirlerin arasında bir de “asi Kürt derebeyinin torunu” da varmış!
Bu da Cemal Kutay’dan başkası değildir.
Zira Cemal Kutay, Cizira-Botan Beyi Mir Bedirhan Bey’in soyundan geliyor!
Sabahattin Ali de kendisine iftira atarak ihbar eden Cemal Kutay’ı savcıya, “memleket evladına silah atan asi Kürt derebeylerinin ahfadı” diye “çaktırmadan” bu kez kendisi ihbar ediyor.
*
Bugün Kemalist tarihçi olarak bilinen Cemal Kutay, Botan Beyi Bedirhan Bey’in üçüncü kuşak torunudur.
Cemal Kutay, Tahir Muhlis Bey’in oğludur. Tahir Muhlis Bey, Bedirhan Bey’in oğlu Hüseyin Kenan’ın oğludur.
Tahir Muhlis Bey, Milli Mücadele’nin hemen başında o zamanlar merkezi Sivas’ta bulunan “Mahkeme-i Temyiz” (Yargıtay) başkanlığı yapmış, olayın geçtiği tarihlerde de Konya’da İstinaf Ceza Mahkemeleri Reisi ve aynı zamanda Hukuk Mektebi’nde hocadır.
*
Sabahattin Ali’nin “asi Kürt derebeyi” dediği Cemal Kutay’ın soyundan geldiği Bedirhan Bey kimdir peki?
*
Cemal Kutay, Bedirhan Bey soyundan geldiğini kabul ediyor ve Bey için farklı bir tarih yazıyor. Ona göre Bedirhan Bey, Nasturi katliamı ve 93 harbindeki başarısından dolayı Sultan Abdülmecit tarafından İstanbul’a davet ediliyor, bir süre şimdiki Darüşşafaka binasında ailesiyle birlikte misafir edildikten sonra Girit’e vali olarak atanıyor, sonra tekrar İstanbul’a geliyor, Mekke’ye hacca gidince de orada vefat edip, orada gömülüyor.
Ona göre Bedirhan Bey “memleket evladına silah atan asi bir Kürt derebeyi” değildir.
Cemal Kutay*
Ancak hikaye Kutay’ın anlattığı gibi değil.
Bedirhan Bey, Botan bölgesinin son beyidir. 1835’te Osmanlının Kürdistan Eyaleti’nin tek hakimidir. Cizre’de barut üretimi için bir atölye kuruyor, eğitimli savaşçı olsunlar diye Avrupa’ya öğrenci gönderiyor, Van Gölü üzerinde gemi inşaatına başlıyor, Cizre’yi başkent ilan ediyor, kendi adına hutbe okutuyor, sikke bastırıyor, 1840’ta devlete başkaldırıyor, yörenin birçok bey ve mirini yanına çekiyor, bir süre sonra yeğeni Yezdan Şer’in ihanetine uğruyor, savaşta zorlanıyor, Ewrex Kalesi’ne sığınıyor, aylarca süren direnişten sonra nihayet teslim oluyor.
Ailenin birçok mensubu gibi “Bedirhani” olduğunu sonradan öğrenen, soyunun izini sürmek için “Cizre-Botan Beyi Bedirhan” adıyla iki ciltlik muhteşem bir kitap yazan Ahmet Kardam’ın verdiği bilgiye göre Bedirhan Bey’in ailesinin de dahil olduğu 125 kişiden oluşan sürgün kafilesi 12 Ağustos 1847’de Cizre’den yola çıkarılıyor, 50 gün süren bir yolculuktan sonra 1 Ekim 1847’de İstanbul’a varıyor, Bedirhan Beyle birlikte 4’ü nikahlı 11 eşi, 54 kişilik ailesiyle birlikte toplam 111 kişi kısa bir süre sonra Girit’e sürgüne gönderiliyor, ailenin geri kalanı Kızıltoprak’a yerleştiriliyor, Bedirhan Bey 11 yıl Girit’te sürgünde kaldıktan sonra Şam’a gönderiliyor, 1868’de orada vefat ediyor, Selahattin-i Eyyubi’nin yanına gömülüyor.
Bedirhan Bey öldüğünde 21’i erkek 21’i kız olmak üzere 42 çocuğu vardı. Oğullarından 16’sı, kızlarından 11’i sürgün yıllarında, Girit veya İstanbul’da dünyaya geldiler.
Osmanlı devletine 7 paşa yetiştiren aile dallı budaklı, çok geniş ve büyük bir ailedir.
