Bolivya'da 27 Nisan askeri darbesinin başarılı olanı yaşandı
Dün Brezilya’daki gelişmeleri anlattığım yazımın yayına girdiği saatlerde aynı coğrafyadaki diğer bir ülkede maalesef bir askeri darbe yaşandı.
Bolivya’da ordu demokratik olarak seçilmiş Başkan Morales’i istifaya zorladı ve başardı. Bu, açık seçik bir askeri darbedir ve gayrimeşrudur.
Aynı bizdeki 27 Nisan 2007 bildirisi gibi bir metin açıkladı Bolivya Genelkurmay Başkanı. Morales bunun üzerine istifa etti ve ‘bağımsız yargı’ da hemen harekete geçip Başkan ile ilgili yakalama kararı çıkardı.
Eğer 27 Nisan 2007 gecesi Tayyip Erdoğan da direnmeyip TSK bildirisi üzerine istifasını vereceğini açıklasaydı hiç şüphe duymayın 28 Nisan sabahı Erdoğan hakkında da bir yakalama kararı çıkarılıp tutuklanırdı. Bu işler böyledir.
2 YIL 9 AY ÖNCE YAZDIĞIM O YAZI
Ben 1 Şubat 2017 tarihinde Milliyet Gazetesi’ndeki köşemde ‘Latin Amerika solu ve ABD’ başlıklı bir yazı yazmış ve o yazıda Güney Amerika’da yakın gelecekteki muhtemel gelişmeleri anlatmıştım. Benimsediğim liberal düşünce ekolünden Batılı aydınların bu demokrasi sınavlarında başarılı olamadığını ifade etmiştim.
Üzerinden 2 sene 9 ay geçtikten sonra bakıyorum, bu teorik çerçeve aynen doğrulanıyor… Bakın, o gün ne demişim:
“Kimi Latin Amerika ülkelerinde hür ve adil seçimlerle ABD karşıtı sosyalist başkanlar işbaşına gelince Washington başta olmak üzere Batı başkentlerinde bu rejimlere yönelik olumsuz bir baskı ortamı kuruldu.
Bu ülkelerde ABD destekli asker, polis ve yargı darbeleri yapılmak istendi hatta Brezilya’da bu gayrimeşru yargı darbesi maalesef başarılı oldu.
Bir de Brezilya’daki darbenin yeni kukla başkanı utanmadan liberal olduğunu iddia ediyor! (2019 notu: Bu Başkan dünkü yazımda bahsettiğim, Dilma Roussef’in yardımcısı Temer idi, Roussef’e yapılan operasyonun en büyük destekçisi olan Temer de sonrasında koltuktan indirildi-na)
Ekvador’da ise sosyalist hükümete karşı polis teşkilatı darbe yapmaya girişti ve geri püskürtüldü.
Ben bir liberal demokratım ve sosyalizmin hiçbir ülkeye yarar getirmeyeceğini düşünüyorum. Nitekim bu Marksist hükümetler açık bir şekilde başarısız olsa da demokratik yolla iktidara gelmiş bir hükümet yine demokratik yolla gider.
Biz başarısız buluyoruz diye demokratik yolla seçilmiş hükümete darbe yapılmasını alkışlamak liberal demokratik duruşa ihanettir.
Maalesef Türkiye’de de bir kısım sözde liberaller bu tutumu aldılar. Türkiye’de Brezilya tipi yargı darbesi istediler ve şimdi tasfiye oldular.
İlliberal demokrasi dediğimiz olgu şüphesiz bir problem. Ama demokratik olmayan yolla liberalizm dayatması gibi bir sapkınlık daha da büyük problem.
Batı devletleri ve Batı medyası işine gelmeyen hükümetler oldu mu darbeyi meşru görüyorlar. Bu çok büyük bir ahlaksızlık.
Bu ortamda, zaten geçmişinde sömürgecilik kompleksi bulunan Latin Amerika ülkelerinin sol iktidarları, iyice otoriterleştiler hatta yer yer totaliterleştiler. (2019 notu:Eva Morales yönetimi de bu kategorideydi-na)
Zaten sosyalizmin bireysel özgürlükleri dışlayan ideolojik özü sebebiyle bu rejimler dış baskı karşısında iyice kötüye gittiler.
İstemediği iktidar başa geçince hâlâ bürokratik ya da yargı vesayeti yöntemlerini meşru gören ABD ve Batı, bu ülkelerdeki otoriter eğilimlerin güçlenmesine büyük katkı sağladı maalesef...”
‘SENİN DARBEN-BENİM DARBEM’ MANTIĞI
Bu yazımın altına satırı satırına bugün de imzamı atıyorum. Bakıyorum, liberal demokrasinin beşiği Batı’dan Bolivya’daki darbeye karşı güçlü bir ses yok. Batı medyası yine berbat durumda.
Maalesef ‘senin darben-benim darbem’ mantığı dünyaya da egemen. Yaşananlara ses çıkaranlar Küba, Venezuela… Onlar da demokratik oldukları için değil, kendi sosyalist fikirlerine darbe yapıldığı için karşı çıkıyorlar.
Aslında dünyanın bu vahim durumu benim 15 Mart 2019’da Habertürk’teki sütunumda ‘Liberal düşüncenin büyük mağlubiyeti’ başlığıyla yazdığım meselede düğümleniyor. O yazıyı yeniden okumanızı tavsiye ederim.
*
Benim gözümden Bolivya
Evo Morales’e askeri darbe yapıldığı haberini alınca aklıma kendi Bolivya gözlemlerim geldi.
Ben Morales Ocak 2006’da seçildikten kısa bir süre sonra, Mayıs 2006’da sırtımda çanta, Arjantin’den yürüyerek sınırı geçmiş ve Bolivya’ya gitmiştim.
Dünyanın en fakir ve ilginç sınırlarından biriydi burası. La Quiaca-Villazon arası. Villazon uyuşturucu ticaretinin çok işlek bir noktası imiş. O nedenle karanlık olunca dışarıda olunmaması gerektiği uyarıları vardı.
YOKSUL HALKA ÖZGÜVEN AŞILAMIŞTI
Öyle tekinsiz, öyle unutulmuş bir yerdi ki… Neredeyse hiç bir noktada elektrik olmadığını hatırlıyorum. Şehirden çıkan son otobüsü kaçırınca derme çatma bir otele sığınmıştım.
Ertesi gün bir zamanlar gümüş rezervleri nedeniyle dünyanın en zengin şehirlerinden biri olan, bugün ise fakirlikten dökülen 4000 metre yükseklikteki Potosi’ye doğru giderken de manzara fazla değişmedi.
Büyük bir yalnızlık, yokluk ve toz kalmış aklımda Bolivya’ya dair. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen Morales’in seçilmesinin halkta nasıl büyük bir coşku yarattığını unutamıyorum.
Nereye gitsem o sıralardakoka yaprağını serbest bıraktığını açıklayarak, ABD’ye kafa tutan ve oturduğu bir göz odadan medyaya seslenen Evo Morales’in ismi duyuluyor, Bolivyalılar sokaklarda büyük sevinç gösterileri yapıyorlardı.
Bolivya, halkının çok büyük çoğunluğunun yerli olduğu bir ülke. İçlerinden çıkan ve onları temsil eden Morales bu halka özgüven aşılamıştı.
Hatta İspanyolca değil, kendi dilleri Quechua’yı sokaklarda ilk kez bu kadar yüksek sesle konuşabildiklerini anlatanları hatırlıyorum…