Ayı, Elma, Apple!
Latinceye çevrilmiş İncil’e göre; bugün bizde Amasya, Demir, Hüryemez, Arapkızı, Brea Burn, Fuji, Gala, Golden, Goldstar, Granny Smith, Gümüşhane, Hanna, Rayka, Redchief, Roma Güzeli, Starking, Yuvarlak, Topaz, Minik Yuvarlak gibi isimlerle bilinen; alı, sarısı, yeşiliyle binlerce elma çeşidi cennette dalında öyle nazlı nazlı duruyor, olgunlaştıktan sonra dibine düşüp çürüyor, Adam ile Havva dönüp yüzlerine bile bakmıyorlardı.
Yasaktı.
Tevrat’a göre, Tanrı cennetin bütün lezzetlerini, bal akan dereleri, gül suyundan şerbetleri, sütten şelaleleri, envai çeşit meyveyi, sebzeyi, tatlıyı tuzluyu, yiyeceği, içeceği her şeyi onlara helal etmiş, bir tek “iyiyi ve kötüyü bilme ağacının meyvesini” yasaklamıştı, Tevrat “elma” demiyor o meyveye.
Onlar da uzun, çok uzun bir süre boyunca bu yasağa uydular. Ta ki günün birinde yılan kılığına girmiş şeytan Havva’nın kulağına kar suyunu kaçırıncaya kadar.
Sabahtan akşama kadar “ye onu, ye onu” diye kadının kafasını şişirip durdu iblis. Artık bıkkınlıktan mı, şu sevimli yılanın bir bildiği var diye düşünmüş olmasından mı bilinmez, günün birinde dayanamadı, “Hadi şu meyveden bir ısırık alalım” dedi Adem’e.
Adam şiddetle karşı çıktı bu öneriye.
Ama laf bir kere Havva’nın ağzından çıkmıştı.
Israr etti.
Siz bakmayın “insan bir tek dayısını kıramaz” demelerine. Hatta bu yüzden, “Yeğenim şu Eflak-Buğdan’ı yanında da Amasya’yı bana ver diyen bir dayısı olmasın diye Osmanlı Sultanları dayısız kalmaya bile razı oldular” diye lafa yeni latife eklemelerine; insan galiba kolay kolay sadece karısını kıramaz.
Adem, Havva’yı kırdı mı ki ondan sonra gelen büyük büyük devlet adamları, koca koca imparatorlar, iri iri kayzerler, ulu ulu hakanlar, azametli devlet başkanları, şahlar, şahin şahlar sevgili zevcelerini kırsın! Çok az görülmüştür karısının bir dediğini iki etmeyen...
Kadim kitap Tevrat’a göre sonunda pes etmiş Adam; Havva’yla birlikte meyveyi yemeye başlamışlar.
O meyvenin adı Tevrat’ta, dolayısıyla kadim İncil’de de geçmez. Yüzlerce yıl Yahudilerle Hıristiyanlar o meyvenin adını tartışıp durdular. Kimi üzüm, kimi incir dedi. Anlaşamadılar. Ta ki 4. yüzyıla kadar bu tartışma sürdü gitti, sonunda Aziz Jerome adında bir keşiş, tuttu İncil’i o sırada Avrupa’nın ortak dili olan Latinceye çevirdi. O çeviride de “yasak meyvenin” adını koydu; elma!
Aziz “elma” derken, bu meyvenin kutsallığını bildiğinden yapmıştı bu işi. Ta Antik çağlardan beri elma “bilginin sembolüydü” çünkü. Mısır Mitolojisinde Tanrı Elma, Yunan Mitolojisinde Altın Elma, Türk Mitolojisinde Kızılelma vardı. (Yoksa Kızılelma Kürt Ziya Gökalp’in buluşu muydu? Neyse.)
*
Şeytan Havva’yı kandırıp, Havva da Adem’i kolayca “ikna” edince “ikisinin gözleri açıldı.” Çıplak olduklarını fark ettiler mesela, birbirinden utandılar, avret yerlerini hemen birer incin yaprağıyla örttüler. Ama iş burada durmadı, Tanrının buyruğuna karşı gelmişlerdi, işte o günden itibaren başımıza hangi felaket geldiyse, o elma denilen, binlerce çeşidi ve değişik renkleri olan, lezzetli mi lezzetli meyve yüzünden gelmeye başladı.
En büyük felaket; Adam ile Havva cennetten kovuldu, daha ne olsun!
İkisi aynı anda, kurak rüzgarların estiği, tufanın borana karıştığı, sevimsiz bir yeryüzü parçasında buldular kendilerini bir anda.
Sürgün edildikleri yer neresidir, ilk olarak yeryüzünde nereye ayak bastılar bilmiyorum ama bugünkü Kazakistan’ın Başkenti Almata’ya gitmedikleri muhakkak.
En azından hikayeyi bu şekilde aktaran Tevrat ve İncil’de Almata bahsi geçmez.
*
O halde elma denilen şu “yasak meyve” bu şehre nereden geldi?
Çünkü biliyoruz ki bugün ülkemizde bazı isimlerini yukarıda sıraladığım yeryüzündeki binlerce çeşit elmanın ana yurdu, Kazakistan’ın Başkenti Almata’dır.