Daha sonra aile bireyleri üç kısma ayrıldı. Devlette çalışarak vali, kaymakam, hakim ve savcı olanlar... Bir kısmı “Rıdvan Paşa suikastı” nedeniyle gönderilen, bir kısmı da Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte yurt dışına kaçanlar... Bir de Atatürk’ün yakın çevresine girenler...
Devle bürokrasinde karar kılanlara Cemal Kutay’ın babası Tahir Bey; yurt dışına kaçıp orada “Kürtçülük faaliyetini” sürdürenlere Kamuran-Celadet Bedirhan kardeşler; Atatürk’ün yakınında yer bulanlara da ilk Maarif Vekili Vasfi Çınar örnek gösterilebilir.
*
Sabahattin Ali’nin bahsettiği “asi Kürt derebeyinden” Kahire’de ilk Kürtçe gazeteyi çıkaran Mikdad Mithat, Osmanlı-Rus Savaşı’nda vücudunda 25 yara açılan Ali Şamil Paşa, Kürt Teali Cemiyeti Başkanı Emin Ali Bey, Bedirhan Bey’in oğullarıdır.
Atatürk döneminin ilk Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar, Paris'te Fransızca-Kürtçe bir sözlük yazmış olan Kamuran Bedirhan, Latin alfabesiyle ilk Kürtçe grameri yazan Celadet Bedirhan, Dışişleri eski bakanlarından Emre Gönensay, Galatasaray Spor Kulübü başkanlarından Tevfik Ali Çınar, senarist Ayşe Şasa, Atatürkçü Cumhuriyetçi Güven Partisi'nin Kadın Kolları Başkanı Meziyet Çınar, tarihçi Cemal Kutay gibi şahsiyetler Bedirhan Bey’in torunlarıdır.
Eğitimci-yazar İbrahim Alaeddin Gövsa, Fatin Rüştü Zorlu'nun kardeşi Muzaffer Zorlu, Musa Anter'in kayınpederi, Cüneyt Zapsu’nun dedesi Abdurrahim Zapsu, Ürdün Kralı Hüseyin'in amcasının oğlu Rakan Haşimi ve yazar Cenap Şahabettin ailenin damatlarıdır.
Müellif Süleyman Nazif ailenin dünürüdür.
Halide Edip Adıvar, Bedirhan Ailesi'nden Ali Şamil Paşa'nın üvey kızıdır.
Nazım Hikmet, Kamuran Bedirhan'ın süt kardeşidir. Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın teyzesinin kızı Bedirhan Bey'in oğlu Bedri Paşa’nın eşidir.
Ailenin soyağacını çıkarmak için Galatasaray eski Başkanlarından Tevfik Ali Çınar vaktiyle çok uğraşmış ancak başarılı olamamıştır. Bu işin üstesinden yakın bir tarihte Kürt tarihçi Malmisanij geldi ve Avesta Yayınları arasında çıkan “Cizira Botanlı Bedirhaniler” kitabında ailenin geniş bir soyağacını çıkardı.
*
Hikayemize dönecek olursak...
Sabahattin Ali, 14 ay hapis yattıktan sonra çıkar, etkili ve yetkili makamlara başvurur, tekrar mesleğine dönmek istediğini söyler.
“Eski fikirlerinden vazgeçtiğini” bildirir, mesela Atatürk’e hayranlığını belirten bir şiir yazıp neşrederse talebi olumlu karşılanacaktır!
Oturur “Benim Aşkım” adıyla şu şiiri yazar:
“Sensin, kalbim değildir böyle göğsüme vuran
Sensin ülkü adıyla beynimde dimdik duran
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran
Seni çıkarsam, ömrüm baştan bitiyor
Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye
Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısaca gönlümü verdim yüce Gazi’ye
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.”
*
Şiir pek beğenilir. Sabahattin Ali 1934 yılında öğretmenlik mesleğine geri döner.
14 yıl sonra da yurt dışına kaçmak isterken Bulgar sınırında “milli emniyetin” adamı olduğu iddia edilen bir katil tarafından kafası kalasla parçalanarak öldürülür.
*
Cemal Kutay gelince...
Konya’dan sonra Ankara ve İstanbul’da gazetecilik mesleğine devam eder. Tarihle ilgilenir. İttihat Terakki ve daha bir çok konunun uzmanı olur. Türkçe İbadetin kitabını yazar. Arka arkaya 183 kitap yayınlar. Evinde ülkenin en büyük arşivini biriktirir. 2006 yılında 93 yaşında vefat eder.
Cemal Kutay, tarih eğitimi almadan adı memleketin mühim tarihçileriyle birlikte anılan ender şahsiyetlerden biridir.