Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye acıların, afetlerin ve başına gelen hemen her sıkıntının bir öncekiyle kıyaslanarak anlaşılmaya çalışıldığı bir ülke.

        Bu bir anlama yöntemi. Doğru yapıldığı takdirde sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayabilir.

        Elbette 1999’da yaşadığımız acı ve yıkımla, bugün yaşadıklarımızı birlikte anlama çabası değerli ve gerekli.

        Ancak ortadaki manzaranın böyle bir hedefi olmadığı çok açık. Bizde yapılanlar, artık politik bir kavganın aracı haline geldi.

        “Dün daha iyi yönetiliyordu bu işler” diyenlere söyleyecek söz bulamıyorum. O günleri yaşadık, gördük ve tanık olduk.

        Ne övünülecek, ne özenilecek bir yanı vardı.

        Bugün evet çok daha büyük bir afetle karşı karşıyayız. Bunu herkes kabul ediyor.

        Ancak eğer düne dair bir kıyas yapılacaksa, bugün neden çok daha iyi durumda olmadığımızın hesabı sorulmalı. Aradan geçen bunca yıl, mevzuatta yapılan onca değişiklik ve düzenlemeler neden milyonlarca insanımızı korumaya yetmedi.

        Bunca binanın filanca zaman öncesinde yapıldığı için yıkıldığını söylemek derde derman bir yaklaşım değil. Bir veri olarak anlamlı bulunabilir, hepsi o kadar.

        En kısa ifadesiyle kurallara uygun yapılmamış o binalarda neden hala milyonlarca insanımızın yaşadığını sormalıyız.

        Sorulacak doğru soru bu.

        Geçmişe övgü, bugüne yergi değil.

        Ya da geçmiş çok kötüydü, o günlere göre daha iyiyiz demek de değil.

        Saçma sapan karşılaştırmalar bizi bir yere götürmüyor. Ayrışmaları derinleştiriyor. “Sorunu tespit-hesap verme-çözüm” ekseninde ilerlemeyi zorlaştırıyor.

        RANTIN CAZİBESİ

        İlgili mevzuatın dünyadaki örneklerinden daha iyi olduğunu söyleyenler hayli fazla. Bu önemli mi, kuşkusuz öyle.

        Peki bu denli ileri olduğunu söylediğimiz düzenlemeler, neden hala dört bir yanı deprem kuşağında olan bir ülkede sağlam binalar yapmamıza yetmiyor?

        Bu sorunun açık cevabı için sözü dolaştırmaya hiç gerek yok.

        Birincisi; ne kadar düzenleme yaparsanız yapın, yapım süreçlerini denetleyecek aktörleri, denetleyeceği kişi, kurum ya da kuruluşlar karşısında güçsüz ve çaresiz bırakırsanız sonuç başka türlü olamaz.

        Denetim mekanizmasının bizzat kendi içindeki sorunları da buna eklemek gerekiyor ne yazık ki.

        İkincisi; şehirlerin rantını belli alanlara yığmakta ısrar ediyoruz. Hemen tüm şehirlerimizde değerleri adeta astronomik hale gelen bölgeler ve onlarla kıyaslanması mümkün olmayan yerleşim alanları oluşuyor.

        Dolayısıyla “değerli” arazilerin rantı, ne pahasına olursa olsun denetimi aşıyor, sınırları zorluyor. Bir kat daha çıkınca ortaya çıkan büyük kazançlar, politik mekanizmalarla birlikte alıp başını gidiyor.

        Hadi rant büyük, hiç olmazsa yapılan binalar yeterince kurallara uygun mu yapılıyor?

        Hayır daha fazlasını kazanmak için, burada da malzemeden, kaliteden ve bunların denetiminden kaçmak için türlü yol bulunuyor.

        Üçüncüsü; aslında bu da ikinci başlığın devamı. İmar değişiklikleri üzerinden oluşan rantın, neredeyse tamamıyla müteahhitlerin cebine girmesi, tüm bu süreci iyice rayından çıkarıyor. İmar değişiklikleriyle oluşan değerden kamunun daha yüksek pay alması sağlansa, herkes bu işleri aynı hırsla kovalar mı acaba?

        Onca şehrimizi yeniden kuracağız. Kurmak zorundayız. Bu bizim geleceğimiz, umudumuz.

        İstanbul’da insanların gerçekten yüreği ağzında. Başka şehirlerimiz için de uzmanlar alarm veriyor.

        Size olabildiğince anlaşılır kılarak anlattığım bu tabloda değişim yaşanmadan, gerçekten doğru işler yapmak mümkün mü?

        Mevcut hukuki düzenlemelere aykırı yapılan işlerin hesabını sormaktan tutun; yeni süreçleri tümüyle katı ve yerinde bir denetimle ilerletmekten başka çözüm göremiyorum.

        Diğer Yazılar