Valla ben de günün tuhaf bir saatinde evde; sadece orada yetişen Siyah Elma ağacının gölgesine yatmış Yak gibi (Tibet öküzü, bulmacalarda daima çıkar!) kanepeye uzanmış geviş getirirken, açık duran televizyonda, elindeki elmayı tıpkı Adem gibi hatur hutur yiyerek ağzımın suyunu akıtan İlber Ortaylı’dan öğrendim; “elma Almata’dan yayılmış bütün dünyaya” dedi alim (burada “cahiller” kelimesinin yeri olmadığı için onu kullanmadı) ve elmadan kocaman bir ısırık aldı! (İlber Hoca o sırada Almata’dan bildiriyordu!)
Bu işi de kim yapmış biliyor musun?
Sıkı durun:
Ayılar!
*
Ayı insana en yakın hayvan... Ayrıca ayı hayvanların içinde en müşkülpesent hayvan. Ağzının tadını biliyor. Ayı gurme hayvan, gurme! Hatta bugün memleketimizde “en iyi gurme benim” diyerek öbür gurmelere nefes aldırmayan bir sürü gurmeden daha gurme! Balın en iyisi hangi ağacın kovuğundadır, o bilir mesela. Armudun en iyisini de ona sorun, en iyisi sormayın, gözünüz çıksa size yedirmez! Haliyle elmanın da en iyisi onun midesinden başka mideye inmez!
Ayı dediğin uyuyan ve gezen hayvan... Altı ay yatar uyur, geri kalan altı ayda da gezer, altı ay yatacağı kış uykusu için yiyecek depolar. Dere tepe her yerde rızkını arar.
İlber Hoca dedi ki; Almata’dan ilk elmayı yiyen ayı gezmeye çıkmış. Dışkıladığı her yere elmanın çekirdeklerini bırakmış. Orada yetişen elmayı başka bir ayı yemiş, o da çekirdekleri başka bir yere götürmüş. Böylece ayının boku yedi iklim, sekiz cihan, kıta kıta, dağ düzlük aşarak dünyanın her yerine yayılmış.
Bütün dünyayı elmaya boğmuş... Ayı!
*
Bugün; korona illetinden beri televizyonda her gece evdeki kitaplığı arkasına alarak ekranına dik dik bakan kanaat önderinin görüntüsünü bize getiren Mac’lerini, telefonunu ve bir yığın akıllı cihazını kullandığımız Apple markasının logosu Adem’in ısırdığı, ayının sıçtığı o “yasak meyve”dir işte.
Tevrat ve İncil’e göre elmayı ilk olarak Havva ısırdı. İlk günahı o işledi ama onu ayartan birisi de var; yukarıda da söyledik yılan kılığına girmiş şeytan! Yalnız Tevrat’a göre Adem elmayı ısırdığını itiraf etmeden önce suçu Havva’ya atar, Havva da Rab’a, “Beni de yılan aldattı ey yüce Rabbim” der ama nafile...
Hangisi yaptıysa “ilk günahkar” odur. “İlk günahkarın” kadın mı erkek mi olduğu konusunda anlaşamadığımız için de fikir ayrılığı denilen bir şey ortaya çıktı (ilk kutuplaşma), böylece o günden itibaren her konuda ikiye bölündü insanlık.
“İyilikle kötülük” o gün musallat oldu başımıza. Ve ilk defa o gün “bilgi” sahibi olmaya başladık bazı şeyler hakkında.
Biliyorsunuz, bilgiyi entelektüeller yayar. Tıpkı ayının elmayı yayması gibi... Bilgi yayılırken, ister istemez kirlenir. Ondan atom bombası da yapabilirsin, bir köprü de... O halde entelektüel günahkardır. O yüzden ilk ateşe atılan odur, her çalkantıda ilk o girer kodese, muktedir ilk onun çanına ot tıkar.
*
Adem veya Havva veya ikisi beraber, Tanrı’nın elmayı yemelerini neden yasakladığını merak etmeseydi... Yani merak denilen günaha sevk eden o kışkırtıcı dürtü olmasaydı, belki de “ilk günah” işlenmeyecek, bilgi denilen bir şey olmayacaktı hayatımızda, biz de kirlenmeyecek, pür u pak, tertemiz yaşayıp gidecektik!
Bir altüst anında ateşe atacak entelektüel bulamazdık ya, o ayrı iş. Kimi ateşe atacağını da muktedirler düşünürdü artık!
Ah o merak!
Merak olmasaydı, ısırılmış elma Mac bilgisayarların sembolü olmayacaktı!
*
Ayılar, elmayı dışkılarıyla bütün dünyaya yaymasaydı, Slovenya yakınlarında bir yerde doğan ve İncil’i Latinceye çeviren Aziz Jerome muhtemelen elmayı bilmeyecek, böylece Adem ile Havva olsa olsa bu mitolojik meyveyi yemişlerdir deyip “yasak meyveye” “elma” adını koymayacaktı.
Bu durumda, toprağı bol olsun Apple’ın kurucusu Steve Jobs da, iki arkadaşıyla yarattığı markasına başka bir logo bulacaktı.
Bakın şu ayının yaptığına!